Mükemmel Donanımı ile İnsan Beyni
|
|
Çevremizdeki dünya, elektrik
sinyalleri yoluyla meydana gelen algılardan oluşmuş yapay bir dünyadır.
Peki bu sinyalleri yorumlayıp, onları tanıdığımız bir dostumuza, güzel
bir çiçeğe, uçsuz bucaksız bir manzaraya, annemize, sokakta oynayan
çocuklara, sevimli bir yavru kediye dönüştüren beynimiz midir?
Teknik anlamda sinyallerin beyinde yorumlandığı doğrudur. Materyalistler
buradan yola çıkarak, bir beynin içindeki nöronlardan ibaret olduğumuzu
ve yaşadığımız dünyanın bu nöronların birbirleri ile olan iletişiminin
bir sonucu olduğunu iddia ederler. Düşünen, gülen, sevinen, karşısındaki
insanı tanıyan, yorum yapabilen varlığın, DNA’yı keşfeden materyalist
evrimci fizikçi Francis Crick’in deyimiyle, “bir nöron yığını” olduğunu
savunurlar.
Bir materyalist için insanın
nasıl düşündüğü ve algılardan nasıl anlam çıkardığı önemli değildir.
Önemli değildir, çünkü bunlar için yapabileceği bir açıklama yoktur. Ona
göre her şey, maddesel anlamda incelenmelidir. Oysa bu, insanları Allah
inancından uzaklaştırmak için ortaya atılmış büyük bir yalandır.
Bunu daha detaylı açıklayabilmek için beyni genel hatlarıyla tanımak yerinde olacaktır.
Bunu daha detaylı açıklayabilmek için beyni genel hatlarıyla tanımak yerinde olacaktır.
|
Beyindeki nöronlar, diğer nöronlarla binden on bine kadar bağlantı yapar. Bunların birleştiği noktalara sinaps adı verilir. Bu noktalar bilgi alışverişinin yapıldığı yerlerdir. Beynin bu alışverişinin muhtemel permütasyonları ve kombinasyonları, yeryüzünün başlangıcındaki tüm parçacıkların sayısını geçmektedir. |
İnsan beyni dünyanın en
kompleks yapılarından biridir. Yeni doğmuş bir bebeğin beyni 100 milyar
sinir hücresine sahiptir. Bu miktar, bir beynin sahip olabileceği en
fazla nöron (sinir hücresi) sayısıdır. İnsan beyninde nöron sayısı
hiçbir zaman artmaz, zaman ilerledikçe sadece azalır. Nöronlar sinir
sisteminin en temel ve işlevsel yapı birimleridir. Her nöron diğer
nöronlarla binden on bine kadar bağlantı yapar. Bunların birleştiği
noktalara ise sinaps adı verilir. Bu noktalar, bilgi alışverişinin
yapıldığı yerlerdir. Profesör Ramachandran’a göre; “beyin aktivitesinin
muhtemel permütasyonları ve kombinasyonları, yeryüzünün başlangıcındaki
bilinen tüm parçacıkların sayısını geçmektedir. V. S. Ramachandran, A Brief Tour of Human Consciousness, PI Publishing, 2004, s. 2-3
Beyindeki bir sinir hücresi, hücrenin metabolizmasını sürdürmesi,
proteinleri sindirmesi ve hücrelerdeki işlemlerin yapılabilmesi için
gereken tüm yardımcılara sahiptir.
Bir nörondan sayısız dallara ayrılmış dokungaçlar çıkar. Bunlara dentrit
adı verilir. Dentritlerin yaşamdaki en büyük işlevleri diğer
nöronlardan gelen elektromanyetik mesajları almak ve mesajları, bunların
ait olduğu hücrelere götürmektir. Dentritler, hücreden ayrıldıkları
noktada nispeten kalındırlar ama daha sonra düzinelerce hatta yüzlerce
dala ayrılırlar. Çok daha incelirler ve her defasında daha da
incelirler. Dentritlerin sayısı, hücrenin fonksiyonuna bağlı olarak
değişir.
Nörondan ayrılan bir başka uzantı daha vardır. Buna akson adı verilir.
Bunun görevi, diğer nöronlara bilgi taşımaktır. Bu bilgi, elektrik akımı
şeklinde olur. Beyinde, özellikle nörokimyasallar için saklama depoları
bulunmaktadır. Bu keseler, mesajları devredeki bir sonraki hücreye
taşımak için kimyasallar salgılarlar. Bu yolla nöronlar, bilgiyi,
aksonları vasıtasıyla bir sonraki nörona taşırlar. Bir başka deyişle bir
başka nörondan iletilen bilgiyi dentritler alır, aksonlar ise diğer
nöronlara iletirler. Aksonlar bir metre kadar uzayabilirler veya
milimetrenin onda birine kadar küçük olabilirler.
Tam olarak ne kadar farklı tipte nöronun beyinde bulunduğu
yanıtlanamamış bir sorudur, yapılan tahminler 50 farklı nöronun
bulunduğunu belirtmektedir.fiekillerindeki,
büyüklüklerindeki, bağlantı tiplerindeki ve nörokimyasal içeriklerindeki
farklılıklara rağmen, bütün nöronlar neredeyse aynı şekilde bilgi
taşırlar. Birbirleriyle elektrokimyasal bir dille konuşurlar. Bir
nörondan çıkan ve diğeri tarafından alınan bilgi, pozitif yüklü atomlar
veya iyonlar tarafından meydana getirilen elektrik sinyalleri şeklinde
alınırlar. Bunlar özellikle pozitif yüklü sodyum ve potasyum iyonları ve
negatif yüklü klorid iyonlarıdır. 100 milyar
nöronun tamamı, birkaç binden 100 bine kadar farklı nöronla bağlantı
kurar. Genel bir hesaplama ile yetişkin bir insanın beyninin 100 trilyon
sinaps (bağlantı noktası) meydana getirdiği söylenebilir. Jeffrey
M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain “Neuroplasticity and
the Power of Mental Force”, Regan Books, 2003, s. 110-111
Craig Hamilton, bu konuyu şöyle açıklar:
Craig Hamilton, bu konuyu şöyle açıklar:
Şimdiye dek geliştirilmiş en kompleks şebeke hangisidir? Eğer İnternet
olduğunu düşünüyorsanız bir tahminde daha bulunun. Yüz milyar nörondan
meydana gelen elektrokimyasal matris sayesinde insan beyni internetin
sadece güzel bir örümcek ağı gibi görünmesini sağlıyor. Her bir nöronun,
50.000 diğer nöronla bağlantısı olduğu düşünülürse, bu da toplamda yüz
trilyon bağlantı anlamına geliyor. Craig Hamilton, What is Enlightenment?, sayı 29, Haziran-Ağustos 2005, s. 79
Bir nörondaki bilgiyi ileten aksonun, bir başka nöronun dendritine
ulaştığı noktada meydana gelen boşluk, yani sinaps, bir santimetrenin
milyonda biri kadardır. Dolayısıyla, akson ve
dendritler birbirlerine dokunmazlar. Bağlantıları saniyenin binde
birinde gerçekleşir. Bazı nöronlar birkaç dendrit şeklinde
filizlenirler. Diğerleri ise, neredeyse bir orman oluşturacak kadar çok
dendrite sahiptir. Eğer bir insan, beyninde gerçekleşen bağlantıları
saymaya kalkışırsa, her birini bir saniyede saymak koşuluyla, tamamını
sayıp bitirmesi 3 milyon yılını alacaktır. Bu, yaklaşık 42.000 insan
nesli demektir. The New Yorker gazetesi
yazarlarından Cornell Üniversitesi’nden Diane Ackerman, An Alchemy of
Mind (Zihnin Simyası) adlı kitabında, bu kompleks sistemle ilgili şu
sayısal detayları vermiştir:
Ne kadar imkansız gözükse de evrendeki yıldızların sayısı kadar çok
beyin hücresi bağlantısına sahibiz. En azından bize görünen evreni
kastediyorum, çünkü ölçülebilir evrenin %96′sı bizim için görünmezdir.
Sadece bir saniye için uzayın sonsuzluğunu gözünüzde canlandırın… Daha
sonra bir beynin içindeki mikroskobik hareketliliği düşünün. Tipik bir
beyin 100 milyar nöron barındırır ve vücudun oksijeninin çeyrek
miktarını yakar.
Sadece yaklaşık 1.5 kg
gelmesine rağmen vücudun kalorilerinin büyük bir bölümünü tüketir. 10
watt’lık bir ampul oranında elektrik enerjisi kullanmaktadır. Beynin tek
bir kum tanesinden daha büyük olmayan tek bir noktasında 100.000 nöron,
yaklaşık bir milyar sinaps ile çalışarak işlerini yapar. Sadece beyin
kabuğunda (serebral korteks), 30 milyar nöron, her biri 1 inç’in (1 inç =
2.54 cm) milyarda biri kadar büyüklüğündeki 60 trilyon sinapsta
buluşur.
|
Bilgisayarlar, beynin mükemmel sisteminin yalnızca bir taklididir. Beyinde tek bir bit’lik bilgi, anında tam 100.000 nörona yayılabilmektedir. Dolayısıyla beyin, bilinen en hızlı bilgisayardan yüz binlerce kat daha hızlıdır. Günümüz teknolojisi ile bunu gerçekleştirmek ise imkansızdır. |
Verilen bu bilgiye göre,
eğer her saniye beyin kabuğunda meydana gelen tek bir sinapsı sayacak
olursak, bunu saymayı 32 senede bitiremeyiz. Eğer muhtemel nöral
devreleri (beyinde kendisine ulaşan sinyalleri çeşitli şekillerde
yorumlayan ve değerlendiren merkezler) de dikkate alacak olursak,
hiperastronomik bir sayı ile karşılaşırız: 10′un arkasında en az bir
milyon sıfır.
Bu konuyla ilgili en şaşırtıcı gerçeklerden biri de, olağanüstü
rakamlara sahip olan bir insan beyninin, hiçbir zaman bir başkasının
beyni ile aynı olmamasıdır. Tek yumurta ikizlerininki bile aynı
değildir. Bir başka deyişle bu hayranlık uyandırıcı komplekslikteki
sistem, Allah’ın dilemesiyle her insanda ayrı ayrı düzenlenmiş ve farklı
bir yapı şeklinde meydana gelmiştir. Ama hala aynı kompleksliği
barındırmaktadır.
Bilgisayarlar, beynin mükemmel sisteminin taklit edilmesi yoluyla
üretilmektedir. Bilgisayar teknolojisinde en büyük firmalardan biri olan
IBM’in deneyimli teknoloji uzman? Kerry Bernstein, beynin birçok
yönüyle bilgisayar tasarımında taklit edildiğini ancak beyindeki
tasarımın aynı kalitede kopyalanmasının var olan hiçbir teknolojiyle
mümkün olamayacak kadar mükemmel olduğunu belirtmektedir. Bernstein
konuyla ilgili olarak şu açıklamaları yapmaktadır: “Beyinde olağanüstü
bir paralellik hakim. Yani tek bir bit bilgi, bir anda tam 100.000
nörona yayılabiliyor. Böylece beyin, bilinen en hızlı bilgisayardan yüz
binlerce kat daha hızlı oluyor. Bizim ise bunu elektronikte
gerçekleştirebilmemiz mümkün değil.” Dolayısıyla,
beyin için yapılan bilgisayar benzetmesi son derece basit ve beynin
üstün kapasitesi hakkında yeterince delil teşkil etmeyen bir
benzetmedir. Rockefeller Üniversitesi Nörobilimler Enstitüsü Başkanı,
Nobel Tıp Ödülü Sahibi Gerald M. Edelman bunu şu şekilde açıklamıştır:
Öncelikle, bir seri önceden belirlenmiş sinyale sahip manyetik
bilgisayar parçası gibi, dünya, beyne önceden sunulmamıştır. Ama yine de
… beyin öğrenmeye ve hafızaya aracılık eder ve aynı anda vücut
fonksiyonlarını düzenler. Sinir sisteminin, görüş, ses vs. gibi farklı
sinyalleri algısal kategorizasyonlarını gerçekleştirme ve bunları daha
önceden belirlenmiş bir kod olmadan tutarlı sınışara bölme yeteneği
kesinlikle özeldir ve bilgisayarla karşılaştırılamaz bile. Bu kategorize
etme işleminin nasıl gerçekleştiği henüz tam olarak anlaşılamamıştır… Gerald M. Edelman ve Giulio Tontoni, A Universe of Consciousness “How Matter Becomes Imagination”, Basic Books, 2000, s. 47-48
|
Dış dünya ve insanı insan yapan özellikler beynin neresindedir? Kör ve şuursuz atomların birleşmesiyle meydana gelen nöronlar böylesine yüksek bir bilincin kaynağı olabilir mi? Kuşkusuz ki olamaz. Bunların kaynağı, yalnızca insan ruhudur. |
Beyindeki sistem, gerçek
anlamda mükemmeldir. Ancak burada bahsettiklerimiz, nöronların
birbirleri ile etkileşimleri; akson ve dendritlerin kompleks bir sistem
dahilinde bilgiyi alıp iletmelerini kapsamaktadır. Peki beyindeki “dış
dünya” ve insanı insan yapan özelliklerin kaynağı nerededir? Kör ve
şuursuz atomların birleşmesiyle meydana gelen nöronlar ve onların
meydana getirdiği beyin, böylesine yüksek bir bilincin kaynağı olabilir
mi? Profesör Vilayanur S. Ramachandran, bu konuyla ilgili şunları
söylemektedir:
Genel inanış bu olmasına rağmen, zihinsel yaşantımızın tüm zenginliğini –
tüm duygularımızın, hislerimizin, düşüncelerimizin, hırslarımızın,
sevgimizin, inançlarımızın, hatta her birimizin kendi özel ve kişisel
benliğimizin – sadece kafamızın içinde, beynimizin içindeki küçük jöle
zerreciklerinin bir aktivitesi olarak düşünmek beni şaşırtmaktan
alıkoymamıştır. V. S. Ramachandran, A Brief Tour of Human Consciousness, 2004, PI Publishing, s. 3
Bu durum materyalistler için şaşırtıcıdır, çünkü materyalistler, insanı
insan yapan tüm unsurları, insanın sevincini, endişelerini, inançlarını,
insanın kendi kişisel benliğini beyninin içinde bir yerlerde ararlar.
Bir dostunu gördüğünde insanı sevindirenin, bir yavru köpek gördüğünde
insanın içini coşturan duygunun, insanın karar verme, inanma, hissetme,
duygulanma, sevinme, üzülme gibi hislerinin kaynağının nöronlar olduğunu
iddia ederler. Ancak beynin içine girip nöronları inceleyen bilim
adamları ve nörologlar, bunların hiçbirinin kaynağını beynin içinde
bulamamışlardır. İşte bu yüzden yeni bir tanımlama yapmışlar ve insanı
insan yapan unsurların kaynağı “bilinçtir” demişlerdir. Peki bilinç
nasıl bir şeydir ve acaba materyalistler tarafından açıklanabilmiş
midir?
Materyalistlerin Açıklayamadığı “Bilinç” Kavramı
Materyalistlerin Açıklayamadığı “Bilinç” Kavramı
Eğer gören gözlerimiz
değilse, kapkaranlık mekan içinde göze, retinaya, merceğe, göz
sinirlerine ihtiyaç duymadan rengarenk bir çiçek bahçesini seyreden ve
bundan zevk alan kimdir?
Kulağa ihtiyaç duymadan elektrik sinyallerini tanıdıklarının sesi gibi duyan, bu sesleri duyduğunda sevinen, bu sesleri tanıyan varlık kimdir?
Hiçbir kokunun girmediği beynin içinde fırındaki kekin kokusunu duyan, bundan zevk alan kimdir?
Bir çiçeği gördüğünde ondan zevk alan, bir kedi yavrusu gördüğünde ona sevgi duyan, hiçbir ele, parmaklara ve kasa ihtiyaç duymadan kedinin tüylerini okşadığını hisseden kimdir?
Sadece sinir hücrelerinden oluşan birkaç yüz gramlık et parçası, yaşadığımız hayatın, üzüntülerin, sevinçlerin, dostlukların, vefanın, samimiyetin, coşkunun sebebi olabilir mi?
Eğer bunların sebebi beyin değil, tüm bunları algılayan varlık ise, bu durumda algılayan kimdir?
Dış dünyayı algılayan, beynimizin içindeki “küçük insan” mı?
Kuantum fizikçilerinin bahsettiği “gözlemci” mi?
Bu gözlemci, beynin içinde bir yerlerde mi?
Eğer değilse nerede?
Fred Alan Wolf, bu soruyu şu şekilde cevaplamaktadır:
Kulağa ihtiyaç duymadan elektrik sinyallerini tanıdıklarının sesi gibi duyan, bu sesleri duyduğunda sevinen, bu sesleri tanıyan varlık kimdir?
Hiçbir kokunun girmediği beynin içinde fırındaki kekin kokusunu duyan, bundan zevk alan kimdir?
Bir çiçeği gördüğünde ondan zevk alan, bir kedi yavrusu gördüğünde ona sevgi duyan, hiçbir ele, parmaklara ve kasa ihtiyaç duymadan kedinin tüylerini okşadığını hisseden kimdir?
Sadece sinir hücrelerinden oluşan birkaç yüz gramlık et parçası, yaşadığımız hayatın, üzüntülerin, sevinçlerin, dostlukların, vefanın, samimiyetin, coşkunun sebebi olabilir mi?
Eğer bunların sebebi beyin değil, tüm bunları algılayan varlık ise, bu durumda algılayan kimdir?
Dış dünyayı algılayan, beynimizin içindeki “küçük insan” mı?
Kuantum fizikçilerinin bahsettiği “gözlemci” mi?
Bu gözlemci, beynin içinde bir yerlerde mi?
Eğer değilse nerede?
Fred Alan Wolf, bu soruyu şu şekilde cevaplamaktadır:
Bir gözlemcinin kuantum fiziği bakış açısından ne yaptığını biliyoruz.
Fakat kimin ya da neyin gerçekten gözlemci olduğunu bilmiyoruz. Bu demek
değil ki bir cevap bulmaya çalışmadık. İnceledik. Kafanızın içine
girdik. Her yere baktık gözlemci denen bir şey bulmak için. Kimse yoktu.
Beyinde kimse yoktu. Beynin kabuksal (kortikal) bölgelerinde kimse
yoktu. Alt kabuksal (kortikal) bölgelerde ya da kenar bölgelerde de
kimse yoktu. Gözlemci denecek kimse yoktu. Ama yine de dış dünyayı
gözlemlerken bizler, gözlemci denen şeyin varlığının deneyimlerine
sahibiz. What the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy Chasse
|
|
Bilim adamları, artık,
beynin algıların kaynağı olmadığının, yalnızca bir aracı görevi
gördüğünün farkındalar. Ayrıca bilim adamları, yüzyıllar öncesinin
inanışı olan “beynin içindeki küçük insan” kavramından da tamamen
uzaklaşmış durumdalar. Bilim adamları, “gözlemci” adını verdikleri
benliğin, beyinden bağımsız olduğunu açıkça gördüler. Onlar artık,
algıların kaynağının insan bilinci olduğunu biliyorlar.
Robert Lawrence Kuhn, Closer to Truth (Gerçeğe Daha Yakın) isimli kitabında, bunu şu şekilde tarif etmektedir:
Neden bazı fizikçiler aniden insan zihniyle bu kadar ilgilenmeye
başladılar? “Bir kısmı zihnin, gerçek gerçeklik” olduğunu ve maddenin
ise aldatıcı bir hayal olabileceğini düşünmeye başlamış durumdalar. Bu
kadar akıllı insanın böylesine şaşırtıcı spekülasyonlar ortaya atmasını
gerektirecek derecede zihinsel faaliyetlerle ilgili olan konu nedir?
Bunun nedeni kısmen bizim gerçekliği algılama şeklimizi sonsuza dek
değiştirmiş olan iki temel teorinin garip etkileridir: Kuantum mekaniği
atom altı parçacıklar seviyesine belirsizlik aşılamıştır, rölativite ise
evrenin büyük çaplı ölçeği üzerinde zaman ve uzayı birleştirmiştir.
Fakat fizik teorileri zihinde olup bitenleri açıklayabilir mi? Atomların
davranışları, insanların davranışlarını belirleyebilir mi? Evrenin
yapısı bizim nasıl düşündüğümüzü, hissettiğimizi ve bildiğimizi tarif
edebilir mi?Robert Lawrence Kuhn, Closer To Truth “Challenging Current Belief”, McGraw-Hill, 2000, s. 35
Bir insanın yaşayışı, algılayışı, sevgisi, sevinci, üzüntüsü,
düşünceleri, kısacası insanı insan yapan özellikler, kuşkusuz ki
atomların davranışlarının bir sonucu değildir. Dış dünyayı algılayıp
fark edebilen, insana insan olma özelliği veren şey, insanın beyninden
bağımsız bir şeydir. İnsanın bir şeyin farkına varabilmesi, bir şey
üzerine analiz yapabilmesi, düşünebilmesi, seçim yapabilmesi ve sahip
olduğu diğer tüm insani vasışar için, maddesel her türlü kavramın
dışında bir açıklama gerekmektedir. Bir evrimci olmasına, hatta
“Darwin’in buldog”u (http://www.age-of-the-sage.org/philosophy/huxley_darwins_)
olarak anılmasına rağmen Thomas Huxley’in şu sözleri, hararetli bir
materyalistin bile gerçekleri fark edebileceğinin önemli bir kanıtıdır:
Bilinç gibi hayranlık uyandırıcı bir şeyin, birbiriyle etkileşim
halindeki sinir dokusunun bir sonucu olması, Alaaddin’in lambasını
ovaladığında içinden cinin çıkması gibi açıklanamaz bir şeydir. Steven Pinker, How The Mind Works, Norton Publishing, 1999, s. 132
Yağ, su ve proteinlerin oluşturduğu bir yapının insanın benliğini
meydana getirmesi, insanı algılayan, düşünen, sevinen, tepki veren,
gurur duyan, heyecanlanan bir varlık haline getirmesi kuşkusuz ki mümkün
değildir. Materyalistlerin iddiaları, algıların beyinden bağımsız
olduğu gerçeği karşısında tümüyle çöküntüye uğramıştır. 20. yüzyılın
önde gelen fizikçilerinden Sir Rudolf Peleris, bu konuyla ilgili olarak
şunları söylemiştir:
İnsanın tüm işlevini – bilgi ve bilinç de buna dahil – fizik
koşullarıyla tanımlamaya çalıştığınız önermenin savunulacak hiçbir
tarafı yoktur. Burada eksik kalan bir şeyler bulunmaktadır.http://www.firstthings.com/ftissues/ft0303/articles/barr.html
Peter Russell ise, bize ait maddesel dünyanın sadece bilincin ürettiği bir şey olduğunu söyler:
Bildiğimiz her şeyin, “dışarıda” olarak algıladığımız tüm maddesel
dünyanın, bu hadisenin bir parçası, bilinçte oluşturulan bir görüntü
olduğunu anladığımızda, gerçeğin, bizim günlük görüntümüzün tamamen
tersi olduğunu anlarız. Bildiğimiz kadarıyla madde, bilincin ürettiği
bir şeydir… Bu nedenle gerçekliğin doğası, bilinçtir. Mekan, zaman,
madde, enerji –bizim duyularımızla oluşan katı dünya– bilincin içinde
oluşmaktadır. Bu olağan dışı dünyanın temeli, madde değil, bilinçtir. Peter Russell, The Spirit of Now, http://www.peterussell.com/Reality/realityart.html
|
“O, sizi tek bir nefisten yaratandır. (Sizin için) Bir karar (kalış) ve emanet (olarak konuluş) yeri vardır. Kavrayabilen bir topluluk için ayetleri birer birer açıkladık.” (Enam Suresi,98) |
Bizim gerçeklik olarak
tanımlamaya çalıştığımız şey, aslında bilinç temellidir. Renk, ses,
koku, tat, zaman, madde, kısacası dünyada algıladığımız her özellik,
bilincin içindeki bir şekil ve özelliktir. Bilincimiz sayesinde
evrendeki her şeyi kavrayabiliriz. Ama bilinci, dış dünyada
gözlemleyemeyiz. Peter Russell, bunun nedenini şu şekilde açıklar:
Bilinci gözlemlediğimiz dünyada göremememizin sebebi, bilincin, zihnimizde meydana gelen görüntünün bir parçası olmamasıdır. Peter Russell, The Spirit of Now, http://www.peterussell.com/Reality/realityart.html
Peter Russell’ın da belirttiği gibi dış dünyayı algılayan bilincimiz,
gözlemlediğimiz dış dünyanın içinde değildir. Dolayısıyla, onu görüp
analiz etmemiz mümkün olmaz. Russell, bilinci, bir sinema perdesine
yansıtılan ışığa benzetmektedir. Filmde gösterilen hikaye içinde, ekrana
yalnızca ışık ışınlarının yansıdığına dair hiçbir delil yoktur. İnsan,
yalnızca perde üzerindeki görüntü ile muhataptır. Ama ışığın kendisi -ki
onsuz hiçbir görüntünün varlığı mümkün değildir- fark edilmez bile.
Bilinç de aynı bu şekilde, izlediğimiz maddesel dünyanın içinde
olmadığından, elle tutulur gözle görülür bir varlığa sahip değildir.
Diane Ackerman, bilinci şu şekilde tanımlamıştır:
Diane Ackerman, bilinci şu şekilde tanımlamıştır:
… Beyin sessizdir, karanlıktır ve suskundur. O hiçbir şey hissetmez. O
hiçbir şey görmez… Beyin kendisini dağların arasına veya uzaya
fırlatabilir. Beyin bir elmayı hayal eder ve bunu gerçek gibi yaşar.
Gerçekten de, beyin, hayal ettiği bir elma ile gözlemlediği arasında zar
zor fark görür…
Beyin, bilinç değildir… Bir deyişle, makine içinde hayalettir. Diane Ackerman, An Alchemy Of Mind “The Marvel and Mystery of Mind”, Scribner Books, 2005, s. 5
Bilincin Kaynağı: İnsan Ruhu
Buraya kadarki açıklamalar dahilinde, algıladığımız dış dünyanın bilincin içinde meydana gelen bir gölge dünyadan ibaret olduğunu ve maddesel varlığın aslına ulaşamadığımızı delillendirdik. Bu gerçekler ışığında, materyalist felsefenin öngördüğü “mutlak madde” kavramı tam olarak geçersiz kalmıştır. Ama bütün bunlara rağmen, yine de açıklanması gereken önemli bir soru karşımıza çıkar. Peter Russell, bu soruyu şöyle özetlemiştir:
Bilincin Kaynağı: İnsan Ruhu
Buraya kadarki açıklamalar dahilinde, algıladığımız dış dünyanın bilincin içinde meydana gelen bir gölge dünyadan ibaret olduğunu ve maddesel varlığın aslına ulaşamadığımızı delillendirdik. Bu gerçekler ışığında, materyalist felsefenin öngördüğü “mutlak madde” kavramı tam olarak geçersiz kalmıştır. Ama bütün bunlara rağmen, yine de açıklanması gereken önemli bir soru karşımıza çıkar. Peter Russell, bu soruyu şöyle özetlemiştir:
Bilim adamları, kompleks nöron ağının, nasıl bilinçli bir deneyim
sağlayabildiğini soruyorlar. Bilinç gibi maddesel olmayan bir şey, nasıl
maddesel dünya gibi bilinçsiz bir şeyden meydana gelebilir? Bu acaba
verilerin sinir ağı boyunca kompleks bir biçimde şekillendirilmesinin
bir sonucu mudur? Nöronların içindeki mikrotüplerin, kuantum uyumluluk
etkilerinden mi kaynaklanıyor? Ya da başka bir şey midir?.. Peter Russell, The Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/PrimConsc.html
Bu iki gerçekliği birbirinden ayırt ettiğimizde, bu soru tam tersi şekle
dönüşür: Madde, mekan, zaman, renk, ses, şekil ve tecrübe ettiğimiz
diğer tüm özellikler nasıl bilinçte meydana gelmektedir? Zihnin içinde
bunu meydana getiren yöntem nedir?
Bu, gerçekten de açıklanması gereken önemli bir sorudur. Bilinç neden
yapılmıştır? Bilinçte tüm bu hareketli dünyayı meydana getiren nedir? Bu
soru, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bilim adamlarının halen cevabını
aradıkları, üzerine kitaplar yazdıkları, konferanslar düzenledikleri,
çözmeye çalıştıkları ama her nedense çözüm getirmekten çekindikleri bir
sorudur. Bilincin kaynağının ne olduğu sorusu üzerine yazılmış yüzlerce
kitap ve makale ve sayısız bilim adamının yorumu bu konuda beklenen
açıklamayı vermemiştir. Bilinç konusu, 21. yüzyılın en büyük
gizemlerinden biri olarak kabullenilmiş ve konuyla ilgili hemen her
araştırmacı, yazar, profesör, bu konunun açıklamasız olduğunu belirterek
sözlerine başlamış ve bu açıklamasızlığı vurgulayarak sözlerini
bitirmiştir. Jeffrey M. Schwartz’ın şu sözleri, buna bir örnektir:
… Fiziksel beyin aktivitelerini zihinsel olaylarla bağlamak tartışılamaz
bir bilimsel zafer olmasına rağmen, beyin üzerine çalışma yapan
kişilerin pek çoğunu tatminsiz bırakmıştır. Çünkü ne nörobilimciler ne
de filozoşar, nöronların davranışlarının, nasıl olup da öznel olarak
hissedilen zihinsel durumları doğurduğunu, tatmin edici bir şekilde
açıklayamamıştır. Aksine, nörobiyolog Robert Doty 1998 yılında,
“nöronların faaliyet şekillerinin nasıl öznel farkındalığa dönüştüğü
bilmecesinin insan varlığının ana gizemi olmaya devam ettiğini”
savunmuştur. Jeffrey M. Schwartz, Sharon
Begley, The Mind and The Brain “Neuroplasticity and the Power of Mental
Force”, Regan Books, 2003, s. 28
Acaba bu konu gerçekten açıklamasız mıdır? Yoksa, bilim adamlarının
görmek istemedikleri, beklemedikleri bir gerçeğe mi işaret etmektedir?
Acaba kuantum fiziğinin savunucusu bilim adamları, yıllarca doğru kabul
ettikleri materyalizmin etkisi altında mıdırlar? Yoksa onların gerçeği
görmelerini engelleyen bir sebep mi vardır?
|
Bilinç konusu, materyalist bilim adamlarının empoze etmeye çalıştıklarının aksine açıklamasız değildir. Kendi varlığının şuurunda olan bilinç sahibi varlık, Allah’ın insana vermiş olduğu ruhtur. Materyalistler her ne kadar bunu inkar etmek isteseler de, şuurlu bir insan, sahip olduğu üstün ruhun hiç tartışmasız farkında olacaktır. |
Bilinç konusu, kuşkusuz ki
açıklamasız değildir. Beynin içindeki görüntüyü “görüyorum” diyen,
beyninin içindeki sesleri “duyuyorum” diyen, kendi varlığının şuurunda
olan bilinç sahibi varlık, Allah’ın insana vermiş olduğu ruhtur.
Materyalist zihniyet, işte bu gerçeğin bilinmesinden, bu gerçeğin fark
edilmesinden çekinmektedir. Materyalist bilim adamlarının “hala
çözümlenemeyen bilinç” iddialarının temel sebebi budur. Ruhun mutlak
varlığı, ruhu insana verenin Allah olduğu gerçeği, onların tüm
materyalist inançlarını ve iddialarını altüst etmektedir. Her ne kadar
“açıklamasız” damgası vurmaya çalışsalar da, bilincin kaynağının ruh
olduğu, insana ait gerçekliğin, “ben benim” diyen varlığın ruhuna ait
olduğu, açık ve tartışılmaz bir gerçektir. Allah, Kuran’da, insanı önce
bedenen yarattığını, sonra da ona “ruhundan üşediğini” bildirmiştir:
Hani Rabbin meleklere demişti: “Ben, kuru bir çamurdan,
şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim
verdiğimde ve ona Ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere)
kapanın.” (Hicr Suresi, 28 – 29)
Bilinç konusunu araştıran bilim adamlarının kabul ve itiraf etmeleri
gereken en önemli gerçek budur. Stanford Üniversitesi madde bilimi ve
mühendisliği profesörü William Tiller, bu gerçeği itiraf eden bilim
adamlarındandır:
Benim modelime göre, gözlemci, dört katmanlı biyolojik bedenin içindeki ruh. Bu yüzden, o makinedeki hayalet gibi.
Göze ihtiyaç duymadan görebilen, kulağa ihtiyaç duymadan duyabilen, beyne ihtiyaç duymadan düşünebilen, insanın “ruhudur”.What the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy Chasse
İnsan Ruhu ve Yok Olan Materyalizm
Hayatınızı yaşamanızın yalnızca iki yolu vardır: Birincisi sanki hiçbir
şey mucize değilmiş gibi yaşamak. Diğeri ise, sanki her şey mucizeymiş
gibi yaşamak. Ben ikincisine inanıyorum.108
Albert Einstein
Ruhun varlığı, materyalistlerin yüzyıllardır uğruna mücadele ettikleri
dinsizlik ilkesini bilimsel olarak ortadan kaldırmaktadır. Ruhun
varlığı, materyalizmi öldürmekte, Allah’ın mutlak varlığını
göstermektedir. Algılayanın, görenin, duyanın, idrak edenin, mutlu
olanın, bir çiçeğin kokusundan zevk alanın, müzik dinlerken keyişenenin,
bu bedenden bağımsız bir ruh olduğunu bilmek, tüm insanların Allah’a
karşı sorumluluklarını bilerek yaşamasını gerektirecektir. Tüm
canlıların; tesadüfen, birbirlerinden evrimleşerek geliştiklerini ve
nihayet insanın da şempanzelerle ortak bir ataya sahip olduğunu iddia
eden evrim teorisi, ruh gerçeğinin kabulü ile yerle bir olacaktır.
Dolayısıyla, materyalistlerin yüzyıllar boyunca çeşitli propaganda,
yayın ve beyin yıkama yöntemleriyle meydana getirdikleri materyalist
dünya düzeni ve görüşü, ruhun bilimsel kabulü ile altüst olacaktır.
|
Materyalistlerin yüzyıllar boyunca çeşitli propaganda, yayın ve beyin yıkama yöntemleriyle meydana getirdikleri materyalist dünya düzeni ve görüşü, ruhun varlığı ve bilimsel kabulü ile altüst olmuştur. |
Materyalist bilim adamları,
insanı insan yapan vasfın, insanın ruhu olduğunu bilirler. Ancak tüm bu
sebeplerden dolayı, bilmediklerini iddia ederler.
Fred Alan Wolf, bu gerçeği şu şekilde ifade eder:
Günümüzde, Allah, bilim, ve ruhun birbiriyle örtüşmesini açıklamaya
çalışan, en son yayımlanmış kitapların çoğunu incelediğinizde şu gerçeği
hemen göreceksiniz: Ruh; sahip olduğu en temel özellikler (bunlar
kutsallık ve ölümsüzlüktür) ve temel amacı (bilincin var olması için
gerekli olduğu) ihmal edilerek, maddesel bir süreç olarak tanımlanmaya
çalışılmakta veya ön plana çıkan kitap adlarına rağmen hiçbir zaman
tartışılmamaktadır.
Bilim adamlarının sözlerinden de anlaşıldığı gibi bilimsellik, sadece maddecilik üzerine kurulmuş bir kavram haline gelmiştir. Bilimsellik adına yapılan şey ise, salt ortaya çıkan gerçeği kabul etmektense, bunun materyalizme uyarlanmış şeklini kabul etmektir. Bu durumda, bugün karşı karşıya olduğumuz şey, oldukça büyük bir çelişkidir. Çünkü bilim, insan bilinci ile ilgili olarak insanın muhatap olduğu tüm maddesel dünyayı reddetmekte ama sözde bilimsellik adına bu bilimsel gerçek göz ardı edilmektedir.
Bilim adamlarının sözlerinden de anlaşıldığı gibi bilimsellik, sadece maddecilik üzerine kurulmuş bir kavram haline gelmiştir. Bilimsellik adına yapılan şey ise, salt ortaya çıkan gerçeği kabul etmektense, bunun materyalizme uyarlanmış şeklini kabul etmektir. Bu durumda, bugün karşı karşıya olduğumuz şey, oldukça büyük bir çelişkidir. Çünkü bilim, insan bilinci ile ilgili olarak insanın muhatap olduğu tüm maddesel dünyayı reddetmekte ama sözde bilimsellik adına bu bilimsel gerçek göz ardı edilmektedir.
|
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik: (artık o) ya şükredici olur ya da nankör. (İnsan Suresi, 2-3) Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda her canlıyı orada üretip yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164) |
Kaliforniya
Üniversitesi’nden parçacık fizikçisi Fred Alan Wolf, bir bilim adamı
olarak, bilimselliğin nasıl olması gerektiğini şu şekilde tarif
etmektedir:
Bilimin farklı aşamalarından çıkan ve beni asıl endişelendiren kendi
kibirim olmuştur. Benim bilimsel görüşüme uygun olmayan başkalarının
fikirlerini küçümserken ne kadar da kibirli davranmışım. Dünyayı gezip
yerli halklar ve insanlar ile tanışıp vakit geçirince, kibirimin uygun
olmadığını anladım. H.G. Wells’in hikayesinde anlattığı adam gibi
bilimsel açıdan kör olan bir ülkede tek gözlü adam kral olabilir.
Aslında asıl kör olan bendim. Bilgi donanımı açısından yetersizdim.
Bilimsel görüşlerime bağlı kaldıkça göremiyordum. Ben her şeyi gördüğümü
düşünüyordum, fakat aslında hiçbir şeyi göremiyordum. Bu yüzden önceden
gerçek zannettiğim şeyleri bırakmak zorunda kaldım ve böylece bu
insanların görebildiklerini ben de gördüm. Sonunda bu yeni vizyona sahip
olduğumda bilime bakış açım tamamıyla değişti. Böylece bilimi sadece
bir araç olarak görmeye başladım; evrende tek önemli olan veya var olan
şey olarak değil. Bilim, insan olabilmenin ne anlama geldiğini daha
derinlemesine araştırmamıza yardımcı olacak bir araçtır. Fakat sanırım
henüz bu noktaya gelemedik. Sanırım henüz uyanmış değiliz. Şu an hala
hepimiz uyuyor ve sürekli içinde olduğumuz bataklıktan bizi kurtarması
için zihnimize mekanik olarak güvenip rüya görüyor, umut ediyor ve
istiyoruz. Ne zaman kalbimizi ve ruhumuzu beynimiz ile birlikte
kullanırsak, işte o zaman bilim yeni bir dünya düzenine uyum sağlamaya
başlayacak. Robert Lawrence Kuhn, Closer To Truth “Challenging Current Belief”, McGraw-Hill, 2000, s. 58
Fred Alan Wolf’un burada vurguladığı gerçek, bilimin, evrende hakim olan
yaratılışı anlamak için yalnızca bir araç olduğu gerçeğidir. Bu üstün
yaratılış ise yalnızca Allah’a aittir. Her şeyin sahibi tek gerçek
Varlık Allah’tır. İnsan, beynini ve bilimi kullanarak Allah’ın
yarattıklarını görebilir, onları keşfedebilir, bunların üzerindeki
sanatı ve üstünlüğü kavrayabilir. Bilim, Allah’ın eserlerine ulaşmak ve
onlardaki detayları görebilmek için yalnızca bir araçtır.
Bu gerçeğin farkına varmış bir diğer yazar ise What is Enlightenment? dergisinin editörlerinden Craig Hamilton’dır:
Yıllar geçtikçe dinden uzak bir anlayışla yetiştirilmiş olmama rağmen,
kendimi manevi bir arayışa adadım ve kısa süre içinde bilimle ilgili
ders kitaplarında tarif edilenin çok ötesinde derin bir gerçekliği
hissetmeye başladım. Anlam, amaç ve gizemle dolu bu dünya ortaya
çıktıkça, bilimin tüm gerçekliği açıklayabildiği iddiasını kabul etmem
giderek güçleşti.
Evrimci biyologların, çocuklarımızı amaçsız bir evrende yaşadıklarına
inandırmak için neo-Darwinizm’in henüz ispatlanmamış dogmalarını
kullandıklarını görüyorum ve bir kez daha bilim adına duyduğum sempatiyi
kaybediyorum. Craig Hamilton, What is Enlightenment?, sayı 29, Haziran-Ağustos 2005, s. 64
Materyalist bilim adamlarının da bu gerçeği fark etmeleri önemlidir.
Çünkü “algılayan kim?” sorusunun tek bir cevabı vardır ve bu cevap artık
fiziksel bir anlam taşımamaktadır: Algılayan, Allah’ın insana vermiş
olduğu ruhtur. İnsanlar, bunu bilmedikleri veya bilmiyormuş gibi
davrandıkları sürece, bilinç ile ilgili yaptıkları çalışmaların ve
açıklamaların hiçbir önemi yoktur. Kuantum fiziğinin vermiş olduğu
delillerin gösterdiği gerçek açıkça göz ardı edilmiş olacaktır. Açıktır
ki, insanı insan yapan şey, materyalistlerin iddia ettikleri her türlü
maddesel kavramın ötesindedir. Buna maddesel bir açıklama aramak,
gerçeği tam anlamıyla görmezden gelmektir ve bir zaman kaybıdır.
|
|
Beynimizdeki görüntüyü
izleyen ruhumuzdur. Beynimizdeki kokuları, tatları alan, birisine
dokunduğu zaman onu hisseden, karşımızdaki kişinin konuşmasını dinleyen
ruhumuzdur. Sayısız delille anlattığımız ve günümüzde bilimsel olarak
kanıtlanmış olan gerçek, algılayanın beyin olmadığıdır. Ünlü felsefeci
Bergson’un belirttiği gibi, “dünya imgelerden yapılmıştır, bu imgeler
ancak bizim bilincimizde vardır; beynin kendisi ise bu imgelerden bir
tanesidir”. Şu durumda, izleyen, sevinen,
düşünen, şefkat duyan, yemeği lezzetli bulan, zevk alan, yumuşaklığı
hisseden, yalnızca ruhumuzdur. İnsanı insan yapan vasıf, insanın kendi
bedeninden bağımsız bir şeydir. Bir manzarayı seyretmekten zevk alan,
küçük bir serçeye şefkat duyan, bir yemeğin lezzetinin farkına varan,
güzel bir müzik dinlemekten keyif duyan, zor kararlar alabilen, düşünüp
doğruyu bulabilen, kendi benliğini araştıran ve sonuçlara varan, insanın
sahip olduğu ruhtur.
Kuantum fiziğinin kaşişerinden ünlü fizikçi Erwin Schrödinger, yalnızca
maddesel bedenin, algı dünyasının açıklaması olamayacağını şu şekilde
açıklamaktadır:
…Çocuğunuzun ona yeni bir oyuncak aldığınız zaman size doğru
gülümsemesindeki pırıltılı, sevinçli gözleri anımsayın ve sonra bırakın
doktor size bu gözlerden hiçbir şeyin yayılmadığını anlatsın. Gerçekte,
onların (gözlerin) nesnel olarak tek hissedilebilir işlevi, sürekli
çarpan ışık kuantumlarını kabul etmektir. Gerçekte! Acayip bir gerçek!
Onda (bu gerçekte) eksik bir şeyler varmış gibi görünüyor… Erwin Schrödinger, Yaşam Nedir?, Bilim Dizisi 13, Evrim Yayınları, 1999, s. 154
|
Bilinç, bedenin herhangi bir yerinde saklı değildir. İnsan, tüm materyalist kavramların dışında bir şeydir. İnsan metafiziktir, sahip olduğu ruh ile insan vasfı kazanır. Bu ruh, yalnızca Rabbimiz olan Yüce Allah’a aittir. |
Acaba, insanın
düşüncelerinin, muhakeme ve yargı yeteneklerinin, karar alma
mekanizmalarının, sevinç, heyecan, hayal kırıklığı gibi duygularının
beyindeki nöronların hareketlerinin bir sonucu olduğunu düşünmek
mantıklı mıdır? Şuursuz atomlar bir araya gelerek sevinmeyi, üzülmeyi,
lezzeti, dostluğu, sohbet zevkini bilebilirler mi? Şuursuz atomlar bir
araya gelerek, beyni inceleyen, bunun üzerine yorumlar yapan, bilinç
konusu üzerine kafa yoran ve bir sonuç çıkarmaya çalışan bilim
adamlarını meydana getirebilirler mi? İnsanı insan yapan, ona dış
dünyayı algılatan, yalnızca bedeninin içinde dolaşan elektrik sinyalleri
midir?
Bir şeye karar veren, bir şeyi özleyen, bir şeye sempati duyan, bir
şeyin güzelliğine hayran kalan beyindeki hangi nörondur? Eğer bunların
tümünü bilinç gerçekleştiriyorsa, bilinç beyindeki hangi nörondadır?
Yeri neresidir? Hangi kimyasal reaksiyon bilinci meydana getirmektedir?
Hangi kimyasal reaksiyon bir insanın elmayı sevmesine, ıspanaktan
hoşlanmamasına karar vermektedir? Eğer her şey beynin içinde oluyorsa,
bu durumda düşünen hangi nörondur? Karar veren hangisidir? Kararlarından
dolayı heyecan duyan nöron nerededir?
Materyalistlerin tüm
bunların cevabını vermeleri gerekmektedir. Eğer “her şeyin kaynağı
bilinç” sonucuna ulaştılarsa, bu durumda beynin içinde bilincin yerini
göstermelidirler. Eğer her şey maddesel dünyadan ibaretse, bunu
yapmaları gerekir. Eğer bunu yapamıyorlarsa, bu demektir ki, insan bir
nöron veya atom yığınından ibaret değildir. Bilincin var olduğu yer,
beynin gizli bir bölmesi değildir. Bilinç bedenin herhangi bir yerinde
de saklı değildir. İnsan, tüm materyalist kavramların dışında bir
şeydir. İnsan metafiziktir, sahip olduğu ruh ile insan vasfı kazanır. Bu
ruh, yalnızca Allah’a aittir.
Freud’un çalışma arkadaşlarından ünlü İsviçreli psikiyatrist Carl Jung, konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
… Bilimin tamamı, tüm bilginin içinde kök saldığı ruhun bir
fonksiyonudur. Ruh, bütün evrensel mucizelerin en büyüğüdür, bir nesne
olarak o dünyanın conditio sine qua non’udur (olmazsa olmaz koşul –
zaruri şart). Batı dünyasının (çok nadir istisnaları dışında) bu varlığı
bu denli az değerlendiriyor gibi görünmesi son derece şaşırtıcıdır. Erwin Schrödinger, Yaşam Nedir?, Bilim Dizisi 13, Evrim Yayınları, 1999, s. 150
|
İnsan, Allah’ın Ruhu’na sahip bir varlıktır. ve sonsuz olan bu ruhtur. İnsan, ölümü ile birlikte bedenini dünyada bırakacak ama ruhu sonsuz varlığını ahirette sürdürecektir. |
İnsan, sahip olduğu ruh ile
onur, sevgi, saygı, dostluk, vefa, dürüstlük gibi kavramlara sahip olan,
fikir yürütebilen, fikirlere karşı çıkabilen bir varlıktır. Nasıl
parmağımızın ucundaki tek bir hücre düşünüp karar verme, üzülüp
sevinebilme gibi yeteneklere sahip olamazsa, beyindeki benzer yapıya
sahip nöronların da bu metafizik vasışara sahip olma imkanları yoktur.
Bu, insanların tümünün rahatlıkla görebileceği, bilimsel delillere
ihtiyaç duymadan kolaylıkla kavrayabileceği bir gerçektir. Nitekim,
materyalistler de bu gerçeğin farkındadırlar. Ancak materyalist ön
yargıları, bilimselliği yalnızca maddesel varlıklardan ibaret sanma
yanılgısı, onları gerçekleri çarpıtma yoluna itmektedir. Oysa
materyalizmi savunmak adına kabul ettikleri şeyler, ciddi bir mantık
çöküntüsünün göstergesi olmaktadır. “Düşüncelerimiz atomlarımızın
ürünüdür” diyen bir insanın, rüyalarını gerçek zanneden veya akıl almaz
masallar uydurup sonra bunlara inanan bir insandan hiçbir farkı yoktur.
Ancak materyalistler, her nedense, Allah’ın varlığını kabul etmek
yerine, bu küçük düşürücü duruma düşmeyi göze almaktadırlar.
Gerçek olan şudur: İnsan, Allah’ın kendisine verdiği ruh ile algılayan,
bu ruh ile düşünen, bu ruh ile konuşan, sevinen, mutlu olan, kararlar
alan, ülkeler yöneten, topluluklara hükmeden bir varlıktır. İnsan,
Allah’ın ruhuna sahip bir varlıktır ve sonsuz olan bu ruhtur. Beden, bu
dünya için yalnızca bir araçtır. İnsan, ölümü ile birlikte bedenini
dünyada bırakacak ama ruhu varlığını sürdürecektir. Bu defa yaşamını
sürdürdüğü yer, ya sonsuz cennet ya da sonsuz cehennem olacaktır.
Dereceleri yükselten Arş’ın sahibi (Allah), ‘toplanma ve
buluşma’ günü ile uyarıp-korkutmak için, Kendi emrinden olan ruhu
kullarından dilediğine indirir. O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan
hiçbir şey Allah’a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) “Bugün mülk
kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah’ındır.” Bugün her bir nefis, kendi
kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı
seri görendir. (Mümin Suresi, 15-17)
Tek Mutlak Varlık, Rabbimiz olan Yüce Allah’tır
Tek Mutlak Varlık, Rabbimiz olan Yüce Allah’tır
|
|
Tarih boyunca
materyalistler, Yüce Rabbimiz’in her şeyin Yaratıcısı ve hakimi olduğu
gerçeğini inkar edebilmek için, “maddenin mutlak olduğu” kandırmacasına
büyük bir hırsla sarılmışlardır. Maddenin aslına dair açıklamalar işte
bu yüzden son derece önemlidir. Çünkü bu bilgiler, yüzyıllardır
sürdürülmeye çalışılan bu aldatmacanın geçersizliğini ispat etmektedir.
Maddenin yalnızca bir kopyasıyla muhatap olabildiğimizi anlamak, insanın
yalnızca etten kemikten oluşan bir madde yığını değil, ruh ve bilinç
sahibi bir varlık olduğunu da kavramamızı sağlar. İnsandaki bu ruh ve
bilinci yaratan ise Yüce Rabbimiz’dir ve insan, Allah’a ait bir kuldur.
Dolayısıyla, yerlere ve göklere hakim olan tek Varlık, yalnızca Yüce
Rabbimiz’dir.
Bu ise, Allah’ın kudreti, hakimiyeti ve sanatındaki mükemmelliğe karşı
büyük hayranlık uyandıracak bir gerçektir. Allah; adeta kusursuz ve
sayısız detaya sahip devasa evreni, hem dışarıda maddesel olarak var
etmekte hem de bunu her insanın beyninde ayrı ayrı ve yalnızca bir hayal
olacak şekilde yaratmaktadır. Her insanın beynindeki bu hayal
içerisinde, evrendeki tüm ayrıntılar kesintisiz ve eksiksiz olarak
sürekli var edilmektedir. Allah’ın bu yaratışı o kadar kusursuz ve
mükemmeldir ki, hayalden ibaret olduğu çok açık olduğu halde, en küçük
detaylara kadar her şey son derece gerçek ve inandırıcı görünmektedir.
Rabbimiz’in bu yaratışında hiçbir eksiklik ya da kusur yoktur. Aklını
kullanmayan insanlar bu kusursuzluğa aldanmakta, maddenin gerçeği ile
muhatap olduklarını sanmakta ve gördükleri görüntünün hayal
olabileceğinden bir an bile şüphe etmemektedirler.
Tüm bunları izleyen ise ruhumuzdur. Yeryüzündeki milyonlarca insan, her
an kendisine gösterilmekte olan görüntüyü izlemektedir. Bu görüntülerle
sevinç duymakta, düşünmekte, kararlar almaktadır. İnsanın tüm bunları
yapabilmesi ancak ruhu sayesindedir. Bu ruh ise, Rabbimiz’in Kendi
ruhundan üşediği bir parçadır. Bu da, tek mutlak Varlık’ın, bu ruhun
gerçek sahibi olan Yüce Rabbimiz olduğunu açıkça göstermektedir.
Allah’ın varlığı, kudreti ve gücü her şeyi ve her yeri kuşatmıştır.
Algıladığımız madde sanılan tüm varlıklar, gerçekte Rabbimiz’in
yarattığı bir görüntüdür. Bu görüntüyü seyreden de, Allah’ın Kendi
ruhundan yarattığı varlıklardır.
|
|
Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Allah… O’ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama
ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni
olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve
arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun
ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri
ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek
Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
İnsan, Rabbimiz’in yaratışındaki bu harikalığı ve algıladığı dünyanın
aslını görüp kavrayabilmek için Allah’a dua etmelidir. Çünkü tüm bunları
yaratan Allah’tır ve dilediği anda bunları insana kavratacak olan da
ancak O’dur. Bu gerçeğin farkına varmış olan bilim adamlarından Peter
Russell bu gerçeği şöyle dile getirmektedir:
Sanırım benim gerçekliğim, tek gerçeklik. Ancak bazen, etrafımdakileri
görmenin başka yolları da olduğunu anlıyorum. Ama bunun ne olduğunu
bilmiyorum. Kendi kendime bunu anlayamıyorum; yardıma ihtiyacım var. Ama
yardım için nereye gidebilirim? Diğer insanlar da benimle aynı düşünce
sistemine yakalanmışlar. Benim yardım için gideceğim yer bunlardan çok
daha derindir, materyalist anlayışın ötesinde bir bilinç düzeyidir –
Allah’ın Kendisi’dir. Yardımı Allah’tan istemeliyim. Bunun için dua
etmeliyim.” Peter Russell, From Science to God “A physicist’s Journey into the Mystery of Consciousness”, New World Library, 2002, s. 96
|
|
Maddenin gerçeğini kavrayan
insan, Allah’tan başka güç sahibi bir varlık olmadığını da kesin olarak
kavramış olur. Bu kavrayış da, insanın kendisine yalnızca Allah’ı İlah
edinip, samimiyetle Rabbimiz’e yönelmesine neden olur. Çünkü ruhun
varlığını anlamak, insanın Allah’a kul olmasını engelleyen tüm
materyalist iddiaları geçersiz kılar. Kişi, Allah’tan başka İlah
edinebileceği başka hiçbir varlık olmadığını açık bir gerçek olarak
görecektir.
Dolayısıyla da dünya
hayatına dair kendisine sunulan materyalist açıklamalara inanmayacaktır.
Bu kavrayış ile birlikte, dünyaya olan tutkulu bağlılık, maddi çıkara
dayalı hırslar, büyüklenme isteği ve menfaat beklentileri son
bulacaktır. Her şeyin hayal olduğu bir dünyada kibirlenmenin, hırs
yapmanın, övünmenin, maddi üstünlük elde etmenin hiçbir anlamı
olmadığını anlayacaktır. Kişinin tek hedefi Allah’ı razı etmek ve asıl
sonsuz hayatını yaşayacağı ahirette cenneti kazanmak için çaba harcamak
olacaktır.
Allah’ın Yüce varlığı her yeri ve her şeyi kuşatmıştır. İnsanın dünya
hayatında muhatap olduğu küçük büyük her türlü detay, Rabbimiz’in
aklının, sanatının, kudretinin varlığının birer delilidir. Ancak
materyalist felsefenin etkisinde kalarak maddeyi tek mutlak varlık
zanneden insanlar, tüm bu mükemmelliği atfedebilecekleri yine maddesel
olan bir varlık ararlar. Bu da yine, bir hayal içerisinde yaşadıklarını
kavrayamamalarından kaynaklanır. Her şeyi sarıp kuşatan, zamandan ve
mekandan münezzeh ve Yüce olan yegane Varlık, ancak Rabbimiz’dir. Allah
bir ayette bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder… (En’am Suresi, 103)
Allah, bizim içimizi, dışımızı, bakışlarımızı, düşüncelerimizi ve tüm
varlığımızı kuşatmıştır. Allah’ın bilgisi dışında hiçbir şey yapamayız,
hiçbir söz söyleyemeyiz, nefes dahi alamayız. Maddenin bizim için bir
hayalden ibaret olduğu gerçeği ve ruhun varlığı, bu açık gerçeği kesin
olarak göstermektedir. Tek mutlak Varlık olan Yüce Rabbimiz, insan için
bir hayal olarak yarattığı dünyayı ve ruhundan üşediği insanı, kuşkusuz
ki her yönüyle bilmektedir. Bu, Allah için çok kolaydır. “Dış dünya”
olarak düşündüğümüz algıları izlerken, yani yaşarken, bize en yakın
olan, etraftaki hayali nesneler ve insanlar değil, Rabbimiz’dir. Allah
bir ayetinde şöyle buyurur:
“Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf Suresi, 16)
“Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf Suresi, 16)
Bir insan, eğer maddenin aslı ile muhatap olduğuna inanır, kendi
bedeninin de maddeden oluştuğunu zannederse, büyük bir yanılgının içine
düşer ve bu büyük gerçeği fark edemez. Allah’ın, gökte veya kendisinden
uzakta olduğunu zanneder (Allah’ı tenzih ederiz), Allah’ın ona kendi
bedeninden bile daha yakın olduğunun farkına varmaz. Oysa, dışarıda var
olan maddeye asla ulaşamayacağını, her şeyin zihninde yaşadığı kopyalar
olduğunu kavradığında, artık içerisi, dışarısı, arabası, kendisinden
uzakta zannettiği Güneş, yıldızlar, tek bir satıhtadır. Allah, kendisini
çepeçevre kuşatmıştır ve kendisine sonsuz yakındır. Allah bu gerçeği, “Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım…” (Bakara Suresi, 186) ayeti ile haber vermiştir.
İnsanın bu gerçeği bilerek yaşaması çok önemlidir. Bunun farkında olmayan insan, yalnızca imtihan olmak için gönderildiği geçici dünya hayatını asıl hayat zanneder, tüm hırslarını, beklentilerini ve zevklerini bu dünyada yaşaması gerektiğini düşünür. Maddenin aslına ulaşabildiğine dair kesin inancı, onu Allah inancından uzaklaştırabilir ve ölüp ahirette Allah’ın huzuruna çıkarılacağı gerçeğini unutturabilir. Dünyayı mutlak zannedip bu hayali metaları kazanmak adına, ahirette büyük bir hüsran ile karşılaşabilir. Allah Kuran’da, bu gerçekle ilgili olarak insanları şöyle uyarmıştır:
İnsanın bu gerçeği bilerek yaşaması çok önemlidir. Bunun farkında olmayan insan, yalnızca imtihan olmak için gönderildiği geçici dünya hayatını asıl hayat zanneder, tüm hırslarını, beklentilerini ve zevklerini bu dünyada yaşaması gerektiğini düşünür. Maddenin aslına ulaşabildiğine dair kesin inancı, onu Allah inancından uzaklaştırabilir ve ölüp ahirette Allah’ın huzuruna çıkarılacağı gerçeğini unutturabilir. Dünyayı mutlak zannedip bu hayali metaları kazanmak adına, ahirette büyük bir hüsran ile karşılaşabilir. Allah Kuran’da, bu gerçekle ilgili olarak insanları şöyle uyarmıştır:
Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin
bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi
sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)
Allah’ın Ruhunu Taşıdığını Bilen Bir İnsan Nasıl Yaşar?
Dış dünya bizim için yalnızca bir hayal olarak yaratılır ve biz de tüm
bunları Allah’a ait olan ruhumuz ile izleriz. Bu gerçeğin şuuruna varan
her insan, yaratılmış tüm varlıkların Allah’a ait olduğunu kavrar ve
Rabbimiz’in bu üstün yaratışının hikmetlerini anlamaya çalışır. Dünya
hayatının, kendisine gösterilen görüntüler doğrultusunda yaşadığı bir
imtihandan ibaret olduğunun; asıl hayatın ise sonsuz ahirette
yaşanacağının farkına varır. Dünya hayatının geçici bir hayalden ibaret
olduğunu anlayınca, maddi hiçbir varlığı olmadığını anladığı dünyaya ve
dünya metaına karşı olan bağlılığından da vazgeçer. Asıl sevgisini,
bağlılığını, her şeyin tek ve gerçek sahibi, Varlığı her şeyi kuşatmış
olan, sonsuz kudret sahibi Rabbimiz’e yöneltir. Hırs ve tutkuyla,
hayalden ibaret olan bir dünyayı elde etmeye çalışmanın mantıksızlığını
anlar. Asıl olarak, varlığın ve sonsuzluğun gerçek hakimi olan
Rabbimiz’in rızasını kazanmaya çalışır. Allah’ın sevgisinin,
hoşnutluğunun, rızasının ve cennetinin, hayal olarak yaratılan dünyadaki
hiçbir şeyle değişilemeyecek kadar kıymetli olduğunu anlar.
|
Dünya hayatında yaşadıklarımız sadece Allah’ın bizim için yarattığı imtihanın bir parçasıdır. Bizim sorumluluğumuz ise, bunlar karşısında Allah’ın en razı olacağı umulan ahlakı gösterebilmektir. |
Bu gerçeği kavramasıyla
birlikte, hiçbir değeri olmayan geçici dünya hayatı için hırslara
kapılıp üzülmek, menfaat elde etmek için çabalamak, bunun için
zalimliğe, gaddarlığa ve acımasızlığa yönelmek yerine, nimetlerin sonsuz
olanının dilediği an insana sunulduğu cennet hayatını kazanmayı
hedeşer. Kendisine verilen kısa ömür sürecini, en güzel ahlakı
göstererek, en güzel davranışlarda bulunarak geçirmeye çalışır. Her
şeyin aslına ve en güzeline ahirette kavuşacağını umut eder ve bu sonsuz
hayatta pişman olmamak için gücünün yettiği en fazla çabayı harcar.
Rabbimiz’in kudretini gereği gibi takdir edebildikçe, Allah’ın
cennetteki sonsuz nimet gibi, cehennemde de sonsuz bir azap yarattığını
anlar.
Tüm dünyasının gölge varlıklardan oluştuğunu ve mutlak var olanın
yalnızca Yüce Rabbimiz olduğunu anlayan bir kişi için, dünyanın geçici
hırsları değerini kaybeder. En korkutucu, en üzücü olduğunu sandığı
olaylara karşı olan tüm bakış açısı değişir. Çünkü her şey, Rabbimiz’in
kontrolünde, Allah’ın dilemesiyle yaratılan hayali varlıklardan ve
hayali olaylardan oluşmaktadır. Rüyadan uyandığımızda, rüyamızdaki
üzüntüler, sıkıntılar ve zorluklar nasıl tüm önemini kaybederse, bu
gölge dünyada var olan olaylar, üzüntüler ve sıkıntılar da aynı şekilde
önemsizdir. Dünya hayatında yaşadıklarımız sadece Allah’ın bizim için
yarattığı imtihanın bir parçasıdır ve bizim sorumluluğumuz da bunlar
karşısında Allah’ın en razı olacağı ahlakı gösterebilmektir. Bu imtihan
içerisinde yaratılan hayali görüntüler, ahirette varlıklarını ve
önemlerini tam anlamıyla yitireceklerdir. Geriye kalan sadece bunlara
karşı gösterilen davranışlar, Allah rızası için yapılan salih ameller
olacaktır. İnsan, bu gerçeği şimdi kavrasa da kavramasa da, ahiret
hayatının başlamasıyla birlikte, dünyadaki her şeyin hayalden ibaret
olduğunu, asıl gerçeğin ise Rabbimiz ve O’nun yarattığı ahiret olduğunu
anlayacaktır. Bir ayette bu durum şöyle bildirilir:
Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve ‘(eğlence türünden)
tutkulu bir oyalanmadır’. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur.
Bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64)
İnsan, nasıl bir televizyon ekranına bakarken, oradaki karakterlerin
tamamının hayali olduğunun farkında ise; onların yaptıklarına kızmıyor,
başlarına gelenlere üzülmüyorsa, dünya hayatında da bu yanılgıya
düşmemesi gerekir. Çünkü dünya hayatı, tıpkı televizyon ekranından
seyrettiğimiz bir film gibi sürekli olarak bize izlettirilmekte olan
görüntülerden oluşmaktadır. Rüyasında karşısındaki kişiye kızıp bağıran
veya başına gelen olaylara üzülen bir insan, nasıl kalktığında boşa
üzülüp kızdığını anlarsa, dünya hayatı için de aynı şeyler geçerlidir.
İnsan, maddenin aslı ile hiçbir zaman muhatap olmadığını ister dünyada
anlasın ister ahirette, yaşadığı endişelerin son derece anlamsız ve boş
olduğunu eninde sonunda fark edecektir. Bu görüntüler, yalnızca birer
deneme olarak yaratılmaktadır. Asıl olan bunların bir hayal olduğunun
farkına varıp, Allah’ın rızasına uygun davranmak ve bu amaç için
yaşamaktır.
Allah, insan için görüntüden ibaret olan bu dünyayı yalnızca bir deneme
olarak yaratmış olduğunu ayetlerinde şu şekilde haber verir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe,
salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet
insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır.
Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘tutkulu bir oyalama’,
bir süs, kendi aranızda bir övünme, mal ve çocuklarda bir
‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin
ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki
sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise
şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza)
vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.
(Hadid Suresi, 20)
Dünya hayatını asıl hayat zannedenlerin durumunu ise Allah Kuran’da şöyle haber verir:
İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba
benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey
bulamaz ve yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak
verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
İnsanlar, dünya hayatında sahip olduklarını sandıkları şeylerin gerçekte
bir hayal olduğunu kavradıklarında, boşa üzülüp hırslandıklarını, boşa
vakit geçirip oyalandıklarını, maddi istek ve hırslarına boşa önem
verdiklerini anlayacaklardır. Büyüklük tasladıkları insanların bir anda
hayal varlıklar olduklarını görecek ve kibirlerinin yersiz olduğunu fark
edeceklerdir. Her şeyi yaratan Allah’a karşı boyun eğici olmaları
gerektiğini kavrayacak, daha huzurlu ve güzel bir hayat yaşayacaklardır.
Kendilerini insanlara kanıtlamaları, onların gözünde nasıl
göründüklerini sınamaları gerekmeyecek, insanlara karşı kin, nefret,
kıskançlık gibi olumsuz duyguları yaşamayacaklardır. Her şeyin hayalden
ibaret olduğunu bilen insanlar, hayali varlıklarla rekabet içinde
olmayacak, birbirlerine bu yüzden kin ve düşmanlık beslemeyeceklerdir.
Herkesin kendini sadece Allah’a teslim ettiği bir ortamda, tevazu,
teslimiyet, şefkat, sevgi ve samimiyet hakim olacaktır.
İnsan, tüm bu gerçekleri bu dünyada kabul etmek istemese de, ölüm ile
karşılaştığında ve ölümünün ardından ahirette tekrar diriltildiğinde,
her şeyi çok net olarak görmüş olacaktır. O gün, ayette belirtildiği
gibi insanın “görüş gücü keskinleşecek” (Kaf Suresi, 22) ve insan her
şeyi çok daha açık fark edecektir. Eğer dünyadaki yaşamını hayali
amaçlar peşinde koşarak harcamışsa, orada hiç yaşamamış olmayı
dileyecektir. Kuran’da bildirildiği gibi, “Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti” (Hakka Suresi, 27-29) diyerek pişman olacaktır.
|
|
Tek mutlak varlığın Rabbimiz
olduğu gerçeğini dünyada fark edenler, bu gerçekle birlikte, ahirette
büyük pişmanlığı yaşamaktan da kurtulmuş olurlar. Dünya hayatında
kendilerine verilen süreyi Allah’ı razı edebilmek, Rabbimiz’in dilediği
şekilde yaşayıp O’nun emirlerini uygulamak için kullanırlar. Dünyaya
değer vermenin anlamsızlığını; rahatlık, huzur ve mutluluk getirecek
olanın, dünya hırslarına kapılmadan, yalnızca Allah için yaşamak
olduğunu anlarlar. Bu, büyük bir nimet ve büyük bir kolaylıktır. İnsanı
yıpratan yalancı hırslar, yalancı beklentiler, var olduğunu sanarak ilah
edindikleri putlar (Allah’ı tenzih ederiz) tamamen ortadan kalkar. Her
şeyi ve her yeri sarip kuşatanın bir ve tek olan Rabbimiz olduğunu
kavrarlar. Allah’a teslim olarak, en büyük güveni ve rahatlığı kazanmış
olurlar. Bir ayette, dünyaya dair sahte ilahlar edinen insanlar ile
yalnızca Allah’ı İlah edinen kişi arasındaki fark şöyle haber
verilmiştir:
Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında
uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir
adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu
bir olur mu? Hamd, Allah’ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer
Suresi, 29)
Allah’a inanan bir insan için, maddenin aslına dair gerçeği bilmek ve
bunu derinlemesine düşünmek çok önemlidir. Çünkü Allah’ın her şeyi ve
her yeri kapladığını bilen bir insan, Allah’a karşı hayatının her anında
samimi davranır. Her an ölümle karşılaşabileceğini, bu dünyanın sona
ereceğini ve gerçek ahiret hayatı ile karşılaşacağını aklından çıkarmaz.
Bunu bilmek ve buna göre davranmak, insana sonsuz güzellikleri ve
nimetleri getirecek olan büyük bir kazançtır.
Maddenin Gerçeği ve Yok Olan Materyalizm
Bir materyalist için, maddesel dünya ile hiçbir zaman muhatap
olmadığımız gerçeğini anlamak büyük bir yıkımdır. Bir materyalist için,
Allah’ın verdiği bir ruh ile yaratılmış olmamız ve bize ait tüm maddesel
dünyanın bu ruha gösterilen görüntülerden ibaret olması, -kendi çarpık
materyalist bakış açısına göre- korku ve dehşet uyandırıcıdır. Çünkü bir
materyalist için madde sözde bir ilahtır (Allah’ı tenzih ederiz).
Materyalistler oluşturdukları sahte “maddecilik” dininde maddeye tapar
(Allah’ı tenzih ederiz), yeryüzünde amaçsızlık, bilinçsizlik ve
tesadüflerin var olduğuna inanırlar. “Yaratıldıkları” gerçeğine karşı
çıkabilmek için, bir başlangıç ve bir son olduğunu reddederler.
Açıklanamaz bir şekilde evrenin ezeli ve ebedi olduğu yanılgısını
savunurlar.
Bir insanın da, bir kuşun
da, bir solucanın da hareketlerinin kaynağının şuursuz süreçler olduğu
aldatmacasını öne sürerler ve bunların her birinin materyalist dünyanın
birer ürünü olduğunu iddia ederler. Materyalizmin bu çarpık anlayışına
göre, insanın iç dünyasında algılayan, düşünen, karar veren bir varlık
yoktur. Sözde her şey, insanı meydana getiren “maddelerin” yani şuursuz
hücrelerin, organellerin ve atomların sonucudur. Kısacası materyalizmin
sahte dünyasında, madde dışında bir varlığa yer yoktur. Materyalizmin bu
mantığının en önemli sebebi ise, Allah inancına karşı çıkabilmek,
Allah’a ve ahirete iman etmekten kaçmaya çalışmaktır.
Materyalistlerin, Allah’ın varlığına iman etmemek için kendilerince öne
sürdükleri en büyük dayanak ve delil, maddenin varlığıdır. Oysa bu
sitede anlatılmakta olanlar, bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçeği,
yani dışarıda var olan maddenin bizim için yalnızca bir kopya olarak var
olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Tüm bu bilgilerle, materyalizmin
elindeki en büyük delil ortadan kalkmakta ve açıkça yok olmaktadır.
Maddenin aslı gerçeği, işte bu nedenle materyalistleri son derece rahatsız etmektedir.
Maddenin aslı gerçeği, işte bu nedenle materyalistleri son derece rahatsız etmektedir.
|
|
Maddenin aslı konusu,
geçmişte belli birkaç düşünürün ve bilim adamının görüp fark ettiği ve
dile getirdiği bir kavram iken, bugün artık dünya tarihinde ilk defa bu
kadar kesin ve karşı konulamaz bir gerçek olarak açıklanmaktadır. Büyük
ve kesinleşmiş bilimsel bulgularla gündeme getirilen bu konu, bilimin
gözardı edeceği, materyalist bilim adamlarının da inkar edebilecekleri
gibi değildir. Kuantum fiziğinin ortaya koyduğu gerçekler ışığında
materyalistlerin tek güvencesi olan madde, Allah’ın insan için yarattığı
algı dünyasında bir hayale dönüşmüştür. Tüm dünyayı ve tüm varlığımızı
kaplayan en somut olduğu sanılan şey, bir anda soyut bir kavram haline
gelmiştir. Materyalistlerin, Allah inancına karşı en güçlü şekilde
kullanabileceklerini sandıkları büyük delil, tüm bu bilimsel bilgiler
ışığında aniden ortadan yok olmuştur. Yok olan yalnızca atomlar,
moleküller değildir. Evler, arabalar, dev gemiler, gökler, dağlar,
gezegenler, uzay ve nihayet insanın kendi bedeni, tümüyle hayal haline
dönüşmüştür.
Materyalistlerin kendilerine put ve ilah edindikleri (Allah’ı tenzih ederiz) madde iddiası artık son bulmuştur.
Artık materyalizmin tutunabileceği hiçbir delil yoktur.
Materyalistlerin, kendilerince Allah’a karşı mücadele ederken güç bulup
güvendikleri maddenin varlığı, artık açıklanamaz durumdadır.
Bu, Allah’ın inkarcılara kurduğu muhteşem bir tuzaktır. Allah’a karşı
mücadele edebileceklerini sananlar, bu gerçekle birlikte, çok
güvendikleri ve sarsılmaz gördükleri sahte putlarının insan için bir
hayale dönüştüğünü anlamışlardır. Çok güçlü sandıkları maddecilik
iddialarının en temel dayanağını kaybetmişlerdir. Allah’ın sonsuz gücü
ve kudreti açıkça karşılarındadır. Kuşkusuz ki, onların kurdukları tüm
tuzaklar, yok olup gitmeye ve çöküşe uğramaya mahkumdur.
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna
karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.
(Al-i İmran Suresi, 54)
Allah’ın muhteşem düzeni ile tüm varlıklarını yitiren materyalistler,
dünya hayatında inkar ettikleri ahiret gerçeği ile er-geç buluşacak ve
tüm diğer insanlar gibi Rabbimiz’in huzurunda hesap vereceklerdir.
Dünyada sözde maddeyi ilah edinenler (Allah’ı tenzih ederiz), ahirette
bir rüyadan uyandıklarını anlayacak, dünyada bir hayal uğruna mücadele
vermiş olduklarını kavrayacaklardır. Ancak ahiretteki pişmanlık, geri
dönüşü olmayan bir pişmanlıktır.
Allah Kuran’da şöyle buyurur:
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
“Andolsun Allah’a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,”
“Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
“Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı.”
“Artık bizim için ne bir şefaatçi var,”
“Ne de candan-yakın bir dost.”
“Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik.”
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 96-103)
“Andolsun Allah’a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,”
“Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
“Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı.”
“Artık bizim için ne bir şefaatçi var,”
“Ne de candan-yakın bir dost.”
“Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik.”
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 96-103)
Dünyada bulunduğu süre boyunca, insanın doğruyu görmeye ve Allah’a
yönelmeye hala fırsatı vardır. Yaşam boyunca materyalizme inanmış olmak,
yaşamın sonuna kadar aynı yanılgıyı sürdürmeyi gerektirmez. Ölmüş ve
toprağa gömülmüş bir felsefe için mücadele etmek, insanın yegane fırsatı
olan dünya hayatını buna harcaması, akıllı ve vicdanlı bir insanın
yapabileceği bir şey değildir. Önemli olan, gerçeği gördükten sonra buna
direnmemek, ölümle birlikte zaten apaçık anlaşılacak olan bu gerçeği
geç olmadan anlamaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder