İnsan Ruhu Karşısında Açıklamasız Kalan Evrim Teorisi
Victoria dönemi İngilteresi’nde iki biyolog, canlıların tümüyle tesadüfi
süreçler sonucunda birbirlerinden türediği ve insana kadar uzanan bir
süreçte gelişip değiştikleri iddiasını ortaya attı. Bu biyologlar,
Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace idi. Doğal seleksiyon yoluyla
evrim hakkındaki ilk çalışma Darwin ve Wallace tarafından ortaklaşa
hazırlanmıştı. Biyologlar, evrim teorisi konusu üzerine birbirleriyle
rekabet etmek yerine, bu uydurma teoriye birbirlerinin katkısını
kabullendiler. Hatta Wallace yazdığı Darwinizm adındaki kitap ile
Darwin’in doğal seleksiyon teorisini destekledi. Bu kitabı duyduğunda
Darwin’in verdiği karşılık ise, “Darwinizm adından söz etmeyin çünkü bu
teori aynı zamanda Wallasizm de olabilir.” şeklinde idi. -
V.S. Ramachandran, M.D., Ph.D. ve Sandra Blakeslee, Phantoms in the
Brain, William Morrow and Company, Inc., New York, 1998, s. 189
Ancak bu hayal ürünü teori ile ilgili olarak iki biyoloğun yolları kısa bir süre sonra ayrılacaktı.
Evrim teorisine göre canlılar, tüm anatomik ve fiziksel özellikleriyle, tümüyle tesadüfi ve dolayısıyla şuursuz bir süreç içinde, doğal seleksiyon yoluyla, birbirlerinden türemişlerdi. Bu iddiaya göre, bir bakteri ile başlayan yaşam, söz konusu hayali türeme yoluyla, günümüzde var olan canlı çeşitliliğini meydana getirmişti. (Detaylı bilgi için bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık) Darwin, doğal seleksiyon prensibinin yalnız parmaklar ya da burun gibi morfolojik özelliklerin çıkışını açıklamakla kalmadığına, aynı zamanda beynin yapısını ve dolayısıyla zihinsel kapasitelerimizi de belirlediğine inanıyordu. Bir başka deyişle Darwin’e göre doğal seleksiyon; insanların müzik, sanat, edebiyat konusundaki ilgisini ve kararlarını, düşünce yeteneğini ve zihin gücünü etkileyen ve onları değiştirip geliştiren bir güçtü. Fakat Wallace bu fikre katılmıyordu. Darwin’in prensiplerinin parmaklar ve ayak parmaklarını ya da daha basit özellikleri açıklayabileceğini düşünüyordu ama matematik ve müzik yeteneği gibi üstün insani becerilerin yalnız kör tesadüflerin eseri olamayacağına inanıyordu.
Evrim teorisine göre canlılar, tüm anatomik ve fiziksel özellikleriyle, tümüyle tesadüfi ve dolayısıyla şuursuz bir süreç içinde, doğal seleksiyon yoluyla, birbirlerinden türemişlerdi. Bu iddiaya göre, bir bakteri ile başlayan yaşam, söz konusu hayali türeme yoluyla, günümüzde var olan canlı çeşitliliğini meydana getirmişti. (Detaylı bilgi için bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık) Darwin, doğal seleksiyon prensibinin yalnız parmaklar ya da burun gibi morfolojik özelliklerin çıkışını açıklamakla kalmadığına, aynı zamanda beynin yapısını ve dolayısıyla zihinsel kapasitelerimizi de belirlediğine inanıyordu. Bir başka deyişle Darwin’e göre doğal seleksiyon; insanların müzik, sanat, edebiyat konusundaki ilgisini ve kararlarını, düşünce yeteneğini ve zihin gücünü etkileyen ve onları değiştirip geliştiren bir güçtü. Fakat Wallace bu fikre katılmıyordu. Darwin’in prensiplerinin parmaklar ve ayak parmaklarını ya da daha basit özellikleri açıklayabileceğini düşünüyordu ama matematik ve müzik yeteneği gibi üstün insani becerilerin yalnız kör tesadüflerin eseri olamayacağına inanıyordu.
|
|
Wallace’ın “kör tesadüflerin
Mozart’ın yeteneklerinin kaynağı olması” iddiasına karşı çıkmasının en
önemli nedeni potansiyel zeka olarak adlandırılabilecek olan husustu.
Wallace’a göre, örneğin günümüzde yaşayan bir Aborijin topluluğundan
neredeyse okuma yazma bilmeyen genç bir kabile üyesini aldığımızı farz
edelim. Daha sonra bu genci Rio, New York veya Tokyo’da modern bir
devlet okulunda eğitelim. Elbette bu şehirlerde yetişen çocuklardan hiç
de farklı olmayacaktır. Wallace bunu şöyle açıklamıştı; “Aborijin ya da
Cro-Magnon, kendi doğal ortamına uyum sağlaması için ihtiyaç
duyacağından çok daha fazla potansiyel zekaya sahiptir. Bu tür
potansiyel zeka, aslında resmi eğitim yoluyla kazanılan kinetik zeka ile
karşılaştırılabilir. Peki bu potansiyel zeka neden evrimleşti?
İngilizce eğitim verilen okullarda Latince öğrenmek için ortaya
çıkamazdı. Matematik öğrenmek için de evrimleşmiş olamazdı, her kim
yeterince çalışırsa bu konuda uzmanlaşabilir. Peki bu söz konusu
görünmeyen yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlayan ayıklayıcı kuvvet
nereden gelmişti?” Wallace, canlıların
bilinçsiz süreçler içinde birbirlerinden türeyerek evrimleştikleri
hikayesine inandığı için, insanların zeka gelişiminin bu hayali teorinin
neresine dahil edildiğini bulmaya çalışıyordu. Ancak, böyle bir şey
gerçekleşmediği için bu iddiayı savunacak bir mantık da
geliştiremiyordu.
Wallace şunu söylüyordu:
Wallace şunu söylüyordu:
Çağımızın yazarlarının tümü, insan neslinin çok geçmişe dayandığını
itiraf ederken, bunların birçoğu zekanın çok kısa süre önce geliştiği
inancını sürdürüyorlar ve bizimle eşit zeka seviyesine sahip insanların
tarih öncesi çağlarda yaşamış oldukları olasılığı üzerinde
düşünmüyorlar. - V.S. Ramachandran, M.D.,
Ph.D. ve Sandra Blakeslee, Phantoms in the Brain, William Morrow and
Company, Inc., New York, 1998, s. 190
Günümüz bilim adamlarından Vilayanur S. Ramachandran ise, bunu şöyle açıklamaktadır:
Neanderthal ve Cro-Magnon insanlarının beyin kapasitelerinin bizlerden
daha büyük olduğunu biliyoruz, bu nedenle gizli kalmış potansiyel
zekâlarının Homo sapiens ile aynı hatta daha fazla olduğunu düşünmek hiç
de güç olmaz. - V.S. Ramachandran, M.D.,
Ph.D. ve Sandra Blakeslee, Phantoms in the Brain, William Morrow and
Company, Inc., New York, 1998, s. 191
Aslında Darwin bile, teorisinin insan zekasına dair bu hayali gelişimi
açıklayamadığını açıkça itiraf ediyor, hatta bu nedenle teorisinin
geçersizliğinin ileri sürülebileceğini belirtiyordu:
…İnsan zihin gücü bakımından bütün öbür hayvanlardan öylesine farklıdır
ki, varılan bu sonuçta (aşağı bir biçimden türeme) bir yanlışlık
olabileceği ileri sürülebilir.
|
Darwin’in evrim teorisi, kaplanların, ceylanların, tavşanların, kısacası yeryüzündeki tüm canlıların hiçbir şuurlu müdahale olmadan, tesadüfen meydana geldiklerini iddia eder. Darwinizm’e göre tesadüf, evrimin mucizeler meydana getiren ilahıdır. Bilimsel olarak kesin olarak desteklenmeyen, son derece mantıksız temeller üzerine kurulu bu teori, canlıların mükemmel özellikleri karşısında yenilgiye uğramıştır. Üstün kompleks özellikler, tüm varlıkların Allah’ın mükemmel yaratışını ispat eder niteliktedir. |
Öyleyse, evrimle
gerçekleşmesi mümkün olmayan bu önemli gelişimin açıklaması neydi?
Wallace’ın buna verdiği cevap şuydu: Bunu Allah gerçekleştirmişti.
Wallace’a göre “insanın zarafeti, ‘İlahi lütfun’ dünya üzerindeki
ifadesiydi”.
İşte bu noktada Wallace, evrimin itici gücünün doğal seleksiyon olduğu
konusunda ısrar eden ve en gizemli zihinsel özelliklerin bile bir Yüce
Varlık tarafından yaratılmış olmaksızın geliştiğini iddia eden
Darwin’den ayrılmıştı. Darwin, Wallace’ın iddialarını teorisi için büyük
bir tehdit olarak görmüş ve 1869 yılında Wallace’a yazdığı mektubunda
doğal seleksiyonu kastederek, “umarım senin ve benim çocuğumuzu tamamen
öldürmezsin,” demişti.122 Wallace’ın
vardığı bu sonuç elbette, materyalizmden güç bulan ve Allah’ın
varlığını inkar edebilmek için ortaya atılmış evrim teorisi ile hiçbir
şekilde bağdaşmıyordu. İşte bu nedenle Wallace’ın fikirleri alelacele
hasıraltı edildi. Materyalist çevreler için ön plana çıkarılması
gereken, her şeyin bilinçsiz süreçlerle meydana geldiğini öngören
anlayış idi. Bunun da öncüsü Darwin olmuştu.
Evrimsel Delilsizlik ve Teorinin Biyolojik Çöküşü
19. yüzyıldan itibaren materyalistlerin en büyük odak noktası, Darwin ve
Darwinizm propagandası yapmak oldu. 19. yüzyılın -günümüze kıyasla geri
kalmış- bilimsel ortamı içinde doğal seleksiyon adlı bir mekanizmanın
tüm canlıların gelişiminin sebebi olduğunu iddia etmek kolaydı. Fosil
yatakları derinlemesine incelenmemiş, genetik bilimi keşfedilmemişti.
İnsanları, o dönemin bilgisi, daha doğrusu bilgisizliği içinde olmadık
senaryolarla oyalamak Darwin ve yandaşları için çok zor olmamıştı. Ama o
dönemde bile, teorinin kurucularından biri olmasına rağmen Wallace’ın
dikkat çektiği insan bilincinin evrimsel açıdan “açıklanamazlığı” açıkça
fark edilmişti. Bilinçsiz işleyen bir mekanizma, bilincin varlığını
açıklayamıyordu. Evrimciler hiçbir şuurlu olaya izin vermeyen tesadüfen
gelişen olayların, her nasılsa şuur, anlayış, yetenek ve bilinç
oluşturduklarını iddia ediyorlardı. Bunun hiçbir mantıklı açıklaması
yoktu.
|
20. yüzyıl bilimi, paleontoloji, biyoloji ve genetik alanlarında, evrim teorisinin sonunu getirmiştir. Teorinin delilsizliği ve geçersizliği açıkça ortaya çıkmış, canlıların kompleks yapılarıyla yoktan yaratıldıkları kanıtlanmıştır. |
20. yüzyılda, evrim teorisi
büyük bir sürpriz ile karşılaştı. Önce paleontoloji bilimi, Darwin’in
“ileride bulunacağından emin olduğu” kayıp ara fosillerin hiçbirinin
yeryüzünde bulunmadığını ilan etti. Yeryüzünün neredeyse tümü kazılmış
ve araştırılmış, Darwin’in ve yandaşlarının beklediği ara formlar ise
bulunamamıştı. Evrim teorisi için ikinci sürpriz ise keşfedilen genetik
bilimi idi. Genetik, canlı formlarının, Darwin’in iddia ettiği şekilde
doğal seleksiyon yoluyla değişemeyecek kadar kompleks ve değişmez bir
yapıya sahip olduğunu tüm dünyaya açıkça gösterdi. Bilimsel gelişmeler,
hücrenin, Darwin’in sandığı gibi içi su dolu bir baloncuk olmadığını,
sayısız ve birbirinden karmaşık organelden oluşan ve akıllı
mekanizmalara sahip olan indirgenemez kompleks bir yapıda olduğunu
gösterdi. Keşfedilen DNA, belki de evrim teorisi için en büyük
darbelerden birini oluşturuyordu. Canlının tüm genetik bilgisinin
saklandığı bu dev molekül, tesadüfen meydana gelemeyecek kadar kompleks
olmasının yanında, herhangi bir değişime izin vermeyecek kadar hassas
bir yapıdaydı. Evrime göre canlıların birbirlerinden türeyerek değişime
uğramaları, yeni türlerde başka canlılara ait yeni özelliklerin
kazanılması gerekiyordu. Genetik ilminin gösterdiği gerçeklerle, bunun
Darwin’in iddia ettiği şekilde olamayacağı açıkça anlaşılmıştı.
Genetiğin ortaya çıkardığı kompleksliğe hiçbir bilim adamı karşı
koyamıyordu.
|
150 milyon yıllık Coelacanth fosili |
Bunun üzerine Darwinistler,
genetik yapı üzerinde değişime yol açabilecek unsurları dikkate alma
ihtiyacı duydular. Bunun için kendilerince kullanabilecekleri tek
mekanizma, mutasyonlardı. Neo-Darwinizm adı altında Darwinizm’in yeni
düzenlemesini alelacele kurguladılar ve evrimde genetik değişimi
sağlayan ikinci bir mekanizmanın yani mutasyonların devrede olduğunu
iddia ettiler. Fakat, her biri bilim adamı olan bu kişiler, ilginç bir
şekilde önemli bir gerçeği ihmal ediyorlardı: Mutasyonlar %99 oranında
organizmaya zarar veren, %1 oranında da etkisiz kalan genetik
müdahalelerdi. Kontrollü laboratuvar ortamlarında bile, mutasyonlar
yoluyla canlıya yeni bir genetik bilgi kazandırıp onu daha gelişmiş
farklı bir türe dönüştürmek mümkün değildi. Tam tersine,
gerçekleştirilen her mutasyon, canlının sakat kalmasına veya ölmesine
sebep oluyordu. Kontrolsüz doğa ortamında rastgele meydana gelen
mutasyonların ise bir canlıya nasıl etki edeceği ortadaydı.
|
|
Paleontolojinin ortaya
çıkardığı sonuçlar ve genetik biliminin gerçekleri karşısında evrimciler
sürekli olarak teorilerinde düzenlemelere gittiler. Genetik bilimi
doğal seleksiyonu saf dışı edince mutasyonlara, paleontoloji fosil
kayıtlarını ortaya çıkarınca da sıçramalı evrim iddiasına sarıldılar.
Bilimsel gelişmelerin evrim aleyhine verdiği inkar edilemez tüm
deliller, evrim teorisini tümüyle açıklamasız bırakıyor, onu çürümüş bir
teori haline getiriyordu. Teori üzerinde yapılan yeni düzenlemeler de,
evrimciler açısından hiçbir zaman sonuç getirmedi. Çünkü evrimin lehine
tek bir delil bile bulunmuyordu.
Teori, savunduğu her konuda açıklamasızdı. Evrimciler tarafından ortaya atılan iddialar bilimsel olarak çürütülmüştü.
Ama öyle bir konu vardı ki,
evrimciler, iddialarının başından beri bu konuda çözümsüz olduklarını
biliyorlar ve bunu açıkça itiraf ediyorlardı. Bu, Alfred Wallace’ın
henüz teoriyi ortaya atarken “evrimsel olarak gelişmesi imkansız” dediği
“bilinç” idi.
Bilinç, Hiçbir Darwinist İddia ile Açıklanamamaktadır
Fiziksel anlamda, insanın evrimi hakkındaki herhangi bir teorinin, güçlü
çeneleri ve iri kesici dişleri olan ve bizden dört kat hızlı koşan
maymun benzeri bir atanın nasıl yavaş yavaş, iki ayaklı bir hayvana
dönüştüğünü açıklaması gerekir. Bu güçlere aklı, konuşmayı ve ahlakı
ekleyin, bunların hepsi evrim teorisine baş kaldırmaktadır.123 (Evrimci bilim yazarı Roger Lewin)
Evrim taraftarları, Darwin zamanında açıklamasız olan bilinç konusuna
Darwin’den sonra çeşitli şekillerde açıklama getirmeye çalıştılar.
Hayali ilkel insanların birbirleri ile iletişim kurmaya, avlanmaya ve
alet yapmaya başlayarak beynin evrimini sağladıklarını iddia ettiler.
Beynin hayali gelişimi ile birlikte dilin evrimleştiğini, konuşma
becerisinin beraberinde bilincin meydana geldiğini ve bu şekilde insanı
diğer hayvanlardan ayıran en önemli farkın ortaya çıktığını savundular.
Bu iddiaların hiçbiri bilimsel bir dayanak bulamadı. Fosil kayıtları
bunların herhangi birine delil oluşturabilecek tek bir bulgu bile
vermedi. Dil ve bilinç üzerine yapılan bilimsel çalışmalar ve deneyler,
böylesine bir gelişimin gerçekleşmesine dair tüm olasılıkları ortadan
kaldırdı.
Darwinistlerin ellerinde
sadece iddiaları vardı. Bu iddialar, tüm evrimci kitaplarda az-çok
benzer şekilde, müthiş bir senaryo dahilinde anlatılıyor ama hiçbir
evrimci kaynak buna bilimsel bir delil sunamıyordu. Çünkü böyle bir
evrim yaşanmamıştı.
Ünlü Nature dergisinin editörü Henry Gee, bir evrimci olmasına karşın
söz konusu evrimci iddianın mantıksızlığıyla ilgili olarak şu açıklamayı
yapmaktadır:
Mesela insanın evriminin, vücudun duruşu, beyin hacmi ile ateş, alet
kullanımı gibi teknolojik başarılar ve lisanın ortaya çıkmasını sağlayan
el-göz koordinasyonundaki gelişmelere bağlı olarak geliştiği söylenir.
Ancak bu gibi senaryolar subjektiftir. Deneylerle asla test edilemezler,
öyleyse bilimsel değildirler. Genelde kullanımda olmaları bilimsel
testlere değil, sahiplerinin iddia ve otoritesine dayanır. Henry
Gee, In Search Of Deep Time: Beyond The Fossil Record To A New H?story
Of Life, The Free Press, A Division of Simon & Schuster, Inc., 1999,
s. 5
Bu iddia, bilim dışı olmasının yanı sıra, mantıksal açıdan da tutarsızdır. Evrimciler sözde evrimle ortaya çıkan akıl sayesinde alet kullanımının geliştiğini; alet kullanımı sayesinde de aklın geliştiğini savunmaktadırlar. Yumurta-tavuk hikayesinde 1,5 asırdır yaşadıkları açıklamasızlığı ve çelişkiyi, burada da yaşamaktadırlar.
Bu iddia, bilim dışı olmasının yanı sıra, mantıksal açıdan da tutarsızdır. Evrimciler sözde evrimle ortaya çıkan akıl sayesinde alet kullanımının geliştiğini; alet kullanımı sayesinde de aklın geliştiğini savunmaktadırlar. Yumurta-tavuk hikayesinde 1,5 asırdır yaşadıkları açıklamasızlığı ve çelişkiyi, burada da yaşamaktadırlar.
Evrimcilerin buradaki
tutarsızlığı açıklamaları gerekmektedir. Bu durum, evrim teorisini
ortaya atarken Wallace’ın içine düştüğü ikilemin, evrim teorisi
açısından hala devam etmekte olduğunu göstermektedir.
Darwinizm’in en etkili eleştirmenlerinden Phillip Johnson, bu konuda şunları yazar:
Darwinizm’in en etkili eleştirmenlerinden Phillip Johnson, bu konuda şunları yazar:
Aklın ürünü olan bir teori, teoriyi üreten aklı uygun bir şekilde asla
açıklayamaz. Mutlak doğruyu keşfeden üstün bilimsel aklın hikayesi ancak
ve ancak aklı verilmiş bir yetenek olarak kabul ederseniz tatmin
edicidir. Aklı kendi icatlarının bir ürünü olarak açıklamaya
çalıştığımız anda, çıkışı olmayan aynalı bir koridora girmişizdir. Phillip
E. Johnson, Reason in the Balance: The Case Against Naturalism in
Science, Law & Education, Downers Grove, Illinois: InterVarsity
Press, 1995, s. 62
George Marshall Enstitüsü başkanı Robert Jastrow’un yorumları ise şöyledir:
İnsan gözünün rastlantı ürünü olduğunu kabul etmek zordur. Ancak insan
zekasının, atalarımızın beyin hücrelerinde meydana gelen rastlantısal
tahribatların ürünü olduğunu kabul etmek daha da zordur. Robert Jastrow, “Evolution: Selection for Perfection,” Science Digest, Aralık 1981, s. 87
Darwinistler, insan bilincinin evrimine ilişkin yalnızca yoruma dayalı
iddiaların yetersiz kaldığını düşünmüş olacaklardır ki, konuyu “bilimsel
cümlelerle” süsleme ihtiyacı duydular. Bunun için “ortaya çıkma olgusu”
adında bir faktörün etkili olduğunu savundular. Darwinistlere göre, bir
rastlantı, hiç beklenmeyen bir başka şeyin ortaya çıkışına yol
açabilirdi. Bunun klasik bilimsel örneğinin ise “su” olduğunu iddia
ettiler. Buna göre, oksijen ve hidrojen kendi başlarına suya benzer bir
özellik taşımamakta, ancak belli bir oranda birleştiklerinde ortaya
çıkan su molekülleri önceden tahmin edilemeyen çeşitli özellikler ortaya
koymaktadır. Evrimciler bu durumu insanın bilinci konusuna uyarladılar
ve insan bilincinin kökeninde, beyin kimyasında meydana gelen
rastlantısal bir değişimin yattığını iddia ettiler. Hiçbir şekilde test
edilemeyen, hiçbir bilimsel kanıta sahip olmayan böyle bir iddiayı,
çözümsüz kaldıkları bilinç konusuna uyarlamak, çaresizliklerinin çok
açık bir göstergesiydi.
Bu elbette son derece
mantıksız ve teknik anlamda imkansız bir aldatmacadır. Çünkü herkes
gayet iyi bilir ki, insan bilinci su örneğindeki gibi fizik kurallarına
bağlı bir hadise değildir. Bir insanın, bir çileği görünümü, kokusu ve
tadı ile gözünün önüne getirebilmesi, aile yakınlarının görüntülerini ve
seslerini sanki yanındaymış gibi algılayabilmesi, beynindeki atomların
daha önce bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak için hareketlenmelerinin
bir sonucu değildir elbette.
Tüm bunları gerçek gibi
algılaması, insanın dileğidir, isteğidir ve o sırada düşündüğü şeydir.
Fiziksel niteliği olan atomların farklı şekillerde birleşerek metafizik
bir kavram olan “bilinci” ortaya çıkarmaları imkansızdır. Filozof ve
yazar Christian de Quincey’nin belirttiği gibi, “bilim adamları, henüz
bilinci açıklayamazlarken, kendi bilinçlerinin tartışılmaz varlığı ile
her gün yüzleşmek gibi garip bir durum içindedirler”. Peter Russell, From Science to God “A physicist’s Journey into the Mystery of Consciousness”, New World Library, 2002, s. 26
Evrimci bilim adamı J. Hawkes, New York Times Magazine’de yayınlanan bir yazısında şunları söylemektedir.
Kuşları, balıkları, çiçekleri vb. göz kamaştırıcı güzelliği salt doğal
seleksiyona borçlu olduğumuza inanmakta güçlük çekiyorum. Dahası, insan
bilinci öyle bir düzeneğin ürünü olabilir mi? Nasıl olur da tüm uygarlık
nimetlerinin yaratıcısı olan insan beyni; Sokrates, Leonardo da Vinci,
Shakespeare, Newton ve Einstein gibileri ölümsüzleştiren yaratıcılık,
“yaşam savaşımı” denen orman yasasının bize bir armağanı olsun? J. Hawkes, Nine Tantalizing Mysteries of Nature, New York Times Magazine, 1957, s. 33
Bu yalnızca Darwinistlerin yaşadığı bir hayal, gerçekleşmesini çok
istedikleri bir dilektir. Bilinç, evrimin saçma ve delilsiz iddiaları
ile kesin olarak açıklanamaz durumdadır.
|
|
Bir müziği dinlerken onun
verdiği ritmden zevk alan, bir yemeği tadarken ondan hoşlanan veya onu
lezzetsiz bulan, karşısındaki insanı seven, ona şefkat duyan, kendi
benliğini araştıran, kendi beynini laboratuvarda inceleyen, keşişer
yapan, problemler çözen, başarılarıyla sevinen, karar veren, beste
yapan, kitap yazan varlık acaba şuursuz tesadüflerin sonucu meydana
gelmiş olabilir mi? Acaba hangi rastgele kimyasal olay bir insana güzel
davranmayı, ince düşünceli olmayı, fedakarlık yapmayı öğretebilir? Acaba
hangi rastgele olay sonucunda insan bir şeyleri öğrenme, aklında
tutabilme, karşısındakini eğitme, devletleri yönetebilme yeteneğine
sahip olmuştur? Acaba hangi şuursuz olay, bir insanı şuurlu, mantıklı,
zor zamanlarda ani kararlar alabilen, sevinen, üzülen, duygulanan,
şaşıran, endişelenen, planlar yapan bir varlık haline getirebilir? Acaba
beynin içindeki şuursuz atomlar bir hayvanı nasıl gökdelenler inşa
eden, uçaklar yapan, bilgisayarlar üreten, sayısız matematik formülü
çözüp geliştirerek uzaya çıkan, kendisine benzer robotlar tasarlayan
şuurlu bir insan haline getirebilmiştir? Bir bakteri, nasıl olmuş da tüm
dünya üzerinde muhteşem bir medeniyet kurmuş, olağanüstü bir teknoloji
üretmiş olan bir insana dönüşmüştür?
|
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 17) |
Evrim teorisyenlerinin tüm
bu sorulara bir açıklama getirmeleri gerekmektedir. Tesadüflerin,
rastgele ve bilinçsizce meydana gelen etkilerin, nasıl bilinç var
ettiklerini açıklamaları gerekmektedir. Şuursuz olayların, nasıl şuurdan
daha üstün davrandıklarını, nasıl bilinçli bir varlığın
yapabileceğinden daha fazla bilinç ortaya koyabildiklerini izah etmeleri
gerekmektedir. Eğer iddia ettikleri evrim doğruysa, önce bilimsel
deliller getirmeleri, sonra tüm bu mantıksızlıkları açıklığa
kavuşturmaları gerekmektedir. Evrimciler, buna bilimsel bir açıklama
getirebilmişler midir? Bilinçsiz olayların bilinç meydana getirdiği
ikilemine bir çözümleri var mıdır? Bu konuyla ilgili yazılmış sayısız
evrimci kitapta, sayısız evrimci makalede, sayısız konferansta bunun
açıklaması yapılmış mıdır?
Hayır!
Evrimcilerin yaptıkları yalnızca iddialarını sıralamak, bunu yaparken
kelimeleri süslemek, deliller göstermekten kaçınmak, boş ve uzun
sözlerle “insan aslında hayvandır” telkinini mümkün olduğunca empoze
edebilmektir. Bilimsel delil getiremedikleri gibi, söz konusu mantık
karmaşasına da bir açıklama sunamamaktadırlar. Bilinç, evrim teorisini
ciddi anlamda yok eden, Darwinistleri şaşkınlık ve çaresizlik içinde
bırakan en kesin ve en kaçınılmaz gerçeklerdendir. Darwinistlerin madde
üzerine kurguladıkları yalanlar, bilinç konusuna uygulanabilir değildir.
Salt maddenin varlığına dair geliştirilmiş olan teori, maddenin
dışındaki bu mucize karşısında müthiş bir şok yaşamaktadır. Allah’ın
varlığını inkar etmek için ortaya atılmış bu yalan, Allah’ın olağanüstü
eseri “bilinç” karşısında yerle bir olmuştur. Allah bir ayetinde şöyle
buyurur:
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların
düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara
hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)
Darwinistler Ruh Sahibi Olduklarının Bilincindeler mi?
Darwinistler Ruh Sahibi Olduklarının Bilincindeler mi?
|
|
Modern bilim, insan aklının,
materyalistlerin iddia ettikleri gibi beyin hücreleri arasındaki
alışverişten kaynaklanmadığını teyit etmiştir. Bir başka deyişle, insan
bedeninde, bedenin kendi fonksiyonlarına ait olmayan ve fiziksel bir
niteliği bulunmayan bir varlık vardır.
Materyalist felsefenin bir
ürünü olan ve maddenin mutlak varlığı dışında hiçbir açıklamayı kabul
etmeyen evrim teorisi, maddesel varlığı olmayan insan ruhu karşısında
tümüyle açıklamasızdır.
Bu noktada bir gerçeği tekrar hatırlatmakta fayda vardır: Evrim
teorisinin, canlıların gelişimi ile ilgili olarak kanıtlanmış tek bir
iddiası, delillendirilmiş tek bir örneği yoktur. Evrim teorisi, canlı
tarihi üzerine yalnızca spekülasyonlara başvurmuş, sahte deliller
kullanmış ve canlıların evrimleşmediğini ispat eden bilimsel ve
paleontolojik gerçekleri örtbas etmeye çalışmıştır. Bu yolla,
geçersizliği anlaşılmış fosil örneklerini propaganda malzemesi yapmış,
onları ara geçiş örnekleri olarak göstererek insanları aldatmaya
çalışmış ve hatta bu uğurda sahtekarlığa başvurmuştur. (Detaylı bilgi
için bkz. Ara Geçiş Açmazı, Harun Yahya. Araştırma Yayıncılık)
Evrimcilerin, canlıların hayali evrimi ile ilgili sayısız senaryosu,
saysız masalı vardır. Ama bunların tek bir tanesi bile bilimsel olarak
ispat edilememiştir. Dahası, bilim ve teknoloji, böyle bir evrimin
imkansızlığını açıkça ilan etmiştir.
Evrimin içinde bulunduğu bu çıkmazlar arasında bilinç konusunu özel
yapan şey, fiziksel hiçbir delil ile varlığı açıklanamayan bu konu
üzerine evrimcilerin bir senaryo dahi geliştirememeleridir. Modern
teknoloji ürünü, gelişmiş tarama cihazları, materyalistlerin, beyinde
akıl meydana getiren bir bölge veya süreç beklentilerini boşa
çıkarmıştır. İnsan aklına maddeci bir açıklama getirilememektedir.
Materyalist bakış açısına sahip olan kişilerin bu arayışlarının nedeni
bilinci gerçek anlamda kavrayamamalarıdır. Ruh sahibi olduklarını, bir
şuurla hareket ettiklerini anlayamamaktadırlar. Darwinizm’i
savunmalarının tek sebebi budur. Eğer bilinç gibi olağanüstü bir
varlığın farkında olsalar, bir ruh taşıdıklarını anlasalar, Darwinist
olmaları imkansızdır. Bu tümüyle metafizik bir gerçektir.
|
|
Darwinistler, indirgenemez
komplekslikteki bir insan gözünün tesadüfen evrimleştiğini ve ışığı
algılama yani “görme” özelliğine tesadüfen sahip olduğunu iddia
etmektedirler. Renkleri gören, çevresindekileri algılayabilen, bunlar
hakkında yorum yapabilen insanı söz konusu tesadüflerin, hücresel
etkileşimlerin bir sonucu olarak görmektedirler. Gözdeki hücrelerin
dışarıdaki ışığı yakaladığını ve bizlere renkli dünyanın sunulması için
bu mekanizmanın ve beynin varlığının yeterli olduğunu iddia
etmektedirler. Ama bu hücrenin bir görüntüyü fark edip bunu
algılayabilmek için açılıp kapanması, bir şuurla karar vermesi, kısacası
ruhun emrine uyarak hareket etmesi gibi bir olağanüstülüğü
kavrayamazlar. Hiçbir Darwinist, kendisinde var olan şuuru hissetmez.
Bunu hissederek Darwinizm’i savunması imkansızdır. Kendisindeki şuuru
hissederek, sadece bir hücre yığınından ibaret olduğunu, bakteriden
türeyip bu hale kadar geldiğini, sahip olduğu ve algıladığı her varlığın
şuursuz tesadüflerin eseri olduğunu iddia etmesi imkansızdır. Normal
şuur ve vicdanla bunu iddia etmesi mümkün olamaz. Darwinistler,
içlerinde gören, düşünen, akleden, yorum yapan, seven, sevinen, üzülen
bir varlık olduğunun farkına varamamaktadırlar. Farkına vardıkları anda,
maddeyi ilahlaştırma düşüncesinden hemen vazgeçeceklerdir.
Bir insanın yeşil rengi görmesi, karşıdan gelen arkadaşını tanıması, onu
görmekten dolayı sevinç duyması artık bilimin içine giren bir konu
değildir. Fiziğin ötesinde bir gerçektir. Bu, fiziksel veya maddesel
hiçbir sebep ve kavram ile açıklanamaz. Kendisinde olan bilinci fark
eden bir insan için ise, her şeyin mutlak maddeden ibaret olduğunu iddia
edip savunmak imkansızdır. İşte bu nedenle, Darwinistlerin sahip
oldukları şey apayrı bir düşünce yapısı, apayrı bir algılama şeklidir.
Kuşkusuz en doğrusunu Allah bilir.
Allah Kuran’da, böyle insanların, mucize görseler bile inanmayacaklarını şu şekilde haber vermiştir:
Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler
konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, -Allah’ın dilediği
dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik
ediyorlar. (Enam Suresi, 111)
|
|
Normal düşünen bir insan
için, kendi içindeki şuuru algılayıp fark eden “ben”i görebilmek,
beyninin dışında bir bilince sahip olduğunu anlayabilmek son derece
kolaydır. Ama Darwinistler, farklı bir düşünce yapısına sahip
olduklarından hem maddenin dışında bir şuurun varlığını, hem de
kendilerine ait olan bilinci görememektedirler. Herhangi bir Darwinist
üzerinde bunu görmek, bunu gözlemlemek oldukça kolaydır.
Farklı işleyen özel bir düşünce sistemi, Darwinistleri işte bu yüzden
maddeye bu kadar bağımlı yapmakta, bunun dışındaki açıklamaları
reddetmelerine sebep olmaktadır. Ancak normal bir bilince, sağlıklı bir
düşünce sistemine sahip bir insan, dünyanın bir algılar bütünü olduğunu
ve bunu algılayan “ben”in dışarıdaki ışıktan, beyinden, kulaktan,
gözden, elektrik sinyallerinden farklı bir şey olduğunu rahatça
görebilir. Dışarıdaki ışık, gördüğümüz kırmızı rengin sebebi olabilir
ama onun kırmızı olduğunu fark eden, bunu tanıyan, kırmızının ne
olduğunu bilen “ben”in bir açıklaması olmalıdır. Normal düşünebilen bir
insan, tüm bu algıların ruha ait olduğu sonucunu hemen çıkaracaktır.
Çünkü böyle bir insan, kendi sahip olduğu bilincin, “ben” dediği şuurun
farkındadır. Böyle bir insan, tüm maddeci açıklamaların mantıksızlığını
ve geçersizliğini kolaylıkla görebilir. Darwinizm’in ne büyük bir
yanılgı olduğunu hemen fark edebilir.
Darwinist görüşün propagandasına kanmamak, iddialarına hiçbir şekilde
dikkat vermemek gerekmektedir. Çünkü bu iddiaların sahibi olan kişiler,
farklı bir anlayış ve farklı bir boyut içinde yaşamaktadırlar. Bunun en
büyük delillerinden biri, maddenin aslı konusunun kuantum fiziğinin
keşfinden, yani 20. yüzyılın başlarından beri bilimsel olarak
bilinmesine rağmen, aynı materyalist propagandanın kesintisiz devam
ediyor olmasıdır.
Teorilerini ve felsefelerini
dayandırdıkları madde yok olmuştur. Ama bu durum, Darwinist ve
materyalist çevreler için pek bir şey fark ettirmemiş gibidir.
Bu, Allah’ı inkarları nedeniyle Rabbimiz’in onlara vermiş olduğu bir
karşılık olabilir. Onlar kendi varlıklarını, kendi ruhlarını inkar
ettikçe, Allah onları ruh sahibi varlık özelliğinden uzaklaştırmış
olabilir. Kuşkusuz en doğrusunu Allah bilir. Allah, bir ayetinde şöyle
buyurur:
Kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini
unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta
kendileridir. (Haşr Suresi, 19)
|
|
İşte bu nedenle, Darwinist
yalanlara kanmak, materyalistlerin boş iddialarına ihtimal vermek,
akıllı, mantıklı ve maddenin aslı konusunu kavrayabilmiş, bir “ben”in
farkına varabilmiş insan için büyük bir yanılgı olur. Eğer bir insan,
kendi taşıdığı ruhun alametlerini görebiliyorsa, her şeyin Yaratıcısı
olan Yüce ve güçlü bir Yaratıcı’nın, yani Allah’ın varlığını fark
edebiliyorsa, o zaman üstün yeteneklere ve akla sahip bir varlık haline
gelir. Bu üstün akıl, Darwinizm aldatmacasına kanmayacak kadar asil ve
değerlidir. Allah’ın üstün kudretini takdir edebilecek kadar güçlüdür.
Bu üstün akıl ile insan, yoktan var edilmiş olduğunu ve sonsuz bir ruh
taşıdığını bilir. Bu sonsuz ruha algılatılan rengarenk, eşsiz dünyaya
hayran kalır, bunların tümünü hayal olarak yaratan Allah’ın sanatını
hayranlıkla izler. Bu sonsuz ruhun asıl yurdunun dünya olmadığını ve
kendisine vaat edilmiş olan asıl yurda kavuşmak için çaba göstermesi
gerektiğini de bilir. Ruhun ait olduğu asıl yurt, ahirettir. Ahiret, tüm
ruhlar, yani gelmiş geçmiş tüm insanlar için yaratılmıştır. Sonsuz
nimet ve azap ahirette insanların karşısına çıkacaktır. Yalnızca bir
görüntüden ibaret olan dünya hayatı, bu sonsuz hayat için deneme
yeridir. İnsanın, ebedi nimet içinde yaşayıp yaşamayacağı, azap çekip
çekmeyeceği kararı, dünyada gösterdiği ahlak ve gerçekleştirdiği
amellerle belli olacaktır. Güzel ahlak ve salih amel ise, yalnızca
Allah’a gönülden iman edip Kuran’a uymakla mümkündür.
Sizin tümünüzün dönüşü O’nadır. Allah’ın va’di bir gerçektir.
İman edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için
yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur. İnkar edenler ise,
küfürleri dolayısıyla, onlar için kaynar sudan bir içki ve acı bir azap
vardır. (Yunus Suresi, 4)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder