Bütün bu sistemler göz önüne alındığında, insan vücudu 100 trilyon
müzisyenin oluşturduğu dev bir orkestraya benzetilebilir. Bu orkestra 24
saat eşsiz besteleri seslendirir. Müzik kimi zaman hızlanır, kimi zaman
yavaşlar. Kimi zaman tempolu, kimi zaman sakin bir melodi
seslendirilir. Ancak orkestradaki müzisyenler, aralarındaki kusursuz
uyumu hiçbir zaman kaybetmezler. Peki bu eşsiz senfoniyi idare eden
kimdir? Nasıl olur da milyonlarca müzisyen aynı anda ortak notaları,
farklı müzik aletleriyle çalabilir?
İnsan vücudundaki 100 trilyon hücreyi birbirine hormonlar bağlar.
Hormonlar hücreler arasında mesaj taşımakla görevli olan proteinlerdir.
Vücudun büyümesi, üremenin düzenlenmesi, vücuttaki iç denge, sinir
sistemindeki koordinasyon ve daha birçok işlem hormonların gereken
yerlere ulaştırdıkları mesajlar sonucunda gerçekleşir.
Hiç kimsenin vücuttaki bu mükemmel koordinasyona bir müdahalesinin
olması söz konusu değildir. Örnek olarak yediğiniz besinlerin sindirimi
sırasında salgılanmaya başlayan sekretin hormonunu ele alalım. Belki de
böyle bir hormonun varlığından bile haberiniz yokken sizin için bu
hormon salgılanmaya başlanır ve bu sayede bağırsaklarınızın asitten
zarar görmesi engellenir. Bunu engellemeniz ya da değiştirip başka bir
yöntemle kendinizi koruma altına almanız mümkün değildir. Bu, vücuttaki
diğer bütün organlar, enzimler, sistemler için geçerli olan bir
durumdur.
İnsanın kendi vücudunda olup bitenlerden haberi yokken vücudunda her
yönden mükemmel bir sistem kurulmuştur. Vücudunuzdaki maddeler sizin
için emirler verip, vücut dengenizi sağlarken, sizi su içmeye ya da
yemek yemeye, hızlı hareket etmeye yöneltirken siz bu yönlendirmenin
farkına bile varmazsınız. Hayatta kalmanız vücudunuzdaki hormonlar
vasıtasıyla kontrol edilen emir-komuta sistemine bağlıdır.
Peki bu sistem nasıl ortaya çıkmıştır? Denetimi nasıl sağlanmaktadır?
Hormonlar nerede, ne zaman harekete geçmeleri gerektiğini nasıl
bilmektedirler?
Hormonal sistemin tek bir anda bir bütün olarak ortaya çıkması,
ilerleyen bölümlerde verilecek örneklerde de görüleceği gibi zorunludur.
Bunun aksi bir durumu düşünmek mümkün değildir. Yani hormonlar sahip
oldukları özellikleri zaman içinde kazanmış olamazlar. İnsan vücudundaki
diğer bütün sistemler gibi hormonal sistem de tek bir anda ortaya
çıkmış yani yaratılmıştır. Allah’ın varlığının, gücünün sınırsızlığının
delillerinden biri olan bu sistemin detayları insanı bir kere daha
Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünmeye teşvik etmektedir. Allah
ayetlerinde, yarattığı varlıklar üzerinde düşünmeyi ve Kendisi’ne
yönelip dönmeyi emretmiştir. Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:
Sizin için gökten su indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız.
Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır.
Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır.
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar
da O’nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını
kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.
Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de
(faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için
ayetler vardır.
Denizi de sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz
ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda
(suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O’nun
fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz.
Ve (başka) işaretler de (yarattı); onlar yıldız(lar)la da doğru yolu bulabilirler.
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 10-17)
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 10-17)
VÜCUTTAKİ KONTROL SİSTEMİ
Uçaklarda, uzay mekiklerinde, hatta bazı modern otomobillerde aracın o
anki durum ve kapasitesini denetleyen kontrol bilgisayarları vardır.
Ancak insanların 20. yüzyılda geliştirdiği bu sistemlerden binlerce yıl
önce, söz konusu denetim sistemlerinin en mükemmeli yeryüzünde zaten
mevcuttu. Hem de insanın kendi vücudunun içinde…
Bir kablo ağı boyunca uzanan sinir sistemi ve kimyasal uyarıları
değerlendiren hormonal sistem, insan vücudundaki kontrol ve denetim
mekanizmasını oluşturur. Bu sistemler insanın hayal gücünün alamayacağı
kadar yüksek bir teknolojiye sahiptir.
Her iki sistem de büyük ölçüde klasik tepki prensiplerine göre çalışır.
Kontrol merkezinden gönderilen bir mesaj, hedef organın aktivitesinin
artırılmasına veya azaltılmasına neden olur. Sürekli bilgi akışı
sayesinde her an değerlendirmeler yapılır ve bu değerlendirmelere göre
yeni emirler gönderilir. Her saniye milyonlarca bilgi işlenir.
Sinir sistemi, bilgi akışını, bütün vücudu kaplayan
kablo ağı -sinirler- yoluyla sağlar. Birçok noktada sinir sistemi ve
hormon sistemi birlikte çalışır. Örneğin adrenalin hormonunun
salgılanması için sinir sisteminden gelecek uyarılara ihtiyaç vardır.
Hormonal sistemde haberleşme ağı, kan dolaşımı sayesinde kurulur.
Hormonal bir bez, mesaj taşıyan molekülleri doğrudan kana salgılar. Kan
yoluyla bütün vücuda yayılan bu mesajlar hedef organa ulaştığında bu
organı harekete geçirir. Bu demektir ki, hormonal sistem dolaşım sistemi
olmadan çalışamaz. Hormon ve sinir sistemi arasındaki bağlantıyı da
hatırlayacak olursak, hormon-sinir-dolaşım sistemlerinin aynı anda var
olmaları gerektiği gerçeği ile karşılaşırız.
Hormonal sistem (endokrin sistem) ve sinir sistemi, birlikte vücudun
içinde bulunduğu sabit durumu korumak için çalışırlar. Hormonal sistem;
üreme, beslenme maddelerinin hücreler tarafından kullanımında, tuz ve
sıvı dengesini düzenlemede rol oynar. Dokulardan ve bezlerden meydana
gelen bu sistemin, vücuttaki diğer organlarla dahası bütün vücut
hücreleriyle olan uyumu son derece dikkat çekicidir. Hormonal sistemi
oluşturan bezlerin kanalları yoktur. Bezler çevrelerindeki dokulara
hormonları bırakır ve hormonlar kılcal damarlar tarafından emilip kan
yolu ile taşınırlar. Hormonları harekete geçiren, hedef dokuların
durumlarıdır. Çoğu zaman hormonlar sadece o dokuya özgü olabilir.
Örneğin erkeklik hormonu testosteron salgılandığında yüzdeki kılların
çıkmasına sebep olur, fakat kafa derisindeki saçlara hiçbir etkisi
olmaz. Bununla birlikte bütün vücudu etkileyen hormonlar da vardır.
Örneğin tiroid hormonu, vücuttaki bütün hücreleri uyarır.
ANAHTARLAR VE KİLİTLER
Hormonlar genel olarak insan vücudunun iç ortamını düzenlemek üzere
programlanmış ve kodlanmış bir sinyal grubu olarak tanımlanır. Bu
sinyallerin her biri farklı organ ve dokulardaki hücreleri uyarır. Bir
hormon hedef hücresine varıncaya kadar geçtiği birçok dokuda fark
edilmez. Peki hedef hücre kendi hormonunu nasıl tanır?
|
Bu şekilde her hormon bir anahtara, bu hormonun etkilediği algılayıcı da yalnızca o anahtarla açılabilecek özel bir kilide benzer. Ancak hormon ve hedef hücre arasındaki üç boyutlu uyum, anahtar ve kilit arasındaki üç boyutlu uyumdan çok daha kompleks ve üstündür. Sadece bir hormon kilide uyar ve o hücrenin genel yapısını etkiler. İşte bu uyum sayesinde hiçbir zaman yanlış bir organ ya da doku harekete geçirilmez. Eldra Pearl Solomon, Introduction to Human Anatomy and Physiology, s.132
Hormon molekülünün hücrenin yüzeyinde bulunan antene kenetlenmesiyle birlikte hücrenin içinde bir dizi zincirleme reaksiyon gerçekleşir. Bu reaksiyonlar sonucunda hücre kendisine emredilen görevi yerine getirir. Olay şöyle gerçekleşir;
Örneğin gönderilen emir hücreye özel bir protein üretmesini emrediyorsa, hücrenin içinde bulunan çeşitli enzimler harekete geçer. Bu enzimler hücrenin bilgi bankası olan DNA’ya giderek üretilmesi gereken proteine ait bilgiyi bulur ve kopyalar. Böylece gerekli proteinin üretimi başlamış olur.
Sistemin elemanları bir zincirin halkaları gibi çalışır. Bu halkalardan herhangi birinin görevini yapamaması zincirin kopmasına, yani bütün sistemin bozulmasına neden olacaktır. Böyle bir aksaklığın sonuçları vücut için çok ağır olur; hatta kimi zaman ölümle sonuçlanır.
HORMONAL SİSTEMİN ŞEFİ
0.5 gr ağırlığında, bir bezelye tanesi büyüklüğünde küçük bir et parçası
ve bu et parçasını oluşturan hücreler, vücudunuzu sizin adınıza yönetir
ve denetler. Hormon sisteminin yönetim merkezi olan “hipofiz bezi”
isimli bu küçük organ, yeryüzünün en mükemmel orkestrasının şefidir. Bu
küçük şef, emirlerini hormon adı verilen moleküller yardımıyla diğer
hücrelere bildirir.
Hipofiz bezi, hormon sisteminin yöneticisi ve düzenleyicisidir. Beynin
hipotalamus isimli bölgesinin kontrolü altında çalışır. Bu küçük et
parçası hipotalamustan gelen bilgiler sayesinde sizin hangi şartlarda
neye ihtiyacınız olduğunu, bu ihtiyacı gidermek için hangi organın hangi
hücrelerinin çalışması gerektiğini, bu hücrelerin kimyasal
mekanizmalarını, fiziksel yapılarını, üretilmesi gereken ürünleri ve
üretimin durdurulması gerektiği zamanı bilir. Bilmekle kalmaz çok özel
bir haberleşme sistemi sayesinde bu ihtiyaçların karşılanması için
gerekli yerlere bütün emirleri verir.
Örneğin insan vücudu ergenlik döneminin sonuna kadar gelişir. Bu dönem
boyunca trilyonlarca hücre bölünerek çoğalır, doku ve organların
büyümesi sağlanır. Belirli bir büyüklüğe ulaşıldığında dokularda büyüme
faaliyeti durur. İşte ne kadar büyümeniz gerektiğini bilen ve bu
büyüklüğe ulaştığınızda büyümenizi durduran, hipofiz bezi denilen bu
küçük ‘şef’tir.
Hipofiz ve merkezi sinir sistemi arasındaki bağlantı
görülüyor. En solda; hipofizin, beyin (1), omurilik (2) ve beyincikle
(3) olan bağlantısı görülüyor. Sağda; hipofizin damar ağı ve hipotalamus
ile ilişkisi:
A- Kılcal damar ağı. B- Sinüs kılcal damarları
A- Kılcal damar ağı. B- Sinüs kılcal damarları
Hipofiz bezi tarafından salgılanan büyüme hormonu
hücrelere ne kadar bölünmeleri gerektiğini bildirir. Bu hormonun
salgılanmasının durmasıyla büyüme de durur.
Büyüme hormonu vücutta hangi bölgelerin genişlemesi gerektiğini adeta
bilir. Vücut da derhal hormonu tanıyarak kendisinden beklenen hareketi
yapar. Büyüme hormonu kemiğe ulaştığında kemik hemen genişlemeye başlar.
Ancak büyüme hormonu kadında ve erkekte farklı yerlere farklı
şiddetlerde etki eder. Örneğin büyüme hormonu erkeğin omuz hücrelerine
gider ve bu bölgeyi genişletmesi gerektiğini bilir. Ancak kadında bunu
yapmaz.
Küçük bir bebeğin ses telleri dahi büyüme hormonu sayesinde gelişir. Bu
hormon sesin nasıl yapılacağını bilir ve kadınların ses tellerini ince
ses çıkartacak şekilde, erkeklerin ses tellerini kalın ses çıkartacak
şekilde büyütür.
Hücrelerin büyüme hormonuna karşı olan itaatleri de son derece dikkat
çekicidir. Bütün organ ve dokular bu sayede uyumlu bir şekilde büyürler.
Örneğin burnu kaplayan derinin gelişmesi ve büyümesi durduğu zaman,
burnun altında bulunan kemik dokusunun gelişmesi ve büyümesi de durur.
Kemik hiçbir zaman büyümeye devam etmeye ve deriyi yırtıp dışarı çıkmaya
kalkışmaz. Bütün vücut organları birbirlerine uygun bir şekilde
gelişir.
ŞEF’İN DİĞER GÖREVLERİ
Hipofiz bezi vücudunuzdaki karbonhidrat ve yağ metabolizmasını da
düzenler. Gerektiği zaman hücrelerinizde yapılan protein sentezini
artırır.Kan basıncınız düştüğü zaman hipofizin salgıladığı moleküller,
damarların etrafındaki kasların büzülmesini sağlar. Milyonlarca kasın
büzülmesi ve damarların küçülmesi kan basıncını artırır.
Bu küçük şef kendisinden çok çok uzakta olan
böbreklerin bile çalışmasını düzenler. Vücudunuzun suya ihtiyacı olduğu
zamanları da bilen hipofiz bezi, bu durumlar için özel bir hormon üretir
(vazopressin). Wallace, Sanders, Ferl, Biology, The Science of Life,
HarperCollins Publisher Inc.,s. 776
Anne sütü yeni doğmuş bir bebek için hayati
bir öneme sahiptir. Hipofiz bezi bebeğin bu ihtiyacının da farkındadır.
Doğuma az bir zaman kala, hipofiz bezinin gönderdiği emir doğrultusunda
(prolaktin hormonu) annenin süt bezleri harekete geçer ve süt
salgılanmaya başlar. Yine doğum yaklaştığında hipofiz bezinin verdiği
başka bir emir doğrultusunda (oksitosin hormonu) dölyatağı kası harekete
geçer ve doğum olayına yardımcı olur. Solomon, Berg, Martin, Villee,
Biology, s.1012
|
Derinin güneş altında bronzlaşması aslında hücrelerin
insanı güneşin zararlı etkilerinden korumak için aldığı bir önlemdir.
Hücrelere bu korunma emrini veren (MSH hormonunu gönderen) de yine
hipofiz bezidir.
Beyinde hipofiz bezinin bulunduğu bölgede birbirlerinden farklı kimyasal
yapılara sahip 20′den fazla hormon tespit edilmiştir. Bu hormonların
çoğu başka hormonların salgılanmasını sağlayan uyarıcı özellikte
hormonlardır. Hormonal sistemdeki bu kusursuz uyum nasıl ortaya
çıkmıştır? Hormonlar arasındaki bağlantı nasıl kurulmuştur?
Bir hormon diğerinin mesajını nasıl anlamakta ve doğru tepkiyi vermektedir?
Birbirlerinden çok farklı kimyasal yapıya sahip olan, ancak aynı zamanda
da mükemmel bir koordinasyon içinde çalışan bu 20 hormonun nasıl var
olduğu hiçbir -sözde- evrimsel mekanizmayla izah edilemez. Tesadüflerle
hormonlara bu özellikler kazandırılıp insan vücuduna yerleştirilemez.
Hiçbir tesadüfi sürecin, hormonları oluşturan maddeleri üretmesi,
hormonların içerdikleri mesajları belirlemeleri, bu mesajların nereye
gideceğini bilmelerini sağlayacak bir sistemi hormonlara yerleştirmeleri
mümkün değildir.
Hipofiz bezi hormonların toplu olarak salgılandığı bölgelerden sadece
biridir. Bunun dışında böbreküstü bezi, pankreas, eşeysel bezler, tiroid
bezleri gibi bölgelerde hayatın devamı için son derece önemli hormonlar
salgılanır. Bu bölgelerden herhangi birinin bozulması veya eksik
çalışması durumunda hayatın sürdürülmesi imkansız hale gelir. Hormonal
sistemin oluşturduğu bu bütünlük çok açık bir şekilde yaratılışı
kanıtlamaktadır.
Hormonal sistemi bütün detaylarıyla birlikte yaratan, herşeyden haberdar olan Allah’tır.
Hormonal sistemi bütün detaylarıyla birlikte yaratan, herşeyden haberdar olan Allah’tır.
HORMONAL SİSTEMİN YÖNETİCİSİ
Hipofiz bezi yalnızca kendi görevlerini yerine getirmekle kalmaz.
Olağanüstü bir sorumluluk duygusuyla, diğer hormonal bezlerin
çalışmalarını da düzenler ve denetler.
Bu oldukça önemli bir ayrıntıdır. Çünkü bu ayrıntı bezelye büyüklüğünde
bir et parçasının akılalmaz bir bilinçle hareket ettiğini gösterir.
Hipofiz bezinin neler yapabildiği incelendiğinde bu gerçek daha iyi
anlaşılır.
Hipofiz bezi tiroid, böbreküstü ve eşeysel
bezlerin çalışmalarını düzenler. Hipofiz bezi beynin ara tabanında,
tiroid bezi gırtlağın altında, eşeysel bezler kadınlarda yumurtalıkta
erkeklerde testislerde, böbreküstü bezi de böbreklerin hemen üstünde
bulunur. Hipofiz bezi; tiroid bezinin gelişimini ve çalışmasını
düzenlemek için TSH hormonu, eşeysel bezlerin çalışmasını düzenlemek
için FSH ve LH hormonu, böbreküstü bezlerinin çalışmasını düzenlemek
için ACTH hormonu, süt bezlerinin gelişimi ve salgılanması için LTH
hormonu salgılar. Arthur Guyton-John Hall, Text Book of Medical
Physiology Guyton & Hall, s. 933-934
|
İç salgı bezleri tarafından cinsiyet hormonlarının salgılanmasını gösteren şema |
Hipofiz bezinin bu organlardan yalnızca biri üzerindeki
etkisini inceleyelim. Hipofizin gerekli durumlarda böbreküstü bezlerini
harekete geçirmek için ACTH hormonunu salgıladığını belirttik.
Hipofizden yola çıkan ACTH hormonu kana karışır ve kan yoluyla
böbreküstü bezlerine ulaşır. Mesajı okuyan böbreküstü bezleri hemen
gerekli hormonu üreterek vücutta bir dizi kimyasal işlemin başlamasını
sağlar.
Hipofiz bezinin bütün bunları yapabilmesi için neler “bilmesi” gerekmektedir düşünelim. Hipofiz bezi;
“Böbreküstü bezinin görevini”,
“Böbreküstü bezinin görevini”,
“Bu görevi nasıl yerine getirdiğini”,
“Böbreküstü bezinin harekete geçmesi için gerekli olan işareti” bilmek zorundadır.
Göz önünde bulundurulması gereken bir başka nokta da moleküllerin kat
ettikleri mesafedir. Hormon moleküllerinin gözle görülmeyecek kadar
küçük oldukları düşünüldüğünde, bu moleküllerin beyinden böbreğe uzanan
yolculuklarının insana göre binlerce kilometre ile ifade edilebilecek
bir yolculuk olduğunu kabul etmek gerekir.
|
Bu durumda ortaya cevaplanması gereken pek çok soru
çıkmaktadır: Nasıl olur da hipofiz bezi, kendisinden binlerce km uzakta
bulunan başka bir hormonal bezin sorumluluklarını bilmekte, böbreküstü
bezini harekete geçirecek doğru kimyasal ve fiziksel formülleri tam
olarak üretmektedir? Hipofiz bezi böbreküstü bezinin çalışmasını
düzenlemek gibi bir sorumluluğu niçin üstlenmiştir? Kimyasal maddelere
haberleşme yeteneği kazandıran bu akıl ortaya nasıl çıkmıştır? Görmeyen,
duymayan, düşünemeyen sadece moleküllerden oluşan maddeler böyle bir
bilince nasıl sahip olmuşlardır?
İnsan, bilinç sahibi olan, bu bilinci kullanabilecek, geliştirebilecek,
yeni yöntemler bulabilecek bir varlıktır. Diğer canlılara göre sahip
olduğu tüm üstün özelliklere, zeka, öğrenme kabiliyeti, araştırma, sonuç
çıkarma gibi yeteneklere rağmen -eğer bu konuda özel bir eğitim
almadıysa- kendi vücudundaki hormonların nerelerden salgılandığını
bilmesi, bunların üretimini yapması mümkün değildir. Hormonların
çalışmasına müdahale etmesi, salgılandıkları yerleri değiştirmesi,
yenilerini eklemesi de imkansızdır.
Hormon salgılayan bezler ise birer hücre topluluğudur. Bu hücreler
cansız ve şuursuz atomların birleşiminden oluşmaktadır. İnsanın
yapamadığı işleri, bu şuursuz atomlar topluluğu nasıl yapabilmektedir?
Vücudun karanlık derinliklerinde, birbirleriyle asla karşılaşması mümkün
olmayan organlar, nasıl böyle bir akıl ve şuur gösterisi
sergilemektedirler?
Bu durumda ortaya çok açık bir gerçek çıkmaktadır. Hormonlar ve onları
salgılayan bezler, çok üstün bir güç tarafından bu özelliklere sahip
olarak yaratılmışlar ve insan vücuduna özel olarak yerleştirilmişlerdir.
Devamlılıklarının sağlanması için özel bir sistem
kurulmuş, bu sistem istisnasız bütün insanlarda var olacak şekilde
yaratılmış ve DNA’lara bu bilgiler kodlanmıştır.
Bu işlemlerin tümü benzeri olmayan bir akıl gerektirir. Bu üstün akıl
tüm evreni yaratmış olan, yüce Allah’a aittir. Allah tüm alemlerin Rabbi
olan, hiçbir ortağı olmayandır.
De ki: “O, herşeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka bir Rab mi
arayayım? Hiçbir nefis, kendisinden başkasının aleyhine (günah)
kazanmaz. Günahkar olan bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda
dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri
haber verecektir.” (En’am Suresi, 164)
HORMONAL İLETİŞİMİN DİĞER SANTRALLERİ
TİROİD BEZLERİ
TİROİD BEZLERİ
Hormonal sistemin dağıtım santrallerinden
biri de tiroid ve paratiroid bezleridir. Tiroid bezi sağlıklı bir yaşam
sürebilmeniz için vücut metabolizmanızı düzenler. Bunu, ürettiği özel
bir hormon (tiroksin) sayesinde yapar.
Tiroksin hormonu vücuttaki bütün hücrelere etki eden bir
hormondur ve hücrelerin kullanacağı oksijen miktarını belirler. Örneğin
bir hücrede mitokondrinin bulunduğu ortama tiroksin hormonu
verildiğinde, oksijen tüketimi ve enerji üretimi artar. Kandaki tiroksin
yetersizliğinde ise metabolizmanın yavaşlamasının yanısıra doku
sıvısında su ve sodyum miktarı artar. Kanda kolesterol miktarı yükselir.
Prof. Dr. Ahmet Noyan, Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, s. 1012-1015
|
Tiroid bezinde tiroksin hormonunun üretilmesi ve
salgılanması da yine içiçe geçmiş bir sistem sayesinde çalışır. Tiroksin
hormonunun salgılanması, hipofiz bezinin ön lobundan salgılanan
“tirotropin” adlı başka bir hormon tarafından düzenlenir.
Tiroid bezinden salgılanan başka bir hormon
da kalsitonindir. Kalsitonin hormonu, paratiroid bezinden salgılanan
parathormon (PTH) ile birlikte vücudun kalsiyum-fosfat miktarının
düzenlenmesinde önemli bir rol oynar. Kalsiyum miktarının düzeni ise
insan açısından son derece hayatidir; bu madde, kemik oluşumu, kas ve
sinir sisteminin çalışması, kanın pıhtılaşması, hücre zarından aktif
taşımanın yapılması gibi son derece hayati işlerde kullanılır. Bu
nedenle kanda belirli bir düzeyde kalsiyumun mutlaka bulunması gerekir.
İşte bu yüzden kemikler kalsiyum depolayan bir banka görevi görür. İki
farklı hormon da bu bankaya kalsiyumun yatırılmasını ya da geri
çekilmesini sağlar. Eldra Pearl Solomon, Introduction to Human Anatomy
and Physiology, s.138
Tiroid bezinin üzerinde bulunan paratiroid
bezinin ürettiği parathormon kandaki kemiklerde depo edilen kalsiyumun
kana geri verilmesinde rol oynar. Bu hormonun salgılanması, hipofiz bezi
ve sinir sisteminin doğrudan etkisi olmadan, kandaki kalsiyum miktarına
göre otomatik olarak düzenlenir. Bu hormon kanda kalsiyum miktarı
düştüğünde bunu hemen tespit eder ve doğrudan kemik hücrelerine etki
ederek, kemikten kana kalsiyum geçişini hızlandırır. Kandaki kalsiyum
miktarı belli bir seviyeyi geçtiğinde ise tiroid bezinden kalsitonin
hormonu salgılanır. Kalsitonin kandaki fazla kalsiyumun kemiklerin
yapısına geçerek orada depolanmasını sağlar. Solomon, Berg, Martin,
Villee, Biology, s.1019
|
İnsan vücudu için son derece önemli işlevleri olan bu
hormonun eksikliği ya da fazlalığı durumunda ne gibi sorunlar ortaya
çıkar?
Parathormonun azlığında, kandaki kalsiyum
miktarı azalır, buna bağlı olarak kaslarda, özellikle de el ve yüz
kaslarında kasılmalar yani tetani görülür. Eğer bu nefes borusundaki
kaslarda olursa nefes almayı engeller ve ölüme yol açabilir. Hormonun
fazlalığında ise, kemiklerdeki kalsiyum depoları boşaltılarak kana
verilir. Bu durum kemiklerin kolayca bükülmesine ve kırılmasına sebep
olur. Böbrekler kandaki fazla kalsiyumu atmaya çalışır fakat bu kalsiyum
kristalleri böbrek taşlarına da neden olabilir. Eldra Pearl Solomon,
Introduction to Human Anatomy and Physiology, s.138
|
Bu örneklerde görüldüğü gibi, insanın yaşamını sağlıklı
ve rahat bir şekilde sürdürmesi, hormon sisteminin tam olarak
çalışmasıyla mümkündür. Nitekim yalnızca tiroid bezinin çalışmasındaki
küçük bir aksaklık pek çok hastalığa neden olabilmektedir. Peki
böylesine kusursuz bir sistemi kuran ve işleten kimdir? Buraya kadar hep
kandaki eksilen maddeleri fark eden, bu eksikliğin miktarını tespit
ederek gerekli maddeleri üreten, bu maddelerin içeriğinin ne olması
gerektiğini çok iyi bilen ve gerektiği miktarda maddeyi gerektiği sürece
üreten, vücudun diğer organları üzerinde de etkisi olan bir “irade”den
söz ettik. Düşünülmesi gereken nokta şudur:
Böyle yüksek bir irade gösteren varlık tiroid bezinin
kendisi midir? Elbette böyle bir şey mümkün değildir. Tiroid bezi
dediğimiz şey bir hücreler topluluğudur; bu topluluğun içinde bir şuur
sahibi aramak mümkün değildir. Bu irade, hormonlara aittir de diyemeyiz.
Hormon dediğimiz şey de moleküllerden oluşan bir maddedir. O halde bu
iradeyi nerede arayacağız?
İşte bu noktada karşılaştığımız tek sonuç, yaratılış gerçeğidir. Vücut
içindeki tüm bezlerin, hormonal sistemi oluşturan tüm elemanların,
bunların ürettikleri hormonların, o hormonların içinde yer alan
moleküllerin ve onları oluşturan atomların tümü Allah’ın benzersiz
yaratışının birer ürünüdür.
BÖBREKÜSTÜ BEZLERİNİN ÖNEMİ
Hormonal sistemin üretim elemanlarından biri de böbreküstü bezleridir.
Böbreküstü bezlerinde üretilen önemli hormonlardan bir tanesi
adrenalindir. Adrenalin hormonunun çok ilginç bir görevi vardır. Bu
hormon acil bir durumla karşılaşan insan bedeninde, çeşitli
değişikliklerin oluşmasına neden olur. Bu değişikliklerle insan
bedeninde aniden gelişen olaylara karşı bir nevi hazırlık yapılmış olur.
Bunu şöyle örneklendirebiliriz:
Bir tehlike ile karşı karşıya kalan (örneğin bir hayvanın saldırısına
uğrayan) bir insan düşünelim. İlerleyen saniyelerde bu insanın bedeninin
normal şartlara göre çok farklı ihtiyaçları olacaktır. Hızlı koşması,
kaslarının daha hızlı çalışması, kan basıncının artması, kalbinin daha
hızlı atması gereklidir. Böylece daha hızlı koşabilecek, daha çabuk
kaçabilecek veya tehlike ile daha güçlü bir şekilde mücadele
edebilecektir. Peki bütün bunlar nasıl gerçekleşecektir?
|
Tehlikenin ortaya çıkması ile birlikte vücutta alarm
düğmesine basılır. Beyin, böbreküstü bezlerine yıldırım gibi bir emir
gönderir. Böbreküstü bezinde bulunan hücreler alarm durumuna geçer ve
acil olarak adrenalin isimli bir hormon salgılarlar. Adrenalin
molekülleri kana karışır ve vücudun çeşitli bölgelerine dağılır.
Adrenalin hormonunun bir amacı vardır. Bütün vücudu topyekün alarm
durumuna geçirmek ve insanın daha güçlü, daha dayanıklı ve daha hızlı
olmasını sağlamaktır.
Salgılanan adrenalin molekülleri damarlarda özel bir düzenleme yaparlar.
Adrenalin molekülleri acil durumda önemli organlara daha çok kan
gitmesini sağlar. Bunun için kalbe, beyne ve kaslara giden kan
damarlarının etrafında bulunan hücreler adrenaline itaat eder ve damarın
genişlemesini sağlar. Böylece hayati organlara daha çok kan gider.
Adrenalin molekülleri ihtiyaç duyulmayacak organlara giden damarları da
daraltırlar. Böylece bu organlara daha az kan gitmesi sağlanır.
Adrenalin moleküllerinin etkisi kalbe, beyne ve kaslara giden damarları
açarken, karaciğere ve deriye giden damarları daraltmaktadır. Böylece
beden için ihtiyaç duyulan ekstra destek sağlanmış olur. Hiçbir zaman
yanlışlıkla kalbe veya beyne giden damarlar daralıp karaciğere veya
deriye giden damarlar genişlemez. Adrenalin molekülü ne yapması
gerektiğini çok iyi bilir. Damar hücreleri de adrenaline harfiyen itaat
ederler. Bedeninizde bulunan yüzlerce damarın çapı ve nereye ne miktarda
kan ilettikleri, gözünüzle görülmeyen bir hormonun aklı tarafından
ayarlanmaktadır.
Deriye az kan pompalanmasının bir başka hikmeti daha vardır. Bu sayede
muhtemel bir yaralanmada kan kaybetme riski en aza indirilmiş olacaktır.
Aşırı heyecan karşısında deride gözlemlenen soluklaşmanın nedeni de o
anda deriye daha az kan pompalanıyor olmasıdır.
Adrenalin molekülleri her organ için farklı bir anlam taşır;
Adrenalin molekülleri her organ için farklı bir anlam taşır;
Böbreküstü bezlerinden(adrenal korteks) salgılanan
başka bir hormon olan aldosteronun yokluğu mutlak ölümdür. Vücuttaki
mineral dengesini sağlayan bu hormonun salgılanmaması durumunda dolaşım
yetmezliği, kas yorgunluğu, deride pigmentleşme gibi hastalıklar ortaya
çıkar. Kan şekeri düşer, enfeksiyon direnci azalır. (Invitation to
Biology, s.436) Kısacası insanın sağlıklı yaşamı, resimde gördüğünüz
(üstte) atomların birleşip aldosteron isimli bu hormonu oluşturması ile
mümkündür. Bu işlemler sırasında sergilenen şuur ve iradenin bu hormonu
oluşturan şuursuz ve cansız atomların eseri olduğunu iddia etmek hiç
kuşkusuz ki büyük bir mantık hezimetidir.
Damara gittiği zaman damarı genişleten adrenalin
molekülü, kalbe gittiği zaman da kalp hücrelerinin kasılmalarını
hızlandırır. Böylece kalp daha hızlı atar ve kaslara ekstra güç için
ihtiyaçları olan kan sağlanmış olur.
Adrenalin molekülü kas hücrelerine ulaştığı zaman da kasların daha güçlü bir şekilde kasılabilmelerini sağlar.
Karaciğere ulaşan adrenalin molekülleri burada bulunan hücrelere kana daha çok şeker karıştırmalarını emreder. Böylece kandaki şeker miktarı artar ve kasların ihtiyacı olacak ekstra yakıt sağlanmış olur.
Karaciğere ulaşan adrenalin molekülleri burada bulunan hücrelere kana daha çok şeker karıştırmalarını emreder. Böylece kandaki şeker miktarı artar ve kasların ihtiyacı olacak ekstra yakıt sağlanmış olur.
Bütün bu özel ayarlamalar sonucunda metabolizma % 100 oranında bir güç
artışı sağlar. Adrenalinin vücutta yaptığı değişiklikler sayesinde insan
daha hızlı düşünen ve karar verebilen, daha güçlü mücadele edebilen,
daha hızlı koşabilen ve daha çok dayanıklılık gösterebilen bir duruma
gelir.
Adrenalin molekülleri bir insanın tehlike anında bedeninde ne gibi
değişikliklere ihtiyacı olduğunu çok iyi bilmektedir. Dahası bu
moleküller bütün vücudu ortak bir uyum içinde tehlikeye
hazırlamaktadırlar.
Kendisine adrenalin hormonu ulaşan her doku ve organ ortak bir amaç için hareket etmeye başlamaktadır. Hiçbir organ ortak amacın dışında veya tersine hareket etmemektedir.
Kendisine adrenalin hormonu ulaşan her doku ve organ ortak bir amaç için hareket etmeye başlamaktadır. Hiçbir organ ortak amacın dışında veya tersine hareket etmemektedir.
Acil durumlar karşısında insan bedeninin vermesi gereken tepkiler ve
alınması gereken önlemler dahi insanın bilgisi ve kontrolü dışında
alınmış ve insan vücuduna yerleştirilmiştir. Adrenalin hormonu ve vücut
üzerindeki etkisi bu sistemlerin birbirlerine uygun ve özel bir şekilde
yaratıldığını bir kez daha ispat etmektedir.
DARWINİZM’İ YALANLAYAN HORMONLAR
Örneğin, heyecanlandığınızda veya korktuğunuzda, sinir hücreleriniz derhal sinyal sistemini uyarır ve büyük bir hızla ve yolunu şaşmadan hedefe ulaşarak böbreküstü bezlerinizi hareketlendirir. Mesajı alan böbreküstü bezleri adrenalin hormonu salgılar.
Adrenalin hormonu ise kana karışarak, neredeyse bütün vücudu alarma geçirir. Sindirim organlarının hareketlerini engeller ve sindirme sürecini durdurur. Böylece sindirime katılmayan önemli miktarda kan, kasları beslemek üzere boşta kalmış olur. Aynı zamanda kalbin ritmi hızlanır, kan basıncı artar. Akciğerlerin bronşları genişleyip, oksijen girişini ve kanın oksijenle beslenmesini hızlandırır. Kandaki şeker miktarı artar. Bu da kaslara fazladan enerji sağlar. Nihayet gözbebekleri genişler ve gözlerin ışık uyarımlarına karşı duyarlılığı artar.
Bütün bu etkiler biraraya geldiğinde ise, bir insan ister kaçma, ister savunma, isterse de saldırma durumuna geçmek üzere olsun, her durumda büyük bir performans göstermeye hazır duruma gelir.
Sinir hücreleri, cansız ve bilinçsiz atomlardan oluşan yapılardır. Ancak bu atomlar, vücudun ihtiyaç duyduğu durumları hemen anlayarak, vücudun ilgili yerine derhal mesaj gönderirler. Mesajı alan yer de aynı şekilde cansız atomların birleşmesinden meydana gelmiştir. Buna rağmen kendisine gelen mesajı hemen anlar ve harekete geçerek gerekli hormonu üretir. Bu hormon ise, son derece şuurlu bir şekilde ve üretiliş amacını gayet iyi bilerek tüm vücudu dolaşır ve ilgili organları alarma geçirir.
Bu kadar şuurlu, planlı, organize ve amaca yönelik bir sistemin tesadüfen oluştuğunu düşünmek akla, mantığa ve sağduyuya yüz çevirmektir. Darwinistler, tüm bu sistemlerin ve organların tesadüfen oluştuğunu iddia ederek, çocukların dahi gülecekleri bir duruma düşmektedirler.
Evrimci ve ateist bir felsefeci olmasına rağmen, Malcolm Muggeridge Darwinizm’in içinde bulunduğu bu durumu şöyle itiraf eder:
“Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır.” (Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s; 43)
KADIN VE ERKEK FARKINI OLUŞTURAN BEZLER
İnsan ergenlik çağına geldiğinde hipofiz bezi vücutta bazı
değişikliklerin yapılması gerektiğini adeta fark eder ve eşeysel bezlere
bir dizi emir gönderir. Bu emir üzerine eşeysel bezler harekete geçer.
Kadın eşeysel bezlerinde salgılanan bir hormon (östrojen) kadın vücudunu
olgunlaştırıp üreme organları ve vücut yapısının gelişimini
düzenlerken, başka bir hormon da (progesteron) kadını gebeliğe hazırlar.
Erkek eşey bezlerinden salgılanan başka bir hormon ise (testesteron)
erkeklere özgü vücut yapısının ortaya çıkmasını ve cinsel gelişimin
düzenlenmesini sağlar.
Her iki bedenin hipofiz ya da tiroid bezlerinde üretilen hormonlar
birbirleri ile hemen hemen aynı özelliklere sahiptir. Ancak eşeysel
bezler ergenlik çağına gelindiğinde birbirlerinden tamamen farklı
hormonlar, üretirler. Çocukluk döneminde de vücutta olan ancak
salgılanmayan cinsiyet hormonlarının vücut olgunlaştığı zaman harekete
geçmeleri de hep belli bir düzen ve zamanlamaya uygun olmaktadır. Bu
olay nasıl gerçekleşir?
Progesteron kadın vücudunu gebeliğe hazırlayan,
testesteron ise erkeklere özgü özelliklerin meydana gelmesini sağlayan
hormondur.
Vücudunuzun içindeki bir molekül geçen zamanı yani tarihi
hesaplamakta ve belirlenmiş bir tarihte harekete geçmektedir. Bir
maddenin zaman hesaplaması yapması, üstelik bütün insanlarda hemen hemen
aynı zamanları tutturarak harekete geçmesi insanı hayrete sürükleyen
bir olaydır. Bir hormonun tarih bilmesi mümkün müdür? Elbette ki böyle
bir şey mümkün değildir. Hormonları belli zamanlarda harekete geçiren
onları yaratmış olan Allah’tır. Ne zaman salgılanıp ne zaman
duracaklarını belirleyen Allah’tır. Allah her türlü yaratmayı bilendir.
ÇOK HASSAS BİR ÖLÇÜ
Vücudumuz için vazgeçilmez ve hayati bir
göreve sahip hormonlar, acaba kanımızda ne kadar yer tutmaktadır? 1
litre kanda 1 gramın milyarda biri ile milyonda biri kadar hormon
bulunur. (Prentice Hall Science, Human Biology and Health,
Prentice-Hall, Inc., U.S.A., New Jersey, 1994, s. 160) Bu kadar az
miktarda bulunmalarına rağmen hormonlar insan vücudundaki hemen hemen
bütün işlemlerde haberleşmeyi sağlayıcı, harekete geçirici rol
oynamaktadırlar.
Kanda akıl almayacak kadar küçük bir yer tutan hormonların, gerektiği
zaman gerektiği miktarda salgılanmaları ve gerektiğinde hemen
durdurulmaları son derece önemlidir.
Peki bu düzenlemeyi yapan kimdir? Hormonların fazla salgılandığını fark edip, “dur” emrini kim vermektedir?
Peki bu düzenlemeyi yapan kimdir? Hormonların fazla salgılandığını fark edip, “dur” emrini kim vermektedir?
|
Salgılanan hormonların etki ettikleri organlar eğer
yapmaları gereken görevden daha fazlasını yaparlarsa bu, vücut için
tehlike anlamına gelir. İhtiyaçtan fazla çalışan bir organ, kendisini
harekete geçiren hormonları üreten salgı bezine bir mesaj gönderir. Bu
mesaj “benim çalışmama artık ihtiyaç yok, beni çalıştıran hormonu
üretme” anlamına gelir.
Bu sistemin bozulduğu hastalıklardan biri, tiroid bezinin fazla
çalışması anlamına gelen hipertiroid hastalığıdır. Eğer bu hastalık
tedavi edilmezse insan yaşamını sürdüremez.
Görüldüğü gibi istisnai hastalık durumları dışında, bu sistem kusursuz
bir şekilde işler. Her organ kendisi ile ilgili hormonu hangi salgı
bezinin ürettiğini bilir. Eğer bu bez kendisini ihtiyaçtan fazla
çalıştırırsa organ duruma müdahale eder. Hormon bezi ve ilgili organ
adeta iki insan gibi birbirleri ile iletişim kurar. Bu sayede insan
sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürür.
Ancak tüm bunlar gerçekleşirken insanın bu olayların tek bir tanesinden
bile haberi olmaz; sağlığı ile ilgili bu hayati konularda kendisi bir
çaba göstermek zorunda kalmaz. Çünkü Allah, insanın sağlıklı yaşaması
için cansız ve şuursuz atomlardan oluşan molekülleri birer vesile
kılmıştır. Bu, Allah’ın tüm insanlar üzerindeki sonsuz rahmetinin bir
delilidir.
HORMONLARIN PAKETLENMESİ
Bir otomobil fabrikasında üretilen aracın farklı parçaları -şase,
kaporta, camlar, motor, koltuklar- farklı imalathanelerde üretilip daha
sonra biraraya getirilirler. Bazı hormonların üretimlerinde de aynı
planlama söz konusudur.
DNA’daki bilgiler doğrultusunda ribozomlarda üretilen farklı parçalar
endoplazmik retikulum bölgesinde biraraya getirilirler. Daha sonra bu
parça bir fabrikada olduğu gibi farklı bir bölgeye -golgi cisimciğine-
iletilir ve burada hormon son ve kullanılabilir haline getirilir.
Hormonlar, hem salgı bezleri (a), hem de uyarı
salgılayan hücreler (b) tarafından salgılanır. Hormonlar genelde kan
tarafından taşınır ve hedef hücrelere götürülür.
Hormon, mükemmel haliyle üretilmiştir ancak bu yeterli
değildir. Hormonun üç boyutlu mükemmel yapısını kan yoluyla yapacağı
uzun yolculuk boyunca koruyabilmesi gerekir. Aksi takdirde hormon yolda
bozulur ve hedef hücreleri etkileyemez hale gelir. Ancak bu tehlikeye
karşı da gerekli tedbir alınmıştır. Golgi cisimciğine getirilen hormon
molekülü burada ince bir zardan oluşan özel bir paketle kaplanır. Artık
hormon molekülü yapacağı uzun yolculuğa hazırdır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Üretimi yapan hücreler
hormonları kendileri kullanmayıp dış ortama gönderirler. Bunlar,
hücrenin tanımadığı ve hiçbir zaman bilemeyeceği kadar uzaktaki bambaşka
hücreler tarafından kullanılırlar. Mesafe o kadar uzaktır ki, hücrenin
boyutu düşünüldüğünde ürettiği maddenin aldığı yol, bizim boyutumuzda
binlerce kilometre ile ifade edilebilir. Hücre büyük bir özen ve
zahmetle ürettiği maddelerin nerede ve nasıl kullanıldığını bilmez. Ama
bu bilinmeyen amaç uğruna, ne işe yaradığını bilmediği kompleks ürünleri
bütün hayatı boyunca üretmeyi sürdürür.
Her insanın vücudunda bulunan aynı hormonlar hep aynı
formüllere sahiptir. Bu sayede her insanda aynı işlevleri görürler.
Bazen tek bir hormonun formülündeki bir maddenin eksikliği dahi hormonun
işlevlerini yerine getirememesine neden olur. Örneğin yeni doğan
bebeklerde tiroid dokusu, hipofiz, tiroid hormonu algılayıcıları ve
diğer tüm ilgili enzimler olmasına rağmen hormon üretimi için gerekli
olan iyot maddesi olmazsa bunların hiçbiri işlev göremez. Tiroid hormonu
diğer organ ve dokuları da etkilediğinden en ufak bir bozuklukta kalp
başta olmak üzere tüm hayati sistemler bozulmaya başlar. Eğer böyle bir
rahatsızlık doğuştan itibaren mevcutsa bebeğin uzun süre yaşama şansı
yoktur.
Örneğin beynin hemen altında bulunan hipofiz bezindeki
hücrelerin ürettikleri özel bir hormon, böbrek faaliyetlerini düzenler.
Hipofizdeki bir hücre, böbreğin nasıl birşey olduğunu, nerede
bulunduğunu, ne gibi işlemler yaptığını bilemez. Peki hiç bilmediği ve
hayatı boyunca da bilemeyeceği bir organ olan böbreğin yapısına tam
uygun özelliklerde bir maddeyi nasıl üretebilir? Nasıl olup da böbreğin
yapısına bu kadar hakim olabilir? Bu sorunun tek cevabı, bütün bu
kusursuzluğun hücrelerin iradeleri ile gerçekleşmesinin kesinlikle
mümkün olmadığıdır. Hücreler bu iş için özel olarak Allah tarafından
yaratılmışlardır.
İNSAN BU MÜKEMMEL SİSTEMİ KİME BORÇLUDUR?
Evrim teorisi, insan vücudunun milyonlarca yıllık bir süreç içinde
küçük aşamalar geçirerek bugünkü haline geldiğini öne sürer. Bu, şu
demektir: İnsan bedenindeki organların bir kısmı, bir zamanlar yoktu,
ancak daha sonra evrimleşerek oluştu.Böyle bir iddianın asla mümkün olmadığını görebilmek için, hormonlardan verdiğimiz örneklere tekrar bakalım. Örneğin insan vücudundaki kalsiyumun dengede tutulmasını sağlayan sistemin çalışması için birbirinden bağımsız birçok faktörün aynı anda var olması gerekmektedir. Mevcut faktörlerden birinin -örneğin parathormonun- eksikliği durumunda bütün sistem işe yaramaz bir hale gelecektir. Bu durum diğer hormonal bezler ve onların üretimleri için de geçerlidir. Örneğin böbreküstü bezlerinden salgılanan bir hormonun (aldosteron) yokluğu mutlak ölümdür. Öyleyse böbreküstü bezinin zaman içinde yavaş yavaş geliştiği düşünülemez; çünkü bu bez olmadan insanın yaşaması mümkün değildir.
Aynı şekilde pankreasa ve insüline sahip olmayan bir insan bedeninin de
yaşamını sürdürmesine olanak yoktur. Pankreası olmayan bir yarı-insanın
milyonlarca yıl önce dünya üzerinde gezindiğini varsayalım. Başına ne
gelirdi?… Cevap basittir; yediği ilk şekerli gıda ile birlikte şeker
komasına girer ve oracıkta ölürdü.
Biz yine de bir kısmının çok “bilinçli” bir diyet yaparak -aslında bu
mümkün değildir, çünkü yediğimiz besinlerin çok büyük kısmında şeker
vardır- hayatta kaldığını varsayalım. O zaman şu soruyla karşılaşırız:
Acaba bu hayali “insan ataları”, pankreasa ve insüline nasıl sahip
oldular?
Acaba günlerden bir gün bir tanesi çıkıp; “artık bu şeker sorununu
çözmemiz gerek, iyisi mi midenin altında bir yere bir organ koyalım da
bu organ kandaki şekeri dengeleyen bir hormon salgılasın” mı dedi? Ve
sonra kendisini zorlayarak midesinin altında gerçekteakinda rar
mekanizmasının beynin bir köşesinde bir başka “tesadüf” sonucunda ve
pankreasla aynı anda oluşması gerekirdi.
Bu bilim dışı senaryodan da açıkça anlaşıldığı gibi vücuttaki diğer
bütün sistemlerde olduğu gibi hormonal sistemin de evrim teorisinin
iddia ettiği gibi basamak basamak oluşmasına imkan yoktur. Zaman içinde
gelişen tesadüflerin ya da herhangi bir diğer hayali evrim
mekanizmasının hücrelere, kandaki maddeleri analiz etme, bu analizlere
göre karar alma, başka organları durumdan haberdar etme ve devreye
sokma, haberleşirken özel mesajcılar (hormonlar) kullanma gibi
yetenekleri kazandırmasına imkan yoktur.
Bu kusursuz sistemi yaratan, her detayı olması gerektiği şekilde belirleyen sonsuz ilim sahibi olan Allah’tır.
“HORMONLAR” DA TÜM VARLIKLAR GİBİ ALLAH’IN
EMRİYLE HAREKET EDER
EMRİYLE HAREKET EDER
Hormonlar hücrelerde üretilir. Hormonların üretiminde çoğu zaman
“milimetrenin binde biri” oranında bir fazlalık ya da eksiklik vücuttaki
bütün dengeleri alt üst edebilir. Ölüme kadar varan sonuçlar
doğurabilir.
- Peki, şuursuz hücreler ne kadar hormon üretmeleri gerektiğini nereden bilir ve bu hassas ölçüyü nasıl hesaplar?
Hormon dediğimiz şey, her çeşidi farklı amino asit dizilimlerinden
oluşan protein molekülleridir. Bu moleküllerin gözleri, kulakları,
burunları, kısaca ortamı algılamalarını sağlayacak duyu organları
yoktur. Düşünmelerini, hesap yapmalarını sağlayacak bir düşünce
organları, akılları ve bilinçleri de yoktur. Fakat bu moleküller adeta
görür, duyar, hesaplar ve düşünürmüşcesine vücut içinde yollarını bulur,
ulaşmaları gereken hücrelere taşıdıkları mesajları iletirler. Kendi
mikroskobik büyüklüklerine oranla binlerce kilometrelik mesafeleri hiç
şaşırmadan, yollarını kaybetmeden kateder ve varmaları gereken hücrelere
ulaşırlar.
- O halde, bu bilinçten ve algıdan yoksun moleküller, yönlerini nasıl
bulurlar, doğru hücrelere nasıl ulaşırlar? Ne ağzı ne dili olmayan bu
hormonlar ulaştıkları hücrelere taşıdıkları mesajı nasıl aktarırlar?
Taşıdıkları mesajı aktarmak gerektiğini nereden bilirler?
Hücreler hormonların taşıdıkları mesajları anlayıp hemen kendi içlerinde
yapmaları gereken işlemleri başlatırlar. Kendilerinden istenen
faaliyeti ya da üretimi ne eksik ne fazla tam gerektiği kadarıyla yerine
getirirler.
- Bir düşünün, aklı, şuuru, gözü, kulağı olmayan bir hücre kendisine
gelen mesajı nasıl anlar? Anladı diyelim, ne yapması gerektiğini, nasıl
yapması gerektiğini nereden bilir?
Tüm bunları anladığını ve bildiğini varsayalım, neden derhal ve kusursuzca itaat etmek zorunluluğu hisseder? Umursamazlık, sorumsuzluk ya da gevşeklik göstermez, ertelemez veya unutmaz?
Bu soruların cevabını hormonların içindeki atomlarda ya da hücrenin içindeki parçacıklarda veya moleküllerde aramanın ne kadar akılsız ve anlamsız bir çaba olacağı açıktır. Çünkü bunların hiçbirinin tek bir an dahi ne yapması gerektiğini hesaplayacak, doğru kararı verecek bir aklı ve bilinci yoktur.
Tüm bunları anladığını ve bildiğini varsayalım, neden derhal ve kusursuzca itaat etmek zorunluluğu hisseder? Umursamazlık, sorumsuzluk ya da gevşeklik göstermez, ertelemez veya unutmaz?
Bu soruların cevabını hormonların içindeki atomlarda ya da hücrenin içindeki parçacıklarda veya moleküllerde aramanın ne kadar akılsız ve anlamsız bir çaba olacağı açıktır. Çünkü bunların hiçbirinin tek bir an dahi ne yapması gerektiğini hesaplayacak, doğru kararı verecek bir aklı ve bilinci yoktur.
Bu soruların tek bir cevabı vardır. Canlı cansız tüm varlıklar gibi bu
yaratıklar da kendilerini yaratan Allah’ın emirlerine uyarlar. Evrenin
her noktasına olduğu gibi, hücrelere de hormonlara da moleküllere de
atomlara da an an ne yapmaları gerektiği Allah tarafından ilham edilir.
Bir Kuran ayetinde bu sır bize şöyle haber verilmektedir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir,
bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç
yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz,
öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder