Şu anda bir yerde oturuyor veya uzanmış olabilirsiniz.
Bu yazıyı okumayı bitirdikten sonra, muhtemelen ayağa kalkıp yürümeye
başlayacak, belki de eğilip ya yerden birşeyler ya da mutfak dolabının
üst rafına uzanıp bir su bardağı alacaksınız. Bütün bunları yaparken bir
yandan da parmaklarınızla sıkıca kavradığınız fincandaki çayınızı da
yudumluyor olabilirsiniz. Ancak her ne konumda bu satırları okuyorsanız
veya hangi işi yapıyorsanız yapın, tüm hareketlerinizi kemiklerinize ve
kemiklerin oluşturduğu güçlü iskelet sistemine borçlusunuz. Eğer
kemikler ve iskeletiniz olmasaydı, bu yazıyı okuyamazdınız, değil
yerinizden kalkıp hareket etmek, koşmak, yürümek, elinizi kıpırdatmak
bile sizin için mümkün olmazdı. Çünkü vücudunuz, içi boş bir çuval veya
bir et yığını gibi yere serilirdi. Organlarınız kendi ağırlığınız
altında ezilir ve birkaç saniyede yaşamınızı yitirirdiniz.
Günlük hayatta hiç düşünmeden yaptığımız ve çok basit olarak
nitelendirilebilecek hareketleri bile kemiklerimizin fonksiyonel
yapıları sayesinde gerçekleştiririz. Örnek olarak kütüphanenizden
aldığınız bir kitabı okurken neler yaptığınızı düşünelim. Sonraki
sayfayı okuyabilmek için bir önceki sayfayı çevirdiniz. Bunu yaparken
ilk olarak işaret veya orta parmağınız çalıştı. Baş parmağınız da size
yardımcı oldu. İşaret parmağınızı oluşturan üç parça kemik sırayla
büküldü. Aynı zamanda başparmağınızı oluşturan iki kemik havaya kalkarak
sayfanın çevrilmesini sağladı. Bütün bunlar olurken elinizin bağlı
olduğu bilek kemiği ve elinizdeki diğer kemikler çeşitli açılarda
büküldüler, esnediler. Elbette kol kemikleri de sayfaya doğru uzanmanıza
yardım ettiler. Kısacası varlığının belki de farkında olmadığınız bir
mekanizmanın, yine siz hiç farkına varmadan, sizin için birçok işlemi
aynı anda yapması sayesinde kitabı okumaya başladınız ve hala da
sayfaları çevirmeye devam ediyorsunuz.
Gülme, koşma, yürüme, oturma, kalkma, ayakta durma, yatma, yazı yazma…
Her insan bu işlemleri kemikleri sayesinde yapar. Kemikleri sayesinde
yürür, yine onlar sayesinde ayakta durur, yatar, güler, kemikleri
sayesinde yemek yer… İnsan bedeninin çatısı 206 tane sert parçanın
biraraya gelmesiyle oluşmuştur. Bu parçalar adeta bir yap-boz oyununun
parçaları gibi birbirlerine tam olarak uydurulmuş ve belirli uçlardan
birbirlerine tutturulmuştur.
|
Kemikler ve kemiklerin biraraya gelerek oluşturduğu
iskelet; yapı, görev ve fonksiyon olarak incelendiğinde, çok önemli bir
yaratılış mucizesi ile karşı karşıya olduğumuzu daha yakından fark
ederiz. İnsan vücudunda bulunan ve her biri farklı fonksiyonlara sahip
olan kemikler, Allah’ın yaratma sanatının yüceliğini bize gösterirler.
Bu benzersiz yaratılışa Allah pek çok ayette dikkat çekmiştir.
“… Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?…” (Bakara Suresi, 259)
Bir başka ayetinde Allah, ölümden sonraki sonsuz yaşamın varlığına
inanmayan bir inkarcıya, kemiklerin ilk yaratılışını şöyle örnek
göstermiştir:
Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki:
“Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş? De ki: “Onları,
ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yasin
Suresi, 78-79)
KEMİKLERİN YAPISI
Hemen hemen bütün kemiklerde, özellikle de vücuttaki uzun kemiklerde iki
farklı yapı bulunur. Kemiğin gövdesi yoğun kemik dokusu içerirken,
uçları ince bir kemik katmanından, gözenekli kemik yapısından oluşur.
Aslında bu düzenleme, kemiklerin işlevini yerine getirebilmesi açısından
oldukça önemlidir. Çünkü kemik ancak böyle bir dizayna sahip olduğu
takdirde yoğun baskı altında kalmadan hareket edebilir ve kendisine
yüklenen ağırlık ve gerginlik kemik gövdesinden eklemlere aktarılır.
Eğer her bölge aynı yapıda olsaydı; kemiklerde esneklik ve sağlamlık
gibi özellikler olmazdı.
|
Kemik dokusu, kemik hücreleri ve bu hücrelerin
salgıladığı etraflarındaki ara maddeden oluşur. Kemik dokusunda üç çeşit
hücre bulunur. Kemiklerin yapımında rol alan ve şekil almasını
sağlayan, kemik içindeki boşlukları oluşturan ve bu boşlukları
birbirlerine bağlayarak iletişimi kuran hep bu hücrelerdir.
KEMİKLERE DAYANIKLILIK KAZANDIRAN YAPI
Kemiğin iç yapısı, dayanıklılığı nedeniyle bir mikroskobik harikadır.
Vücutta oldukça büyük bir alan kaplayıp, çok önemli işlevleri olan
iskeletin bu kadar hafif, ancak bir o kadar da dayanıklı olmasındaki
sır, kemiklerin yapısındadır. Bilimadamlarının bir “mühendislik
harikası” olarak adlandırdıkları kemiklerin içleri, hayranlık
uyandıracak bir tasarıma sahiptir. Hatta mühendisler yirminci yüzyılın
ikinci yarısında yapımı oldukça zor, uzun ve masraflı olan gökdelen,
köprü gibi büyük ve yüksek yapılar için kemiğin yapısına benzeyen bir
teknik geliştirdiler. Kafes sistemi adı verilen bu yönteme göre yapının
taşıyıcı elemanları tek parça değil, birbiri içine geçmiş kafes şeklinde
çubuklardan oluşmaktaydı. Ancak bilgisayarların yapabileceği karmaşık
hesaplarla, kemiklerin tasarımındaki bu yöntem kullanılarak, büyük
köprüler ve endüstriyel yapılar çok daha dayanıklı ve daha ucuza inşa
edildi.
|
Ancak burada gözardı edilmemesi gereken çok önemli bir
nokta vardır. Kemiğin içindeki sistem bu binaların inşasında kullanılan
teknikten çok daha komplekstir. Kemikler birbirine zıt gibi görünen iki
özelliğe aynı anda sahiptir. Sağlamlık ve hafiflik… Mühendislerin inşa
ettikleri binalar ise kullanılan malzeme nedeniyle aynı anda bu iki
özelliğe birden sahip değildir. Kemiklerdeki gözenekli ve boşluklu yapı
ise onun hafif olmasına neden olmaktadır. Ancak bunun yanında kemikler
çok sağlam ve dayanıklıdırlar.
Kemiğin yapısındaki hafiflik ve sağlamlık kriterlerinin altını bir kez
daha çizmekte fayda vardır. Çünkü bu iki özelliğin birarada olması
insana çok büyük kolaylıklar sağlarken, tam aksi insan için öldürücü
olabilirdi.
Kemikler bu özelliklerden yalnızca birine sahip
olsalardı, örneğin sağlam olup aynı zamanda ağır olsalardı, tüm iskelet
insanın taşıyabileceği ağırlığın çok üzerinde olurdu. Bu ağırlık
nedeniyle insanın hareket imkanı azalır, günlük hayatı çok kısıtlanırdı.
Ayrıca bu sertlik ve gevrekliğin sonucu olarak en ufak bir darbede
kemiklerde kırılma ve çatlama olabilirdi.
Bunun tam aksi olsaydı yani kemikler yine hafif olup, sert olmasaydı, bu
durumda vücut şu an olduğu şekliyle olmaz, pelte halinde bir deri
kütlesine benzerdi. Bu haldeyken beyin, kalp gibi hayati öneme sahip
birçok organ her an tehlikeye maruz kalırdı.
Üstelik insan vücudundaki kemikler bulundukları bölüme göre farklı
özelliklere sahip olurlar. Bütün kemikler esnektir ve dayanıklıdır,
ancak bunların oranı birbirinden farklı olabilmektedir. Örneğin göğüs
kafesinde, kalp ve akciğer gibi hayati organları koruyacak kadar sağlam
olan kemikler, aynı zamanda sürekli olarak akciğerlere havanın dolmasını
ve boşalmasını sağlayacak şekilde genişleme ve büzülme özelliğine de
sahiptirler. Eğer akciğeri koruyan göğüs kemikleri kafatası gibi sert
kemiklerden oluşmuş olsaydı, nefes almak neredeyse imkansızlaşır,
akciğer her nefes alışımızda bu sert kemikler arasında sıkışır kalırdı.
Buraya kadar sıralanmış özelliklerinde de görüldüğü gibi kemiklerdeki
tek bir özelliğin dahi ayrıntılı olarak incelenmesi insanın önüne pek
çok yaratılış mucizesini çıkarmaktadır. Ancak kemiklerdeki özel yapılar
sadece bunlarla sınırlı değildir.
NASIL HAREKET EDİYORUZ?
Bir insanın hareket edebilmesi için iskelet sisteminin yanısıra bir kas
sistemine de ihtiyaç vardır. İskeleti oluşturan tüm kemikler kaslara
bağlıdır. Kas kasılırken, kemikleri çeker ve onların hareket etmesini
sağlar.
Böylece kas ve kemikler birlikte çalışarak yürümemizi,
oturmamızı, kalkmamızı ve daha birçok hareketi yapabilmemizi sağlar.
Yine günlük yaşamınızda yaptığınız hareketleri düşünelim. Karnınız
acıktı ve yemek yemek için elinizi ağzınıza götürdünüz, size seslenen
kişiye bakabilmek için arkanıza doğru döndünüz, elinizdeki kalem yere
düştü almak için eğildiniz, sabah saatiniz çaldı, doğruldunuz ve saati
kapatmak için bir hamle yaptınız. Bir insan günlük yaşamında bedenini
kullanarak bu hareketleri ve benzerlerini sayısız kere tekrarlar. Ve tüm
bu hareketler sırasında da kaslarıyla kemiklerini birlikte kullanır.
Daha doğru bir anlatımla bir insan ancak ve ancak kas-iskelet sisteminin
birbiriyle koordineli olarak çalışması sonucunda yürüyebilir,
konuşabilir, yemek yiyebilir, oturabilir, yatabilir…
|
Hareket etmemizi sağlayan kas sistemimiz kemiklerin
yapısını ve işlevlerini, aynı şekilde kemikler de kaslarımızı çok iyi
tanır adeta birbirlerinin dilinden anlarlar. Oturmak istediğimizde dizin
eklem yerinden bükülmesiyle birlikte bacak kasları da harekete geçerek
kasılır. Biz de bu sayede hiç zorlanmadan otururuz, kalkarız. Kas,
kemiği öyle uygun bir şekilde sarar ki, kasın kasılabilmesi için gerekli
olan her türlü şart en uygun şekilde hazırlanmış olur. Ne kas kemikten
sıyrılır gider, ne de kemik kası parçalar. Birbirinden tamamen farklı
olan bu iki doku, iki ayrı kompleks sistem birbirleriyle mükemmel bir
işbirliği içindedirler.
|
Peki bu işbirliği nasıl ortaya çıkmıştır? İnsan
vücudundaki biraz sonra detaylarıyla ele alınacak olan bu kusursuz
sistemler nasıl ortaya çıkmıştır?
İnsanı ve diğer bütün canlıları yaratan, herşeyden
haberdar olan, her canlının ihtiyacını en ince ayrıntılarına kadar bilen
Allah’tır. İnsanların kemiklerini yaratan da onlara kasları giydirerek
birlikte uyum içinde çalışarak yürümemizi sağlayan da Allah’tır. Allah
her türlü yaratmayı bilir. Hiç kuşkusuz ki Allah yarattığı herşeyi
kusursuz yapandır.
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de,
ona sırtlarını dönüp giderler. Onların çoğu Allah’a iman etmezler de
ancak şirk katıp-dururlar. Şimdi bunlar, kendilerine Allah’ın azabından
kapsamlı bir bürümenin gelivermesinden veya onların hiç haberleri yokken
kıyametin onlara apansız gelmesinden kendilerini güvende mi buldular?
(Yusuf Suresi, 105-107)
KEMİKLER ARASINDAKİ MÜKEMMEL YAĞLAMA SİSTEMİ
Kemikler vücut içinde bulundukları yere göre farklı özelliklere sahip
olurlar. Örneğin sürekli hareket halinde olan bazı kemiklerimizin,
hareketsiz bölgelerdeki kemiklere göre daha farklı desteklere ihtiyacı
vardır. Buna örnek olarak eklemlerimizi verebiliriz. Omurgamızı meydana
getiren omurlar, bacaklarımızdaki, kollarımızdaki, el ya da
ayaklarımızdaki eklemler her hareketimizde birbirleri üzerinde dönerler.
Sürekli hareket halinde oldukları için de destek sistemlere ihtiyaçları
vardır. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz.
Herhangi bir mekanik alet çalışırken hareket eden parçaların
birbirlerine temas noktalarında sürtünme görülür. Sürtünmenin
gerçekleştiği bölgelerde kısa bir süre sonra aşınma ve aşınma sonucunda
parçaların bozulması söz konusudur. Bunu engellemek için mekanik
parçalar düzenli olarak yağlanır. Basit bir kapı menteşesinden, üstün
teknolojiye sahip bir otomobil motoruna kadar her hareketli mekanik
sistemde yağlamaya ihtiyaç vardır. Ancak yağlama aşınmayı tam olarak
engellemez, yalnızca geciktirir. Örneğin otomobillerin motoru her beş
bin kilometrede bir yağlandığı halde aşınmanın önüne geçilemez. Bu
nedenle motor parçalarının düzenli olarak değiştirilmesi gerekir.
Ancak insanların ve hayvanların eklem yerleri bir ömür boyunca hareket
ettikleri halde hiçbir şekilde bakıma ya da yağlanmaya ihtiyaç
duymazlar. Hatta bir insanın ömür boyu yaklaşık 100 bin kilometre yol
aldığını düşünürseniz sözü edilen mekanik sistemin yaptığı işteki
mucizevi yön daha iyi anlaşılır.
Eklemlerimizin yardımı olmasaydı, hareket etmemiz mümkün olmazdı. Çünkü
tüm vücut hareketlerimiz eklemlerin birbirleri üzerindeki hareketleri
sayesinde gerçekleşir. Bir basketbol maçı sırasında oyuncular
vücutlarındaki tüm kemikleri, eklemleri ve kasları kullanırlar. Ellerin
topu kavraması, koşmak, topu fırlatmak… Peki eklemlerin bu hareketler
sırasındaki görevleri nedir?
|
Eklem, iki kemiğin birbirine yaklaştığı her yerde
olabilir. Eklemin görevi kemiklerin birbirlerine sürtünmemesi için
aralarındaki mesafeyi mümkün olduğunca uzak tutmaktır. Ancak bu şekilde
dizlerin, dirseklerin, bileklerin rahat hareket ettirilmesi mümkün
olmaktadır. Eğer eklemin kendine has yapısı ve aradaki tampon bölge
olmasaydı, insanlar da tıpkı robotlar gibi kesik kesik aşamalarla ve
zorlukla hareket edebilirdi.
Eklemlerdeki bu özellik üzerinde bilim adamları uzun yıllardır
araştırmalar yapmaktadır. Özellikle de çalışma sırasında ortaya çıkan
sürtünmenin engellenmesi başlı başına bir araştırma konusudur. Amaç ise
insan vücudundaki bu mükemmel sistemi robotlara da uygulayabilmektir.
Araştırmacılar yapılan incelemelerde ayak bileklerinde sürtünmenin
olmayışının ilk önceleri eklemde bulunan sıvılardan kaynaklandığını
düşündüler.
Ancak daha sonra anlaşıldı ki bu sıvının sürtünmeyi
engelleyici bir gücü yoktu. Araştırmalarını bu konuda daha da
yoğunlaştırınca bilim adamlarının karşısına üstün bir tasarım örneği
çıktı. Eklemlerin sürtünme yüzeyleri, ince ve gözenekli bir kıkırdak
tabakasıyla kaplanmıştı. Bu tabakaların altında ise yoğun bir sıvı
bulunmaktaydı. Kemik, eklemin bir yerine baskıda bulunursa bu sıvı
gözeneklerden dışarı fışkırıyor ve eklem yüzeyinin yağ gibi kaymasını
sağlıyordu.
Görüldüğü gibi insanın hareket edebilmesi için her yönden eksiksiz bir tasarım vardır.
İSKELET SİSTEMİNİN ÜSTÜN YÜK KAPASİTESİ
Vücudumuzun en yüksek kapasitede yükü kaldırabilen kemiklerinden biri
uyluk kemiğidir. Uyluk kemiği, dikey durumda 1 ton ağırlığı
kaldırabilecek kapasitededir. Nitekim atılan her adımda bu kemiğimize,
vücut ağırlığımızın üç katı kadar bir yük binmektedir. Hatta sırıkla
yüksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalça kemiğinin her
santimetrekaresi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır. Vücuttaki
kemikler hareket ettiğiniz, yattığınız, oturduğunuz her an şiddetli bir
ağırlık ve basınçla karşı karşıyadırlar. Oturduğunuz yerden kalktınız ve
yürümeye başladınız ya da tam tersini yaparak bir yere oturdunuz. İşte
sizin hiç düşünmeden yaptığınız bütün bu hareketler sırasında gerçekte
vücudunuzda son derece sistemli bir şekilde çalışan, kompleks iskelet
tasarımı harekete geçmektedir.
Yalnızca çelik değil, insanoğlunun kullandığı herhangi bir başka malzeme
de kemiklerin yapısıyla karşılaştırıldığında oldukça zayıf kalır. Aynı
ağırlıktaki güçlendirilmiş çimentoyla karşılaştırıldığında kemiklerin
dört kat fazla yük taşıyabildikleri görülecektir.
VÜCUTTAKİ CANLI BANKA: KEMİKLER
Eğer vücutta kalsiyum bulunmasaydı ne olurdu?
Kalsiyum vücutta, çevreden toplanan uyarıların sinirlere ulaşmasını
sağlamak gibi son derece önemli bir görev üstlenmiştir. Kalsiyum olmadan
uyarılar sinirlere ulaşamaz.
Bu da insanın tamamen felç olması ve iç organlarının çalışmaması anlamına gelir ki, bu ölümle sonuçlanacak bir durumdur.
Kalsiyumun vücut için önemi bununla bitmez.
Kalsiyumun vücut için önemi bununla bitmez.
Bir yeriniz kesildiğinde, kısa bir süre sonra kesik olan bölgede kan
pıhtılaşır, kanama durur ve bu sayede kan kaybından ölmeniz engellenir.
Bu çok hayati bir önlemdir.
Eğer kan pıhtılaşmasaydı ne olurdu? Altı delinmiş bir
fıçının içindeki bütün suyun, fıçı boşalana kadar bu delikten dışarı
akması gibi, vücudunuzdaki küçücük bir delikten bile bütün kanınız akar
giderdi. Ancak insan vücudunda kanın pıhtılaşmasını sağlayan mucizevi
bir mekanizma vardır. (Detaylı bilgi için bkz. Kanın Pıhtılaşması
bölümü) Bu mekanizma insanı mutlak bir ölümden korur. İşte bu
mekanizmayı harekete geçiren en önemli faktörlerden biri de kalsiyumdur.
Kemiklerde depolanan kalsiyum olmasaydı, kanınız pıhtılaşmazdı.
KEMİK HÜCRELERİNİN KALSİYUM YAKALAMA YETENEKLERİ
Kemik hücrelerinin birer kalsiyum ve fosfor deposu olarak görev
yaptıkları belirtildi. Burada üzerinde durulması gereken yine çok önemli
bir nokta vardır. Gözü veya herhangi bir duyu organı olmayan bir kemik
hücresi, kanda bulunan binlerce değişik madde arasından kalsiyumu ve
fosforu kolaylıkla ayırt eder. Sonra hiç şaşırmadan bu atomları yakalar.
Bir insan dahi önüne koyulan farklı element tozlarını -eğer bu konuda
bir eğitim almamışsa- ayırt edemez. Bir masanın üzerine kalsiyum,
fosfor, demir, çinko vs gibi elementlerin toz olarak koyulduğunu ve bu
karışımın içinden kalsiyum taneciklerini ayırt etmenizin istendiğini
düşünürseniz, herhangi bir duyu organı olmayan, bu konuda hiçbir eğitim
almamış kemik hücresinin başardığı işin zorluğu daha iyi anlaşılır.
Kemik hücresi aynı zamanda diğer vücut
hücreleri gibi son derece itaatli bir bireydir. Kendisine “kalsiyum
depola” emri söylenildiğinde (Kalsitonin Hormonu) bu emre hemen itaat
eder. Eğer kendisine “depoladığın kalsiyumu bırak” denirse
(Parathormon), bu emre de itaat eder. (Montgomery, Biochemistry,
s.567-568 ) Kemik hücresi yüksek şuur, kabiliyet, sorumluluk ve disiplin
anlayışıyla gece gündüz görevine devam eder.
KAN HÜCRESİ ÜRETEN MAKİNA: KEMİK İLİĞİ
Kemiklerin ortalarında geniş bir boşluk vardır. Bu boşluğun içerisinde,
kan için gerekli maddelerin üretimini sağlayan kemik iliği bulunur.
İlik; yağ, su, alyuvarlar ve akyuvarlardan oluşur. Bazı kemiklerde ise
tamamına yakını yağdan meydana gelen “sarı ilik” bulunur. Kırmızı ilikte
hem vücudu besleyen hem de enfeksiyonlara karşı vücudun savunmasını
yapan kan hücreleri üretilir ve depolanır.
Kırmızı ilikte üretilen alyuvarların yapısındaki hemoglobin molekülleri
oksijeni akciğerlerden alarak tüm hücrelere dağıtırlar. Eğer kırmızı
ilikteki kan üretiminde biraz azalma olsa vücuttaki hücreler oksijensiz
kalarak ölürler. Bu nedenle kemik iliğindeki üretimin sürekli olması
zorunludur. Bu kadar önemli bir görevde aksama olmaması için vücutta
çeşitli önlemler alınmıştır.
|
Bu önlemleri savaş zamanında düşman atağının seyrine göre değiştirilen stratejilere benzetmek mümkündür.
Vücut, enfeksiyonlarla savaş halindeyken kırmızı ilikte üretilen ve savunmaya göre planlanmış kan hücreleri kullanılır. Fakat bu hücreler her zaman yeterli olmayabilir. Bazen düşman, beklenenin üstünde bir performans göstererek saldırıya geçer. İşte bu durumda vücut alarm verir. Artık ciddi bir savunma yanında, saldırıya da geçilmelidir. Bu aşamada sarı ilik devreye girer. Ancak başta da belirttiğimiz gibi sarı ilik sadece yağlardan oluşmaktadır. Bu durumda yağların savunmada nasıl bir görevi olabilir? Elbette ki savunmada rol alan yağlar değildir. Vücuttaki asıl görevi yağ depolamak olan sarı ilik, kırmızı iliğin yetersiz kaldığı durumlarda acil durum sinyalini alarak birdenbire savunma yapan kan hücreleri üretmeye başlar. Amaç; düşmana karşı işbirliği içerisinde tek bir kuvvet oluşturarak savaşı kazanmaktır.
Vücut, enfeksiyonlarla savaş halindeyken kırmızı ilikte üretilen ve savunmaya göre planlanmış kan hücreleri kullanılır. Fakat bu hücreler her zaman yeterli olmayabilir. Bazen düşman, beklenenin üstünde bir performans göstererek saldırıya geçer. İşte bu durumda vücut alarm verir. Artık ciddi bir savunma yanında, saldırıya da geçilmelidir. Bu aşamada sarı ilik devreye girer. Ancak başta da belirttiğimiz gibi sarı ilik sadece yağlardan oluşmaktadır. Bu durumda yağların savunmada nasıl bir görevi olabilir? Elbette ki savunmada rol alan yağlar değildir. Vücuttaki asıl görevi yağ depolamak olan sarı ilik, kırmızı iliğin yetersiz kaldığı durumlarda acil durum sinyalini alarak birdenbire savunma yapan kan hücreleri üretmeye başlar. Amaç; düşmana karşı işbirliği içerisinde tek bir kuvvet oluşturarak savaşı kazanmaktır.
Bu, tüm canlılığı tesadüflere bağlayan Darwinist mantığın asla
açıklayamayacağı, cevap bulamayacağı önemli bir ayrıntıdır. Çünkü
işbirliği yapmaya ve düşmana karşı birlikte mücadele etmeye karar
verenler akla, mantığa ve beyne sahip olmayan kemik içi sıvılarıdır.
Aynı zamanda bu sıvılar o ana kadar kullanmadıkları bir özelliklerini
açığa çıkararak farklı görevler yapabilecek şekilde hareket
etmektedirler.
Bütün bunlar çok açık bir şekilde yaratılışı gösterir. Allah’ın üstün
yaratışının bu gibi örnekleri Allah’a yönelmek ve O’nun yüceliğini,
büyüklüğünü kavramak için birer vesiledir.
Bildiği ve bilmediği pek çok üstün özellikle birlikte yaratılan insana
düşen ise kendisine her yönden kusursuz bir vücut veren Allah’a
şükretmektir.
KENDİ KENDİNİ TAMİR EDEN TAŞ BLOK
Kemikler taş kadar sert bir yapıya sahiptirler, ancak bu özelliklerine
rağmen kemikler de kimi zaman kırılır. Ancak kırılan bölgedeki kemik bir
süre sonra kendi kendini tedavi eder.
Ancak insanoğlu bu noktada farkında bile olmadığı, kimi zaman üzerinde
hiç düşünmediği bir nimetle birlikte yaratılmıştır. Öncelikle ciddi
kazalar dışında kemikler kolay kolay kırılmaz. Ayrıca herhangi bir
nedenle kırılan kemikler de kısa bir süre içinde kaynar.
Kemik kırıldığında kendisini hemen tamir
etmeye başlaması ve tamirden sonra eski halinden daha sağlam olması son
derece olağanüstü bir olaydır. Bilim adamlarının çalışmaları insan
vücudundaki kemikleri oluşturan madde benzeri bir madde üretebilme
yönündedir. Ne var ki bugüne kadar hiçbir mühendis kemik kadar güçlü
ancak hafif ve verimli, kemik gibi devamlı büyüyen, üstelik kendi
kendini yağlayan, bir hasar oluştuğunda da kendini tamir eden bir
maddeyi geliştirememiştir. Brand & Yancey, 1980, s.91
KEMİK HÜCRELERİNİN HAYATİ GÖREVİ
Vücutta birkaç çeşit kemik hücresi vardır ve bunların hepsinin kemik
içindeki görevleri birbirinden farklıdır. Ama sonuca bakıldığında
hepsinin ortak bir çalışma içerisinde oldukları görülür. Kemiklerin
yenilenmesini sağlayan kemik yapıcı osteoblast hücreleridir. Osteoblast
hücreleri proteini mineralle sertleştirerek sürekli olarak kemiklerin
yenilenmesini sağlar. Osteoklast adı verilen bir başka kemik hücresi ise
kan ve kemik dokuları arasında besin alışverişi sağlayıp, kemik
içindeki atıkların dışarıya çıkarılmasında rol alır.
Osteoklastların bir diğer görevi de kemiğin
iç yüzeyinde, kemik iliği boşluğunda ve gözenekli kemik dokusundaki
boşluklarda yıkıma yol açarak, kemiğin biçiminin ve boyunun değişmesini
ve giderek erişkin boyutlara varmasını sağlamaktır. Bir yandan da dış
yüzeylerde etkinlik göstererek kemik yüzeyindeki çıkıntıların
küçülmesini sağlar. Böylece gövdenin kalınlığının her bölgede aynı
kalması sağlanır. Prof. Dr. Ahmet Noyan, Yaşamda ve Hekimlikte
Fizyoloji, s.1046-1047
Osteoklastların kemikte yaptığı yıkım sırasında osteoblast hücreleri de
boş durmaz ve iskeleti oluşturmak üzere yeni kemik yapmaya başlar.
Çocukluk döneminde osteoblastların işi daha ağırdır, çünkü büyüme
oldukça hızlı olduğundan kemik yapımı yıkımdan daha fazla olmalıdır.
Ancak iskelet belli bir olgunluk düzeyine eriştikten sonra yapım ve
yıkım süreçleri birbirlerini dengelemeye başlar. Bu dengeyle yalnızca
kemiğin biçimi ve boyutları değişmez, aynı anda kanda ve dokular arası
sıvıdaki kalsiyum oranı da ayarlanmış olur.
|
Her insanda kemiklerde bulunan bu hücreler aynı görevi
görürler. Bu hiç değişmez. Hepsi kemik yüzeyini nasıl küçülteceklerini
bilirler. Kafatasındaki kemiklerle uyluk kemiği arasındaki farklılıkları
bilerek kemiklere nasıl şekil vereceklerini, ne zaman uzamasının
duracağını, incelik ve kalınlığının nasıl olacağını bilirler. Çocukluk
döneminden de haberdardırlar. Bu dönemde daha fazla işleri olduğunu
bilirmişçesine hareket ederler. Kalsiyum oranının hangi dönemde ne kadar
olması gerektiğinin bilgisine de sahiptirler.
Görüldüğü gibi kemik hücreleri birbirlerini çok iyi tanır ve planlı
olarak hareket ederler. Ne zaman üretime, ne zaman başka bir işleme
geçmeleri gerektiğini çok iyi ayarlarlar. Bu bir fabrikada yapılan
üretim programına benzetilebilir. Bu programlarda üretimin mükemmel
olarak işlemesi esastır. Program, hem gereğinden fazla üretim yaparak
malların depolarda birikmesini önlemeli, hem de ihtiyacı
karşılayamayacak şekilde az üretim olmasını engellemeye çalışmalıdır.
Fabrikalarda bu konuyla ilgilenen planlamacılar vardır. Bu kişiler
düzenli olarak günlük veya haftalık programlar hazırlayarak fabrikada
dengeli bir üretimin yapılması için çalışırlar.
Kemik hücrelerinin kalsiyum oranını belli bir dengede sabit tutmaya çalışmaları da işte buna benzer.
Kemik hücrelerinin kalsiyum oranını belli bir dengede sabit tutmaya çalışmaları da işte buna benzer.
Fabrikadaki makinaların yerini kemikte üretim yapan
osteoklast ve osteoblast hücreleri alır. Bu hücreler öylesine dengeli
bir şekilde çalışırlar ki, osteoblast üretim yaparken, osteoklast fazla
üretimi engellemek için tam tersi işlem yapar. Birbirleriyle olan
haberleşmeleri mükemmeldir. Hiçbir zaman denge bozulmaz ve bu sayede
yeterli miktarda kalsiyum her zaman için kemikte bulunur.
Kemik hücrelerinin, üretim planlama yeteneklerini, denge koruyacak
özelliklerini kendi akıl ve iradeleriyle kazanmış olduklarını ya da bir
gün bir tesadüfün isabet etmesiyle bu özelliklerin kemik hücrelerinde
var olduğunu iddia etmek her yönden mantıkla çelişen, bilimsellikten
uzak bir iddia olacaktır.
Hücre planlama yapamaz. Karar veremez. Vücuttaki dengelerden haberdar
olamaz. İhtiyaçları hissedip önlem alamaz. Hücre öğrenemez. Ancak insan
bedenindeki trilyonlarca hücrenin her biri şuurlu bir insan gibi
davranmakta, hatta insandan daha yüksek bir akıl göstermektedir. Bu
durum hücrelerin üstün bir güç tarafından yönetildiklerini ve
yönlendirildiklerini gösterir. Hücrelere neler yapacaklarını ilham eden
büyük bir kudret sahibi olan Allah’tır.
Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri
ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre
(ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine
kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 8)
İNSAN VÜCUDUNUN HAREKETLİ ANA İSKELESİ: OMURGA
Omurganın en önemli görevi yük taşımaktır. Vücudun üst kısmının ağırlığı
omurganın üzerine biner. Her adım atışımızda omurgamızı meydana getiren
omurlar birbiri üstünde hareket eder. Omurgayı oluşturan 33 kemiğin
ağırlık altında hareket etmesinden kaçınılmaz olarak sürtünme doğar.
Sürtünmeden dolayı da aşınma meydana gelecektir. Hayati bir iletişim
ağını koruyan ve aynı zamanda da oldukça büyük bir yük taşıyan omurga
için aşınma son derece önemli problemler çıkaracaktır. Peki üst üste
binmiş 33 diskten oluşan bir yapı, ezilme ve sürtünmeye karşı nasıl
korunmaktadır?
Omurganın şekli de üzerine binen yükü taşımasına yardım edecek şekilde
yaratılmıştır. S şeklinde kıvrımlı bu özel şekil yükün eşit
dağıtılmasını sağlar. Her adım attığınızda, vücut ağırlığınız nedeniyle
yerden vücudunuza doğru bir tepki kuvveti gelir. Bu kuvvet, omurganın
sahip olduğu amortisörler ve “kuvvet dağıtıcı” kıvrımlı şekli sayesinde,
vücuda zarar vermez. Eğer tepkiyi azaltan esneklik ve özel yapı olmasa,
ortaya çıkan kuvvet direkt olarak kafatasına iletilirdi ve omurganın
üst ucu, kafatası kemiklerini parçalayarak beynin içine girerdi.
Ancak böyle olmaz. Allah’ın insan vücudunda yarattığı mükemmel mühendislik ile sağlıklı bir yaşam sürdürürüz.
İSKELETTEKİ MEKANİK DİZAYN
Kemiklerdeki kusursuz tasarımın bir başka örneği de ayak kemikleridir.
İnsanın bir ayağı 26 kemikten oluşur, dolayısıyla vücut kemiklerinin
dörtte biri ayaklarda yer alır. Ayak, mekanik fonksiyonların
kolaylaştırılması için tasarlanmış çok özel bir yapıya sahiptir. Ayağın
yapısındaki mükemmelliği çeşitli mühendislik eserleri ile örneğin
ayaktaki taban yapısını köprü mühendisliği ile kıyaslayabiliriz. Bu
kavisli şekil vücut ağırlığına karşı, kemiklere destek verecek özelliğe
sahiptir.
Başka bir örnek olarak otomobilleri ele alabiliriz. Bir otomobilin gaz
pedalına basıldığında pedal kaldıraç gibi çalışır. Aynı şekilde ayaklar
da parmak ucunda kalkma hareketi yapıldığında hidrolik bir kriko görevi
görürler. Zıplama hareketinde bedeni fırlatırken, koşma hareketi
yapıldığında bacaklar için birer yastık görevi görürler. Bütün bu
hareketler sırasında ayakta bulunan dokulara, damarlara ya da kaslara
hiçbir zarar gelmez.
Bu özel durumun öneminin tam olarak anlaşılması için vücutta bulunan
başka herhangi bir organınızı, örneğin elinizi ve ayaklarınızı ağırlık
kaldırma bakımından kıyaslayalım. Her ayağa kalktığınızda ayaklarınızın
üzerine uygulanan ağırlığın aynısının ellerinize uygulanıldığını
varsayalım. Bunun için de elinizi masanın üzerine koyup sonra üzerine
70-80 kilo ağırlığında bir yük yerleştirdiğimizi varsayalım. Bu durumda
çok kısa bir süre sonra dokularınız ezilir, damarlarınız patlar, hatta
kemikleriniz etinizi parçalardı. Ancak bütün bir gün insan vücudunu
taşıyan ayaklarda ne damarlar patlar, ne de dokular ezilir. Çünkü ayak
özel olarak yük taşımak için tasarlanmış bir organdır.
|
Bu örnek de Allah’ın insanlar üzerindeki şefkatinin
delillerinden bir tanesidir. Allah insan için en rahat edeceği, hiçbir
sıkıntı duymayacağı, tüm ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayacağı şekilde
bir tasarıma sahip olan bedeni yaratarak Kendisini bizlere
tanıtmaktadır. Görebilenler için Allah’ın ayetleri her yerde
sergilenmektedir. Önemli olan bu ayetler üzerinde düşünerek herşeyin
hakimi olan Allah’a yönelmektir.
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün
art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen
gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra
dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları
estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip
çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara
Suresi, 164)
|
EVRİMİN İKİ AYAKLILIK ÇIKMAZI
İnsan mükemmel bir kemik yapısına ve kusursuz bir iskelete sahiptir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi bu yapı sayesinde rahatlıkla
yürüyebilir, hareket edebilir, koşabilir, istediği hareketi yapabilir.
Peki bu duruma evrimciler nasıl bir açıklama getirmektedirler?Evrimciler iki ayaklılığın maymunların dört ayaklı yürüyüşünden evrimleştiğini iddia ederler. Bu, pek çok yönden gerçekleşmesi mümkün olmayan bir iddiadır. Öncelikle insan ve maymunlar arasında çok büyük anatomik uçurumlar vardır. İnsanın ve maymunun yürüyüş şekilleri birbirlerinden çok farklıdır. İnsan iki ayağının üzerinde dik durarak yürür. Bu sadece insana özgü bir yürüyüş şeklidir. Diğer canlılarsa öne eğik bir iskelet yapısına sahiptirler ve dört ayakları üzerinde yürürler. İki ayakları üzerine sadece ihtiyaç duyduklarında kalkarlar, ki bu da onlara çok sınırlı bir hareket kabiliyeti kazandırır. Burada bir noktaya dikkat çekmekte fayda vardır. Evrimciler bu iddiaları ile kendi içlerinde çelişirler. Çünkü evrimin genel mantığına göre her zaman daha iyi olana bir yöneliş vardır. Yani bir canlının daha iyiyi ve daha avantajlı olanı bırakıp geriye dönmesinin bir anlamı yoktur. Maymunlar için dört ayaklı yürüyüş son derece avantajlıdır. Daha kolay, daha hızlı ve verimli hareket sağlar. İnsan ile hayvanların hareket kabiliyetlerini karşılaştıralım. Bir insanın ağaçtan ağaca atlaması ya da çita gibi saatte 125 km. hızla koşması mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında evrim kendi içinde çelişmektedir. Çünkü evrimin mantığına göre maymunların iki ayaklı yürümeye yönelmesinin onlar açısından bir faydası yoktur. İnsanların iki ayaklı olmalarının evrimi geçersiz kılmasının başka bir nedeni ise Darwinizm’in “aşama aşama” gelişim modeline uymamasıdır. Bu iddiaya göre dört ayaklı yürüyen bir canlı bir süre sonra hem dört hem iki ayaklı yürümeye başlamış ve bu şekilde yavaş yavaş iki ayaklı yürüyüşe ulaşmıştır. Ancak böyle bir senaryonun gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu konuyla ilgili olarak paleoantropolog Robin Crompton bir araştırma yapmıştır. Bunun sonucunda elde ettiği sonuç ise bir canlının ya tam dik ya da tam dört ayağı üzerinde yürüyebileceğidir.( Ruth Henke, “Aufrecht aus den Baumen”, Focus, Cilt 39, 1996, s.178) Dik ya da dört ayak üzerindeki yürüyüşün arasındaki bir yürüyüş biçimi, enerji kullanımının aşırı derecede artması nedeniyle mümkün olmamaktadır. Dört ayaklı yürümeye uygun eğik maymun iskeletinin, iki ayaklı yürümeye uygun dik insan iskeletine evrimleşmesinin imkansız olduğu, yapılan araştırmalarla ispatlanmıştır. Gerçekte bunlardan haberdar olan kimi evrimciler insanın ortaya çıkışını sır olarak nitelendirmektedirler. Örneğin evrimci paleoantropolog Elaine Morgan insanın evrimiyle ilgili olarak dört önemli açıklayamadıkları sırrın bulunduğunu şöyle itiraf etmektedir: “İnsanlarla (insanın evrimiyle) ilgili en önemli dört sır şunlardır: 1)Neden iki ayak üzerinde yürürler? 2)Neden vücutlarındaki yoğun kılları kaybettiler? 3)Neden bu denli büyük beyinler geliştirdiler? 4)Neden konuşmayı öğrendiler? Bu sorulara verilecek standart cevaplar şöyledir: 1)Henüz bilmiyoruz. 2)Henüz bilmiyoruz. 3)Henüz bilmiyoruz. 4)Henüz bilmiyoruz. Sorular çok daha artırılabilir, ama cevapların tekdüzeliği hiç değişmeyecektir.” (Elaine Morgan, The Scars of Evolution, New York, Oxford University Press, 1994, s.5) |
Kafatası beyni çevreleyen ve son derece güçlü bir koruma sağlayan
kemikten bir zırhtır. 8 ayrı kemiğin birleşmesiyle oluşmuştur. Daha önce
vücuttaki kemiklerin bulundukları yere ve işlevlerine göre farklı
özelliklerde olabileceklerinden bahsetmiştik. Kafatasında da kendine
özgü bir tasarım söz konusudur. Kemiklerin birleşim noktaları diğer
kemiklerden daha farklı olarak girintili çıkıntılı bir yapıya sahiptir.
Çünkü kafatası kemiklerinin birleşim noktaları birbirlerine oturabilecek
şekilde tasarlanmıştır.
|
Yetişkin bir insanda oldukça
sert ve güçlü bir yapıya sahip olan kafatası, yeni doğmuş bir bebekte
bambaşka bir yapıya sahip olarak karşımıza çıkmaktadır. Anne karnından
çıkan bir bebeğin kafatası henüz kemik halini almamış, yumuşak bir
yapıdadır. Ayrıca kafatasını oluşturan 8 kemik birbirlerine tam
oturmamıştır. Kemiklerin birleşim noktaları arasında boşluklar vardır.
İlk bakışta bebeğin sağlığı açısından bir dezavantaj gibi görünen bu
durum, aslında doğum sırasında bebeğin hayatını kurtaran önemli bir
özelliktir. –( Marshall Cavendish, The Illustrated Encyclopedia of The
Human Body, s. 40 ) Eğer kafatası tam olarak kemiksi sert bir yapıda
olsaydı ve arada boşluklar olmasaydı, doğum anında bebeğin kafasının
ezilme ihtimali çok yüksek olacaktı. Fakat bebeklerde kafatası
kemiklerini oluşturan kıkırdaksı yumuşak yapıdan dolayı kemikler bir
esneklik kazanarak, eğilme ve bükülme özelliği taşımaktadırlar. Ancak
sadece esneme tabii ki yetersizdir. Kafatasının esneyebilmesi için bir
de alana ihtiyaç vardır. İşte bu alan da doğum sırasında henüz tam
olarak kapanmamış olan kafatası aralığıdır. Kafatası kemikleri sıkışarak
aradaki bu boşluğu doldurur hatta birbirlerinin üzerine doğru çıkarlar
ve kafanın hacmi küçülür. Böylece bebek, baş hacminin yarısı kadar olan
doğum kanalından geçerek sağlıklı doğar.
Ya bunlardan biri olmasaydı? Mesela kafatası kemikleri yine esnek
olsaydı da arada boşluk olmasaydı ya da tam tersi olsaydı, yani
kemiklerin arasında boşluk olsaydı, ancak kemikler esnek olmasaydı… Her
iki durumda da bebeğin beyni büyük hasar görürdü. Yani doğum anında bu
iki özelliğin de birarada bulunması şarttır. Fakat burada unutulmaması
gereken çok önemli bir detay daha vardır: Anne vücudundaki leğen
kemikleri.
Hamile kadınlarda leğen kemikleri, hamileliğin son aylarına doğru gevşer
ve birbirlerinden biraz ayrılır. Bu son derece önemli bir ayrıntıdır,
çünkü bu gevşeme sayesinde bebek, başı ezilmeden doğabilir.
İnsan vücudundaki her özellik insanın sağlığını korumak ve zarar
görmesini engellemek için tasarlanmıştır. Burada da açıkça görülen
planın ve bu plan dahilinde gerçekleşen tasarımın nasıl ortaya çıktığı
sorusunun tek bir cevabı vardır. Bu benzersiz tasarım evrendeki herşeyi
yaratmış ve belirli bir düzene koymuş olan Allah’a aittir. Allah çok
üstün bir aklın sahibidir. Allah’ın sonsuz aklını görebilen ve bundan
sonuç çıkarabilen kimseler gerçek kurtuluşa ulaşacaklardır. İnsana düşen
Allah’ın kendisi üstünde yarattığı bu gibi nimetleri görebilmek ve buna
şükretmektir. Allah şükredenleri sever.
… Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük ihsan (fazl) sahibidir, ancak onların çoğu şükretmezler. (Yunus Suresi, 60)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder