En küçüğünden en büyüğüne kadar vücuttaki milyarlarca
işlem oksijen sayesinde elde edilen enerji ile gerçekleşir. İhtiyaç
duyduğumuz oksijeni vücudumuza sağlayan solunum sistemimizdir.
Nefes alıp verme işlemi otomatik olarak gerçekleşir. İnsan bu hayati
önemdeki işlem yerine getirilirken hiçbir emek sarf etmez, bir karar
vermez ve hiçbir müdahalede bulunamaz. Doğduğu andan itibaren bu
mucizevi sistem faaliyete geçer ve hiç aksama olmadan çalışır. Yeni
doğan her bebekte -o farkında dahi olmadan- ömür boyunca hiç durmadan
çalışacak olan solunum makinesinin düğmesine basılmış olur.
Solunum, yalnızca nefes almak değildir. Havadaki oksijen kullanılarak
vücutta enerji ortaya çıkarmak için yapılan işlemler zincirinin tümüne
verilen addır. İlerleyen bölümlerde solunum işleminin nasıl
gerçekleştiği konusuyla birlikte solunum sistemini oluşturan parçaların
genel yapısı da ele alınacaktır.
SOLUNUM SİSTEMİNİN GİRİŞ KAPISI: BURUN
Hafızanızdaki kokuları şöyle bir gözden geçirin. Taze ekmeğin, bahçedeki
hanımelilerin, yeni biçilmiş çimenlerin, yağmurdan sonraki toprağın,
tam kıvamında kızarmış ızgaranın, yeni toplanmış çileğin, şeftalinin,
maydanozun, kullandığınız sabunun, şampuanınızın kokusunu ve buna benzer
daha pek çok kokuyu duyabilmenizi burnunuzdaki hassas yapıya
borçlusunuz.
Pek çok insan gün içinde ne kadar çok koku duyduğunu ve bu kokular
sayesinde kafasındaki cisimlerin şekillendiğini hiç düşünmez. Oysa
yediğiniz yemeğin lezzet kazanmasını sağlayan koku alma duyunuzdur.
Koku, cisimleri tanımanızdaki etkenlerden bir tanesidir.
Aldığınız her nefesle birlikte cisimlere ait
kokular da burundan içeriye girer. İnsan burnu duyduğu bir kokuyu 30
saniye içinde analiz edip, yaklaşık 3.000 değişik kokuyu da birbirinden
ayırt edebilecek kadar müthiş bir kapasiteye sahiptir.
Burnun üst bölümünde çok sayıda sinir hücresi içeren ve koku epiteli
olarak adlandırılan iki küçük alan bulunur. Bu alanlar koku duyumundan
sorumludur. Koku ise havada molekül olarak dolaşır. Nefes alırken
havadaki oksijenin yanısıra bu moleküller de burna girer. Havayla
taşınan “koku molekülleri” koku epitelindeki alıcılara ulaştığında
burada bulunan hücreler uyarılır. Uyarılan hücre beyne bir elektrik
sinyali gönderir. Beyin koku molekülü ile değil yalnızca kendisine
ulaşan elektrik sinyali ile muhatap olur. Elektrik sinyali için beynin
yaptığı yorumu insan koku olarak algılar.
Bebekler anne karnında iken göbek kordonu vasıtasıyla
annelerinden hazır olarak aldıkları oksijenle beslenirler. O dönemdeki
vücut yapıları akciğerlerini kullanmadan solunum yapabilecek şekilde
yaratılmıştır. Ancak zaman içinde diğer organlarla birlikte akciğerleri
de büyür. Anne karnında bir sıvının içinde yüzen ve nefes almayan bebek
dışarı çıktığı andan itibaren nefes almaya ve akciğerlerini kullanmaya
başlar. Bebek için daha doğmadan gereken tüm hazırlıklar yapılmıştır.
Dış dünyada ihtiyacı olacak her türlü organ anne karnındayken onun için
tasarlanmıştır. İnsanı yaratan Allah’tır. Bu hayati geçiş insan
vücudunda Allah tarafından yaratılmış olan mükemmel sistem sayesinde
problemsiz gerçekleşmektedir.
Burun güzel kokulu çiçeklerin ya da iştah açıcı
yemeklerin kokularını algılamamızı sağlamanın ötesinde de, çok önemli
işlevleri olan bir organımızdır. Soluduğumuz hava ile birlikte havadan
aldığı oksijeni vücudumuzun bütün hücrelerine taşıyan kan arasındaki
temel bağlantı yollarından biridir. Kısacası burun hem koklama organı,
hem de solunum yollarının başlangıcı olarak büyük önem taşır. İki
bölümden oluşan burnun içinde “silya” denen tüycükler ve mukus adı
verilen bir salgı vardır. Hava burundan içeri girdiğinde bunlarla
karşılaşır ve hemen analize tabi tutulur. Havadaki moleküller
ayrıştırılarak incelenir ve beyne iletilerek kokunun ne olduğu
belirlenir ve ona göre tepki verilir. Bu işlemlerin hepsi sadece 30
saniye gibi çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşir.
Burnun içinde aerodinamik açıdan da kusursuz bir tasarım söz konusudur.
Hava içeri girdiğinde doğrudan nefes borusuna gitmez. Burun, adeta bir
klima gibi çok özel filtre sistemleriyle dışarıdan gelen kirli, sıcak,
soğuk ya da nemli havayı akciğerler için hazır hale getirir. Burundaki
özel kıvrımlı yapı sayesinde hava burada bir tur dönüş yapar. Böylece
burun çeperinde bulunan tüycüklere ve damar ağına daha fazla temas etmiş
olur. İşte bu kıvrımlı sistem sayesinde burun günde 15 m3 havayı süzer,
temizler, nemlendirir ve ısıtır. Bu miktar yaklaşık olarak bir odanın
içindeki havaya eşittir.
Soluduğumuz havanın temizlenmesi ve zararlı
maddelerinden arındırılması tek başına yeterli değildir. Havanın
kullanılabilmesi için ısıtılması ve nemlendirilmesi şarttır. Burnun
içinde bulunan kıvrımlar havanın ısıtılması için en uygun dizayna
sahiptir. Bu kıvrımlara takılan hava, burnun iç yüzeyindeki incecik kan
damarlarının sıcaklığıyla ısınır. Böylece soluduğumuz tozlu, pis ve
soğuk hava akciğerlere ulaşmadan önce ısıtılmış, süzülmüş, temizlenmiş,
filtre edilmiş ve nemlendirilmiş olur. Eğer aksi olup, hava solunduğu
haliyle akciğerlere ulaşmış olsaydı, çok ciddi hastalıklara maruz
kalabilirdik. Havanın soğutucu, kurutucu etkisi, aynı zamanda
bakterilerle yüklenmiş hali ciğerlerin alt bölümlerinde şiddetli
enfeksiyonlara neden olurdu. Ancak burnun üstün tasarımı insanı bu
tehlikeden korur.
Fakat burada kirli hava denince akla sadece tozlu hava
gelmemelidir. Havayla birlikte gelen tozun yanı sıra bakteri, polenler
vs. gibi yaklaşık 20 milyar yabancı maddenin vücuda girmesi burundaki
özel sistem sayesinde engellenmiş olur.
Evrimci tıp mühendisi John Lenihan, Human Engineering adlı kitabında
solunum sistemini klimaya benzeterek, vücuttaki kusursuz tasarımı şöyle
tarif etmektedir:
Burun deliklerinin ardındaki alan
analitik kimyacılarının açıklamaya güçlerinin yetmediği olağanüstü
duyarlılığa sahip bir keşif sistemiyle birleşmiş dünyanın en iyi
air-condition (klima) sistemine sahiptir. John Lenihan, Human Enginerring, New York, John Braziller Inc. 1974, s. 94
Tozlarını ve her türlü zararlı bakterilerini burundaki klima sisteminde
bırakan hava, bu işlemden sonra her burun deliğinde üçer tane bulunan
kıvrımlı yapıların üstünden geçer. Burundaki tüycüklere takılan yabancı
maddeler bu defa da buradaki mukusun antibakteriyel etkisiyle zararsız
hale getirilir. Hava bu kıvrımlara çarpınca yön değiştirir ve burun
boşluğunun duvarına çarpar. Buraya çarptığında mukus sıvısı içinde
tutulur. Solunum havasının yabancı cisimlerden temizlenmesi çok kapsamlı
ve çok hassastır. En ufak bir hataya, unutmaya ve atlamaya izin
verilmez. Çünkü bir bakterinin ya da zararlı bir cismin akciğer gibi
hassas bir organa geçebilmesi, insanın sağlığında olumsuz etkiler
oluşturabilir. Ancak herşeye rağmen zararlı cisimlerin burundan geçmeyi
başarması ihtimaline karşı, ikinci bir koruma mekanizması daha vardır.
Şayet burun boşluğunu geçebilen cisimler olursa, bunlar da solunum
yollarında tutulurlar.
Burnun içinde temizlenen ve ısısı ayarlanan hava ciğerlerinize gitmek
üzere hazırdır. Ciğerlere ulaşmak için takip edilecek yol nefes
borusudur.
Havanın solunum sistemindeki yolculuğunu izlemeye devam etmeden önce bir
konunun üzerinde tekrar durmakta fayda vardır. Soluduğumuz havayı
temizleyen sistemi bir klimaya benzetmiştik. Üstelik sadece temizleyen
değil, ısıyı da ayarlayan, çift sistemli bir klima. Peki insan
vücudundaki bu klima nasıl ortaya çıkmıştır? Nasıl olup da vücudumuza
yerleştirilmiştir? Nasıl her insanda eksiksiz bir şekilde var
olmaktadır?
Bu soruların cevaplarını vermek için bir soru daha soralım: Bir klimanın tesadüfen oluşması mümkün müdür?
Birbiri ile uyumlu çalışan klima parçalarının; havayı
süzen filtrelerin, nem sağlayan mekanizmaların, soğuk havayı ısıtan,
sıcak havayı soğutan bir sistemin tesadüflerin eseri olması mümkün
müdür? Bir odaya klimayı oluşturan tüm maddeleri, hatta bütün
parçalarını eksiksiz koyduğumuzu farz edelim. 10 yıl, 100 yıl, 1000 yıl
hatta 1 milyon yıl sonra tekrar bu odaya girdiğimizde parçaların kendi
kendine birleşmesiyle oluşan çalışır durumda bir klima ile
karşılaşabilir miyiz? Bırakın zaman içinde bir klimanın kendi kendine
oluşmasını, bu maddelerde paslanma, eskime ve bozulma görüleceği çok
açıktır.
Herhangi bir teknik aletin oluşması için bilinçli bir tasarımcının
bulunması, bu tasarımcının tüm parçaları bir düzen içinde biraraya
getirmesi ve bunun için ciddi bir çaba sarf etmesi gerekir. Bu, her
mantık sahibi insan tarafından kabul edilir. Vücudumuzdaki klimanın da,
fonksiyonları bakımından bildiğimiz klimalardan herhangi bir farkı
yoktur. Üstelik yapısındaki elemanlar açısından bu klima diğerlerinden
çok daha üstündür. “Dünyanın taklit edilemeyen en iyi klima sistemi”
olarak nitelendirilen burundaki tasarım, elbette ki Allah’ın benzersiz
yaratma sanatının bir eseridir. Allah insanı yaşaması için gerekli olan
en mükemmel sistemle birlikte yaratmıştır. Allah herşeyi kusursuz ve
örneksiz yaratandır.
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var
edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde
ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr
Suresi, 24)
|
SOLUNUM YOLLARINDA HATASIZ YÖN TESPİTİ YAPABİLEN TÜYCÜKLER
Burundan bronşlara kadar bütün solunum yollarının yüzeyi mukus adlı bir tabakayla kaplıdır. Bu maddenin solunum yollarının yüzeyini nemlendirici özelliği vardır. Bu sayede havayla birlikte solunan toz gibi küçük maddeleri tutarak, akciğere girmelerini engeller. Ancak mukus tarafından tutulan yabancı maddelerin, zamanla solunum yollarında birikmemesi için dışarıya atılmaları gerekir. Bunun için de vücudumuzdaki bir başka güvenlik mekanizması devreye girer. Bu mekanizmada solunum yolları yüzeyini kaplayan silya adındaki sivri uçlu kamçılar görev alır. Solunum yollarının yüzeyindeki hücrelerin her birinin üstünde 200 silya bulunur. Bunlar saniyede 10-20 vuruş yaparak yutağa doğru sürekli bir çarpma hareketinin oluşmasını sağlarlar. Bu bölgedeki silyaların hareket yönleri hep yutağa doğrudur. Bu şekilde içinde yabancı madde barındıran mukusun dakikada 1 cm. hızla yutağa doğru ilerlemesini sağlarlar. Burundaki silyalar ise bulundukları bölgede mukusun bu kez aşağı doğru hareket ettirilmesi gerektiğini bilirler ve tam aksi yöne kamçı hareketi yaparlar. Böylece burundaki mukusta yer alan maddelerin yutağa gelmesini sağlarlar. Böylece solunum sistemi zararlı maddelerden arındırılmış olur. Bu örneklerden anlaşıldığı gibi silya isimli tüycükler, görmek için gözleri, düşünebilmek için beyinleri olmamasına rağmen kendilerine kıyasla kilometrelerce uzaktaki yutağın yerini tespit edebilmektedirler. Bunun yanısıra yabancı maddelerin akciğere gönderilmesinin bedene zarar vereceğini bilmekte ve bulundukları bölgede bunu engelleyecek şekilde, birbirleriyle tam bir uyum içinde, hep gereken yönde hareket etmektedirler. Bilim adamlarının çeşitli deneylerle, farklı araçlar kullanarak, uzun yıllardır süren araştırmalarına rağmen çalışma mekanizmasını tam olarak keşfedemedikleri bu metrenin 2 milyonda biri boyundaki tüycükler, yeryüzünde ilk insan var olduğundan beri kusursuz bir mekanizmayla çalışmaktadırlar. Onlar kendilerini yaratan Allah’ın ilhamıyla hareket ettikleri için hiçbir tesadüf zincirinin oluşturamayacağı kadar mükemmel bir işleyişe sahiptirler. |
İlk anda burunda temizlenen hava solunumun bir sonraki aşamasında vücut
içinde yol alarak biraz daha aşağılara doğru inecektir. Havanın burundan
sonra geçeceği bölge nefes borusudur.
Bu tüycükler sürekli olarak akciğerin ters yönünde yani
ağıza doğru kamçı benzeri bir hareket yaparlar. Bu şekilde tüycüklerin
üzerlerine düşen çok daha küçük parçalar boğaz bölgesine doğru ilerlemiş
ve akciğerden uzaklaşmış olur. Boğaz bölgesinde yemek borusuyla
birleşen nefes borusu, içinde biriken atık parçalarını ve bazı
bakterileri yemek borusuna iletir. Boğazda biriken parçalar yutma
refleksini başlatır. Böylece atık maddelerin ve akciğerde hastalık
oluşturabilecek bakterilerin tümü yutularak mideye iletilir ve mide
asitinde parçalanıp yok edilir.
Sabah uyanıldığında boğazda hissedilen doluluk ve ses
değişikliğinin sebebi de gece boyunca nefes borusunun kendini temizleme
işlemi sırasında biriken yabancı madde ve bakterilerdir.
Akciğerleri koruyan sigorta sistemleri bunlarla sınırlı değildir. Kazara
nefes borusuna yiyecek ya da nem parçaları kaçsa bile, bunlar da bir
başka emniyet aracı olan ve öksürük olarak isimlendirilen hava patlaması
ile çıkartılır. Bir öksürüğün hava itmesi saatte 960 kilometreye kadar
çıkabilir. Discovery Channel, Human Machine, Breath of Life
|
Yanda elektron mikroskobu altında soluk borusundaki
tüycükler, en sağda ise soluk borusunun genel yapısı ve enine kesit
görülüyor.
|
Nefes borusu gırtlaktan akciğerlere kadar uzanan
yaklaşık 30 cm uzunluğunda bir borudur. Bu boru her an açık olmak
zorundadır. Aksi takdirde havanın ciğerlere iletimi durur ve insan
boğularak ölür. Boyun gibi hareketli bir bölgeden geçen ve etten
yapılmış olan bu esnek borunun sürekli açık kalmasını sağlamak gerçekte
oldukça zordur. Ancak nefes borusunun mükemmel tasarımı sayesinde bu
zorluk ortadan kalkmıştır. Nefes borusu C harfi şeklinde kıkırdaklarla
desteklenmiştir. İşte bu kıkırdaklar nefes borusunun kapanmasını
engeller.
Bu kompleks sistemin herhangi bir parçasının eksikliği vücutta
onarılması zor hasarlar oluşmasına neden olur. Örneğin genetik bir
hastalık olan Kartagener sendromunda, sistemin tüm elemanları eksiksiz
var olmalarına rağmen nefes borusunu örten tüycüklerin hareket etme
özellikleri yoktur. Bu eksiklikle doğan bebeklerin çok büyük bir bölümü
sık sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonları nedeniyle daha çocukluğa
ulaşamadan hayatlarını kaybederler.
İnsan bedeninin derinliklerinde gözle görülemeyen mikro tüycükler insan
sağlığı için bütün güçleri ile çalışırlar. Soluk borunuza giren toz ve
yabancı cisimleri adeta elden ele taşıyarak ciğerlerinizden uzak tutmaya
çalışırlar. İnsanın varlığından hiç haberdar olmadığı ancak kendisi
için gece gündüz hizmet eden bu milyonlarca mikro tüycük, insan
bedeninin tasarlanmış, yani yaratılmış olduğunun bir delilidir.
|
HÜCRELERİ HAREKET ETTİREN MİKROSKOBİK TÜYCÜKLERİN VARLIĞI BİLE DARWINİZM SAFSATASINI YALANLAMAK İÇİN YETERLİDİR
Bu tubulin proteinini oluşturan moleküller, adeta birer
tuğla gibi dizilip, hücrede silindir şeklinde bir düzen meydana
getirirler. Ancak tubulin moleküllerinin dizilimi tuğlalardan çok daha
komplekstir.
Yukarıda çok kısaca ve basit kelimelerle özetlediğimiz
bu parçacıklar tüycüğü meydana getirmektedir ve tek hedefleri
vücudunuzdaki trilyonlarca hücreden tek bir tanesini hareket
ettirmektir. Bugüne kadar yaşamış olan ve halen yaşayan tüm insanların
solunum hücrelerinin her birinde böyle kapsamlı bir sistem vardır.
Üstelik bu kompleks ve birçok parçadan oluşan sistem, gözle dahi
göremeyeceğimiz kadar küçük hücrenin içindeki bir tüycüğün daha da alt
yapılarıdır. Kısacası Allah, bizim hiçlik diyebileceğimiz kadar küçük
bir yere, son derece sistemli ve kompleks bir mekanizma yerleştirmiştir.
Tesadüflerin, hücreyi hareket ettirmeyi düşünüp, böyle bir sistemi
hayal dahi edemeyeceğimiz kadar küçük bir alana sığdırmaları kesinlikle
imkansızdır. Bu, ancak Allah’ın üstün ve sonsuz aklı, ilmi ve gücü ile
mümkün olabilir.
|
KENDİ KANINIZI TEMİZLEYECEK BİR CİHAZ TASARLAYABİLİR MİSİNİZ?
Nefes borusundan geçen oksijen, nefes borusundan ikiye ayrılan
broşlardan geçerek akciğerlere ulaşır. Göğüs boşluğunda, biri sağa
diğeri sola yerleştirilmiş iki akciğer vardır. Akciğer en önemli
organlardan biridir. Vücuttaki diğer organlarla olan bağlantılarının
yanısıra, kendi içinde de son derece kompleks bir tasarıma sahiptir.
Akciğerin yapısının detaylarına girmeden önce hep birlikte bir tasarımın nasıl yapıldığı üzerinde düşünelim.
Bir tasarımın ilk aşaması belirli bir plan oluşturmaktır. Ardından bu plan doğrultusunda belirli parçalar biraraya getirilir. Çevrenize baktığınızda pek çok tasarım ürünü görürsünüz. Bir tabloda tasarım vardır, elinize aldığınız bir kitabın dış kapağında, iç sayfa düzeninde, kitabın içinde anlatılan konunun bütünlüğünde de bir tasarım vardır. Kitabı oluşturan kağıtlar da, giydiğiniz kıyafetler de, üzerinde oturduğunuz koltuk da tasarım ürünüdür. Sitenin bu bölümüne kadar delilleriyle gördüğümüz gibi insan vücudunda da çok açık bir tasarım vardır.
Bir tasarımın ilk aşaması belirli bir plan oluşturmaktır. Ardından bu plan doğrultusunda belirli parçalar biraraya getirilir. Çevrenize baktığınızda pek çok tasarım ürünü görürsünüz. Bir tabloda tasarım vardır, elinize aldığınız bir kitabın dış kapağında, iç sayfa düzeninde, kitabın içinde anlatılan konunun bütünlüğünde de bir tasarım vardır. Kitabı oluşturan kağıtlar da, giydiğiniz kıyafetler de, üzerinde oturduğunuz koltuk da tasarım ürünüdür. Sitenin bu bölümüne kadar delilleriyle gördüğümüz gibi insan vücudunda da çok açık bir tasarım vardır.
Şimdi insan vücudu ile ilgili olarak sizden bir tasarım yapmanızın istendiğini varsayalım.
Yapmanız gereken; “Kandaki karbondioksiti temizleyecek ve yerine oksijen verecek bir cihaz” tasarlamaktır. Ancak bu cihaz insan vücuduna yerleştirilecek büyüklükte olmak zorundadır.
Yapmanız gereken; “Kandaki karbondioksiti temizleyecek ve yerine oksijen verecek bir cihaz” tasarlamaktır. Ancak bu cihaz insan vücuduna yerleştirilecek büyüklükte olmak zorundadır.
Böyle bir cihaz tasarlayabilmek için öncelikle kan ve oksijen hakkında
binlerce detaya hakim olmanız gerekir. Kanda oksijenin nasıl taşındığı,
oksijen taşıyan proteinlerin moleküler yapıları, oksijenin atomik
özellikleri gibi birçok ayrıntıyı bilmeniz gerekir. Bu bilgilere sahip
olmadan sizden istenen cihazı tasarlamanız tek kelime ile imkansızdır.
Kan ve oksijen hakkında detaylı bir araştırma yaparsanız şu sonuca
ulaşırsınız; Kandaki karbondioksitin havadaki oksijen ile yer
değiştirmesi için, kan sıvısı ve hava mümkün olan en geniş alan üzerinde
birbirleri ile doğrudan temas etmelidir. İhtiyaç duyulan alan yaklaşık
100 metrekare büyüklüğünde olmak zorundadır. Yani öyle bir cihaz
tasarlamak zorundasınızdır ki, bu cihaz kan ve havayı 100 metrekarelik
bir alanda birbirleri ile temas ettirmelidir. Ancak bu cihaz aynı
zamanda bir insanın vücuduna sığacak kadar da küçük bir hacme sahip
olmalıdır. Şüphesiz böyle bir cihaz tasarlamak yüksek bir akıl ve bilgi
gerektirir.
Yeryüzünün en tanınmış tasarım uzmanları ile biraraya gelerek tasarımlar
yapabilir, yeryüzünün en ileri teknolojilerini kullanarak
tasarladığınız cihazı üretmeye çalışabilirsiniz. Ancak ne kadar
uğraşırsanız uğraşın, bu iş için kendi akciğerleriniz kadar mükemmel
tasarıma sahip bir cihaz yapamazsınız.
Bu noktada akla şu soru gelecektir: Akciğerlerde nasıl bir teknoloji ve
tasarım vardır ki, 100 metrekarelik bir alan insanın göğüs boşluğunun
içine yerleştirilmiş ve paketlenmiştir. Bu sorunun cevabını öğrenmek
için akciğerin mucizevi özelliklerini yakından incelemek yeterli
olacaktır.
KESECİKLERLE OLUŞTURULMUŞ MÜKEMMEL TASARIM
Akciğerlerin yapısını incelediğinizde oksijen ve karbondioksiti
buluşturmak için tasarlanmış kusursuz bir yapıyla karşılaşırsınız.
Akciğerin içine her biri toplu iğne ucundan daha küçük 300 milyondan
fazla kesecik (alveol) yerleştirilmiştir. Keseciklerin her birinin çapı
0.25 mm kadardır. Bu keseciklerin toplam yüzey alanı hesaplandığında
ortaya olağanüstü bir rakam çıkar. Bir insanın akciğerinin yüzey alanı
yaklaşık 70-100 metrekaredir. Böylesine büyük bir yüzeyin bu kadar küçük
bir hacmin içine sığdırılmış olması akciğerlerdeki kusursuz tasarımı
göstermektedir.
Her nefes aldığınızda bu 300 milyon küçük keseciğin içi havayla dolar. Bu keseciklerin iç yüzeyinde kılcal damarlar bulunmaktadır. Balonlar havayla dolduğu anda, kılcal damarlarda bulunan kandaki karbondioksit, havada bulunan oksijen atomları ile yer değiştirir.
Her nefes aldığınızda bu 300 milyon küçük keseciğin içi havayla dolar. Bu keseciklerin iç yüzeyinde kılcal damarlar bulunmaktadır. Balonlar havayla dolduğu anda, kılcal damarlarda bulunan kandaki karbondioksit, havada bulunan oksijen atomları ile yer değiştirir.
Ancak bu hava keseciklerinin açılıp kapanmaları ilk bakışta görüldüğü
kadar kolay değildir. İlk defa şişirilen bir balonu şişirmek ne kadar
zorsa, normal şartlar altında çok yüksek bir gerilime sahip olan
alveolleri şişirmek de o derece zordur. Ancak nefes alıp verirken hiç
zorlanmayız. Alveollerimizin açılıp kapanmasını hissetmeyiz bile. Çünkü
solunum sistemimiz rahat nefes alıp vermemizi sağlayan bir tasarıma
sahiptir. Her nefes alındığında alveollerin kolayca açılıp kapanmasını
sağlayacak bir sistemin olmaması, insan için ölümcül sonuçlara yol
açabilecek kadar ciddi bir sorundur.
Mümkün olan en iyi tasarım, her zaman olduğu gibi yine insanın emrine verilmiştir.
Akciğerlerinizi oluşturan 300
milyondan fazla keseciğin çevresi sürfaktan isimli bir madde ile
çevrilidir. Sürfaktan maddesi bu keseciklerin açılıp kapanmasına yardım
eder, yüzey gerilimlerini düşürür. (Eldra Pearl Solomon, Introduction to
Human Anatomy and Physiology, s. 202 ) Bu maddenin bir diğer fonksiyonu
da nefes verirken keseciklerin tamamen boşalmasını engellemesidir.
Sürfaktan sayesinde en güçlü nefes verişte bile akciğerlerde belli
miktarda hava kalır. Bu şekilde alveol çevresinde dolaşan kan her zaman
havayla temas edip vücudun tüm hücrelerine düzenli olarak oksijen
iletir.
Sürfaktan, alveollerin yüzeyinde bulunan çok özel bir hücre grubu (tip
II granüler promösitler) tarafından sentezlenir. Vücudun akciğer hariç
hiçbir bölgesinde olmayan bu hücreler sayesinde, rahatlıkla nefes alıp
verebiliriz.
Bu maddenin önemli özelliklerinden birisi de
bebek doğmadan tam bir ay kala üretilmeye başlamasıdır. İşte olayın
mucizevi yönü de burada başlar. Anne rahmindeyken akciğerini kullanmayan
bebek nasıl olup da dışarıda nefes alırken böyle bir zorlukla
karşılaşacağını düşünüp, bu maddeyi üretmeye ihtiyaç duyabilir?
Sürfaktanın akciğerindeki keseciklerine yardımcı
olabileceğini nereden bilebilir? Bu maddenin keseciklerin yüzey
gerilimini düşüreceğini hangi kimya bilgisiyle tahmin edebilir? Bu
maddenin yokluğu, bebeğin hayatını çok kısa bir zamanda kaybetmesine
neden olacaktır. Bu hazırlığın yapılmadığı yani sürfaktan üretiminin
yetersiz olduğu istisnai durumlarda örneğin premature bebeklerde bu
durum oksijen yetersizliğine neden olur. Guyton and Hall, 9. Basım,
s.541
İnsan vücudunun her noktasında görülen bu hassas denge,
canlıların yaratılışındaki mükemmelliğin önemli bir örneğidir. Sınırsız
bir gücün sahibi olan Allah, her canlı için benzersiz tasarımlar
yaratmıştır. Bunları inceleyerek Rabbini tanıma yolunda bir adım daha
atan insana düşen ise Allah’ın yüceliğini gereği gibi takdir edebilmek
ve O’ndan gereği gibi korkmaktır.
Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya
kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki,
insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34)
VÜCUTTAKİ YAŞAM BOYU SÖNMEYEN ATEŞ: SOLUNUM
Solunum işlemini pek çok açıdan ateşin yanmasına benzetmek mümkündür.
Ancak ateşin yanmasına göre solunum daha yavaş ve daha düşük ısılarda
gerçekleşen bir kimyasal işlemdir.
Hücreleriniz havadaki oksijeni kullanarak besinlerdeki karbonu “yakar”
ve bu yanma sonucunda vücudunuz için gerekli olan enerji ortaya çıkar.
Bu nedenle aldığınız her nefesin ardından gerçekleşen olayları adeta
milyarlarca küçük ateşin içinizde yanması olarak nitelendirmek yanlış
olmayacaktır.
İnsan vücudundaki hücrelerin her birinin sürekli olarak oksijene
ihtiyacı vardır. Örneğin şu anda bu yazıyı okuyabilmeniz, gözünüzün
retina tabakasındaki milyonlarca hücrenin hiç durmaksızın oksijenle
beslenmesi sayesinde mümkün olmaktadır. Bunun gibi, vücuttaki tüm
kasların, bu kasları oluşturan hücrelerin, karbon bileşiklerini
“yakarak”, yani bunları oksijenle reaksiyona sokarak enerji elde
etmeleri gerekir. Her nefes aldığınızda vücudunuza 100 trilyona yakın
hava molekülü girer. Bunun yaklaşık %21′i yani 21 trilyonu, oksijen
molekülüdür. Solunum sistemi yoluyla vücudunuza giren ve kan dolaşımına
yüklenen bu moleküller, yine kan yoluyla vücudun en derin noktalarına
kadar ulaştırılır. Ve burada bulunan karbondioksit molekülleriyle yer
değiştirir. Biz sadece nefes aldığımızı zannederken, gerçekte bu sırada
vücudumuzun derinliklerinde hiç durmadan oksijen, karbondioksit ve su
alış-verişi gerçekleşir.
OKSİJEN TAŞIYICILARI
Solunumun ana amacı vücut hücrelerindeki karbondioksidin dışarı atılması
ve yerine oksijen alınmasıdır. Bu işlemler vücut dokularından çok uzak
bir yerde, akciğerde gerçekleşir. Bu durumda akciğerden vücuda giren
oksijenin bir şekilde dokulara taşınması, dokularda ortaya çıkan
karbondioksitin de aynı şekilde akciğere ulaştırılması gerekmektedir.
Peki bu ulaşım nasıl yapılacaktır?
Oksijen ve karbondioksitin, insan vücudu içindeki yorulmak bilmez
taşıyıcıları kan sıvısında bulunan alyuvarlardır. Akciğerde kanla temas
eden alyuvarlar, hücrelerden getirdikleri atık madde olan karbondioksidi
keseciklerin içine boşaltırken, kesecik içindeki oksijeni emerler. Bu
işlem çok özel bir zar boyunca gerçekleşir. Bu zarın bir tarafını
kesecik -alveol- içindeki oksijenli hava oluştururken, diğer tarafta ise
içinden sadece tek bir alyuvarın geçebileceği genişlikteki kılcal
uzantılar vardır. Bu şekilde oksijen molekülü sorunsuz olarak
alyuvarlarla temas haline geçer.
Oksijen molekülü alyuvarların içinde bulunan hemoglobin
adlı bir molekül tarafından hücrelere taşınır. Hemoglobin molekülü çok
özel bir tasarıma sahiptir. Dış görünüşü oksijen veya karbondioksit
taşımaya çok uygun bir çeşit fincan altlığı biçimindedir. Akciğerde
oksijene bağlanan hemoglobin, kan dolaşımı yardımıyla vücudun
derinliklerine doğru yol alır. Oksijene ihtiyacı olan dokulara
ulaşıldığında bir mucize gerçekleşir. Çok özel bir tasarıma sahip
hemoglobin molekülü, ortamdan kimyasal olarak etkilenir ve oksijenle
arasında kurulu olan kimyasal bağ kopar. Hemoglobin bunun sonucunda
yükünü yani oksijeni bırakır. İşte bu oksijen molekülü orada bulunan
hücrelere hayat verecektir.
Hemoglobinin görevi burada bitmez. Hemoglobin ortamdan uzaklaştırılması
gereken karbondioksidin akciğerlere taşınmasında da çok önemli bir rol
oynar. Bu olay şöyle özetlenebilir:
Hücre solunumu ile meydana gelen
karbondioksit, hücrelerden doku sıvısına, doku sıvısından kılcallara
geçer. Karbondioksidin bir kısmı alyuvarlarda hemoglobinle birleşerek
karbamino hemoglobin şeklinde taşınır. Bir kısmı ise karbonikanhidraz
enziminin etkisiyle su ile birleşerek karbonik asidi oluşturur. Daha
sonra karbonik asit bikarbonat ve hidrojen iyonlarına ayrışır. Açığa
çıkan hidrojen iyonu, hemoglobin tarafından tutulur. İşte karbondioksit
bu şekilde doku kılcallarından toplardamarlarla kalbe getirilir. Kalpten
de akciğere taşınır.
Akciğerlerde gerçekleşen çeşitli işlemlerden sonra karbondioksit soluk verme esnasında dışarı atılır.
Hemoglobinin yapısında dikkate değer bir özellik vardır. Hemoglobin, oksijeni taşıyabilecek yeteneğe sahip olduğu gibi aynı zamanda taşıdığı oksijeni doğru anda doğru yere bırakabilecek yeteneğe de sahiptir. Bunu başarmasının ardındaki sır oksijen ve hemoglobin arasında kurulan kimyasal bağda saklıdır. Hemoglobinin bu özelliğinin öneminin tam olarak anlaşılabilmesi için şöyle bir değerlendirme yapmakta fayda vardır:
Hemoglobinin yapısında dikkate değer bir özellik vardır. Hemoglobin, oksijeni taşıyabilecek yeteneğe sahip olduğu gibi aynı zamanda taşıdığı oksijeni doğru anda doğru yere bırakabilecek yeteneğe de sahiptir. Bunu başarmasının ardındaki sır oksijen ve hemoglobin arasında kurulan kimyasal bağda saklıdır. Hemoglobinin bu özelliğinin öneminin tam olarak anlaşılabilmesi için şöyle bir değerlendirme yapmakta fayda vardır:
Oksijen ve karbondioksit taşınması şöyle gerçekleşir:
Alveollerdeki oksijen alyuvarlara girer ve oksihemoglobin (HbO)
oluşturmak için hemoglobinle (Hb) birleşir. Oksijen bu forma girince
vücut hücrelerine bırakılır (solda). Burada bikarbonat (HCO) ve hidrojen
iyonlarına ayrılan karbon asidi (H2CO3) oluşturmak için suyla birleşir.
Bu sırada bikarbonat plazmaya geçer. Hidrojen iyonları da hemoglobinle
(H-Hb) birleşir ve hücre dışına taşınır. Bazı karbondioksitler ise bu
işlemler olmadan direkt olarak hemoglobinle (HbCO) birleşerek hücreden
atılırlar. Hücrelerimizde her an devam eden bu işlemlerin tesadüfen
gerçekleşmesini mümkün olmadığı açıktır. Hücreler Allah’ın ilhamıyla
hareket ederler.
-Eğer hemoglobin ve oksijen arasında kurulan bağ biraz
daha zayıf olsaydı, hemoglobin oksijene bağlanamaz ve dokulara oksijen
ulaştırılamazdı. Bu durum canlı için mutlak bir ölüm olurdu.
-Tam tersine bir olay gerçekleşseydi ve hemoglobin ile oksijen arasında
kurulan bağ biraz daha güçlü olsaydı, bu sefer hemoglobin ve oksijen
çifti dokulara ulaştıklarında birbirlerinden ayrılamazlardı. Bu durumda
hücreler yine oksijensiz kalır ve canlılar birkaç dakika içinde
ölürlerdi.
Yukarıdaki iki madde hemoglobinde özel bir tasarım olduğunun apaçık bir
kanıtıdır. İnsan vücudunda oksijenin taşınması için mükemmel bir sistem
yaratılmıştır. Bu sistem içinde yer alan her detay Allah’ın ilminin
sınırsızlığını ve sonsuz gücünü bizlere kanıtlar. Düşünüldüğünde
hemoglobin ve oksijen arasında kurulan moleküler bağın gücünün miktarı
konusunda dahi sonsuz ihtimal olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. Ancak bu
sonsuz ihtimalin içinden olabilecek en uygun bağ hemoglobin ve oksijen
molekülü arasında kurulmaktadır. Bağın gücü ne az ne de fazladır. Tam
olması gereken miktardadır. Bu, tesadüfen oluşması imkansız bir
durumdur. Apaçık bir planın, bir tasarımın ürünüdür.
Bu molekülün üretiminde meydana gelebilecek herhangi bir bozukluk,
solunum işleminde ortaya çıkacak bir aksaklık, kanın pompalanmasında
gerçekleşebilecek herhangi bir sorun, kanın içeriğinde olabilecek
muhtemel bir değişiklik (bunun gerçekleşmesi için böbrekle ilgili basit
bir problem yeterlidir) öncelikli olarak çok ağır hastalıkları,
sonucunda ise ölümü getirecektir. Öyleyse bu büyük düzeni oluşturan
parçalardan hiçbirinin tesadüflerle, kendi kendilerine oluşmalarına
kesinlikle imkan yoktur. Hepsi aynı anda, tek bir bedende meydana
gelmelidir. Üstelik bu, insan vücudundaki sadece tek bir hücredeki
oksijen taşınma işlemi için değil, dünyadaki milyarlarca insanın her
birinin trilyonlarca hücresinde tek tek gerçekleşen işlemler için de
geçerlidir.
Peki bu kusursuz tasarım kimin eseridir? Hemoglobinin oksijeni taşımaya
başladığı yer akciğerlerdir. Ancak bu kompleks yapıdaki molekülün
üretimi ise tamamen kemik iliğinin kontrolündedir. Kemik iliği
hücrelerinin, kendilerinden çok uzaktaki bir organda olup bitenlerden
haberdar olması ve ihtiyaca göre işlemler yapmaya karar vermesi mümkün
müdür? Elbette ki bu akıl dışı bir kabul olacaktır.
Solunum sistemi içinde yer alan her detayda üstün ve benzersiz bir aklın
delilleri görülmektedir. Son derece kompleks, ancak o derece kusursuz
olan bu sistemin varlığı hiçbir şekilde rastlantılarla açıklanamaz.
Bunun tek açıklaması yaratılıştır. Allah insanları bugünkü kusursuz
vücut yapılarıyla yoktan var etmiştir.
O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O’nun “ol” dediği gün
(herşey) oluverir, O’nun sözü haktır. Sur’a üfürüldüğü gün, mülk
O’nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet
sahibi olandır, haberdar olandır. (En’am Suresi, 73)
AKCİĞERLERİMİZDEKİ ÜSTÜN TASARIMIN DETAYLARIAKCİĞERİN NEFES ALIP VEREBİLMEK İÇİN DIŞ GÜCE İHTİYACI VARDIR
İnsan nefes alıp verirken vücudunda olup bitenlerden habersizdir. Bir
koşu yaparken nefes alıp verişlerinin hızlanması, uyurken yavaşlaması
onun için çok sıradan olaylardır. Oysa nefes alıp verişin içinde
bulunulan duruma göre kendini düzenlemesi başlı başlına mucizevi bir
olaydır.
Akciğer bir hava pompası gibi ömür boyu hiç durmadan vücut içine hava
alıp, daha sonra bunu dışarı pompalar. Ancak akciğerin diğer tüm
organlar gibi çalışabilmek için bir dış enerjiye, güce ihtiyacı vardır.
Bu güç, göğüs kafesinin hemen altındaki diyafram ve kaburga kemiklerinin
aralarında bulunan kaslar sayesinde sağlanır. Nefes aldığımız zaman,
kaburga kemikleri dışarı ve yukarı doğru hareket eder. Akciğerin altında
bulunan diyafram kası aşağı doğru yassılaşır. Akciğer nefes borusundaki
havayı aşağı doğru çeker. Soluk verildiği zaman kaburga kemikleri içeri
doğru geri çekilir. Kaburganın altında bulunan diyafram kası yukarı
doğru hareket eder. Akciğer sıkışınca küçük keseciklerdeki hava dışarı
çıkmaya zorlanır. Zorlanan hava nefes borusundan yukarı doğru çıkar.
Siz vücudunuzdaki bu faaliyetler olup biterken hiçbir katkıda
bulunmazsınız. Ne bir emir verebilirsiniz, ne hareket etmeleri için
kaslarınıza bir katkıda bulunabilirsiniz. Bunların hiçbirine gerek de
yoktur. Çünkü akciğerinize bu enerji desteğinin nasıl sağlanacağı üstün
bir akıl tarafından düzenlenmiştir.
KAFESLERİN ESNEMESİ NEFES ALIŞ VERİŞİNİZİ KOLAYLAŞTIRIR
Göğüs kafesinin solunum sisteminde çok önemli bir yeri vardır. Bu
kafesin en bilinen özelliği iç organlarımızı, özellikle de kalp ve
akciğerleri korumaktır. Ancak göğüs kafesinin esnek oluşu da nefes alıp
vermeyi kolaylaştıran çok önemli bir özelliktir.
Her nefes alıp verdiğimizde diyafram ile birlikte göğüs boşluğu da hareket eder.
A- Soluk alma ve verme sırasında diyaframın pozisyonundaki ve göğüs boşluğunun hacmindeki değişiklikler.
B- Soluk alma ve verme sırasında göğüs boşluğunun pozisyonundaki değişiklikler. Göğüs boşluğunun hacmi arttığı zaman hava akciğerlere dolar.
A- Soluk alma ve verme sırasında diyaframın pozisyonundaki ve göğüs boşluğunun hacmindeki değişiklikler.
B- Soluk alma ve verme sırasında göğüs boşluğunun pozisyonundaki değişiklikler. Göğüs boşluğunun hacmi arttığı zaman hava akciğerlere dolar.
Nefes aldığınızda göğüs kafesiniz genişler. Kemikten
yapılmış bu zırh şaşırtıcı bir esneme kabiliyetine sahiptir. Normal
şartlarda kafatası gibi son derece sert ve koruyucu bir kalkana benzeyen
bu tasarım, şaşırtıcı derecede esnektir. Ancak burada unutulmaması
gereken nokta, bu esnekliğin de çok hassas bir ayarda olduğudur. Eğer
göğüs kafesi şu andaki durumundan biraz daha az esnek olsaydı ciğerler
genişleyemez ve insan rahat nefes alamazdı. Ancak Allah bu esnekliği o
kadar uygun bir şekilde yapmıştır ki, ne az ne de çok olan esneklik,
insan için bir nimete dönüşmüştür.
AKCİĞERDEKİ AMORTİSÖR SİSTEMİ
Dış etkilere karşı göğüs kafesinin varlığı, dışarıdan gelebilecek
tozlara karşı nefes borusunda bulunan tüycükler, havanın ısısını
ayarlayan ve mikroplarla savaşan burun mukozası, yüzey geriliminin
ortadan kalkması için sürfaktan maddesinin üretilmesi ve daha pek çok
ayrıntı… Akciğerlerin güvenliği için vücutta alınmış sistemler sadece bu
kadar değildir. Akciğer yüzeyinin diğer organlarla sürtünmesini
engellemek için farklı bir korunma mekanizması daha vardır.
Dış yüzeyi bir zar tabakasıyla (plevra) kaplı
olan akciğer, soluk alıp-verirken en ufak bir zararla dahi karşılaşmaz.
Her bir akciğeri ayrı ayrı bir torba gibi saran plevra, yine göğüs
duvarını ve diyaframın iç yüzeyini kaplayan başka bir zarla temas
halindedir ve araları kaygan bir sıvıyla kaplıdır. Böylece soluk alıp
verirken hiçbir şekilde akciğerin dış yüzeyi başka organlarla temas edip
sürtünmeden dolayı zarar görmez. Eldra Pearl Solomon, Introduction to
Human Anatomy and Physiology, s. 204
1- Soluk alırken oksijen alveollere girer. Soluk
verirken CO2 atılır. 2- O2, alveollerden kana difüzyon yoluyla geçer.
CO2 de alveol kılcallarındaki kandan alveole geçer. 3- Oksijence zengin
kan akciğerlerden kalbe oradan da hücrelere gönderilir. 4- O2 kandan
vücut hücrelerine, CO2 de vücut hücrelerinden kana difüzyon yoluyla
geçer. 5- CO2′ce zengin kan dokulardan kalbe, oradan da akciğerlere
getirilir. Bu aşamalardan sonra kandaki CO2 miktarının artışı ile oluşan
değişiklikler ise şunlardır: 6- Kandaki yüksek CO2 miktarı kalpteki ve
kan damarlarındaki kimyasal alıcıları uyarır. 7- Bu alıcılar, sinir
uyarılarını omurilik soğanındaki solunum merkezine gönderir. 8- Solunum
merkezi de diyafram ve kalbe uyarılarını gönderir. Fazla CO2′nin
oluşması solunumu hızlandırır. 9- Kalbe giden uyarılar kalbin
çalışmasını hızlandırır. Bundan dolayı çok daha fazla kan, akciğerlere
pompalanarak temizlenir. Günde kaç kere nefes aldığımızı düşünelim.
Bütün bu işlemler her seferinde eksiksiz olarak gerçekleşir. Sıralamada
karışıklık ya da eksiklik oksijen alamamamız demektir. Burada kısaca
anlatılan ve her an, istisnasız her insanda gerçekleşen bu işlemlerin
tümü Allah’ın izniyle gerçekleşir.
Bundan başka akciğeri
kaplayan zarla göğüs duvarını saran zar arasındaki negatif basınç,
akciğerin göğüs kafesine vakumla yapışmasına neden olur. Bu sayede
akciğer adeta havada asılı durur ve kendi ağırlığı altında ezilmez.
Akciğerdeki vakumlu ortamın herhangi bir nedenle -örneğin bir trafik
kazasında, göğüs duvarına batan sivri bir cisimle- bozulması durumunda
akciğerler bir balon gibi söner ve insan hayatını kaybeder. (Marshall
Cavendish, The Illustrated Encyclopedia of The Human Body, s. 91 ) Bu
sistem de akciğerdeki müthiş tasarımın bir başka göstergesidir.
OTOMATİK SOLUNUM DENETİMİ
Solunum işleminin sıklığı ve derinliği, içinde bulunulan ortama göre
değişiklik gösterir. Örneğin koşan ya da merdiven çıkan bir insan,
oturan bir insana göre daha sık ve hızlı nefes alıp verir. Çünkü hareket
halindeyken vücut hücreleri daha çok güç ve enerji harcar. Bu yüzden
trilyonlarca hücre normalden daha fazla oksijene ihtiyaç duyar. Oksijen
ihtiyacının artmasının yanısıra hücrelerin ürettikleri fazla
karbondioksitin de vücuttan derhal atılması gerekir. Eğer artan oksijen
talebi karşılanmazsa bütün vücut hücreleri bu durumdan zarar görecektir.
Beyin, kalp gibi oksijensizliğe tahammülü çok az olan bölgelerdeki
hücreler ise çok kısa zamanda tüm canlılıklarını kaybedeceklerdir.
Daha çok oksijenin sağlanması ve normalden fazla karbondioksitin
uzaklaştırılması için tek çare solunumu hızlandırmaktır. Solunumu
hızlandırmak için tek yol da akciğerlerin daha hızlı çalışmasını
sağlamaktır. Bu durumda özel bir sistemin devreye girip acilen akciğerin
çalışmasını hızlandırması gerekir. Solunum sistemi bu gibi ani
ihtiyaçlar karşısında devreye girecek mucizevi bir sisteme daha
sahiptir.
Soluk alıp verme işlemi, omurilik ve beyindeki merkezlerle kontrol edilir. Diyafram ve kaburga kaslarına giden sinirler, bu yapıların düzenli olarak 4-5 saniyede bir kasılmasını sağlar. Eğer sinirler kesilirse soluk alış-verişi de durur.
Solunumu etkileyen bir diğer faktör de kandaki CO2 miktarıdır. Metabolizmanın hızlı çalıştığı durumlarda kanda karbondioksit miktarı da artar. Bunun sonucunda kanın asitliği yükselir ve dolayısıyla kan pH’ı düşmüş olur. Bu durum sinir sistemindeki solunum merkezini etkiler. Bu merkezler, sinirler aracılığıyla diyafram ve göğüs kafesini uyarır, soluk alış verişi hızlanır. Hızla oksijen alınır, karbondioksit atılır. Böylece kandaki karbondioksit miktarı normal seviyeye düşürülerek kanın pH’ı düzenlenmiş olur.
Soluk alıp verme işlemi, omurilik ve beyindeki merkezlerle kontrol edilir. Diyafram ve kaburga kaslarına giden sinirler, bu yapıların düzenli olarak 4-5 saniyede bir kasılmasını sağlar. Eğer sinirler kesilirse soluk alış-verişi de durur.
Solunumu etkileyen bir diğer faktör de kandaki CO2 miktarıdır. Metabolizmanın hızlı çalıştığı durumlarda kanda karbondioksit miktarı da artar. Bunun sonucunda kanın asitliği yükselir ve dolayısıyla kan pH’ı düşmüş olur. Bu durum sinir sistemindeki solunum merkezini etkiler. Bu merkezler, sinirler aracılığıyla diyafram ve göğüs kafesini uyarır, soluk alış verişi hızlanır. Hızla oksijen alınır, karbondioksit atılır. Böylece kandaki karbondioksit miktarı normal seviyeye düşürülerek kanın pH’ı düzenlenmiş olur.
Solunumun gereğinden fazla artması durumunda
ise beyin sapı devreye girerek gerekli ayarlamaları yapar. Beyin sapı
haricinde akciğerlerin dış yüzeyinde bulunan ve basınca karşı hassas
algılayıcılar, akciğerin gereğinden fazla gerilmesi durumunda beyin
sapına solunum derinliğinin azaltılması için gerekli olan emirleri
gönderirler. Solomon, Berg, Martin, Villee, Biology, s. 946
Görüldüğü gibi bu sistem birbirine her yönden bağlıdır. Dolayısıyla
sinir sistemi de, solunum merkezi de, diyafram ve diğer parçalar da aynı
anda ortaya çıkmak zorunda olan bir bütünün parçalarıdır. Bu nedenle
vücudunuzdaki otomatik solunum denetiminin yapılabilmesi için bu
sistemin bütün parçaları eksiksiz olarak birarada olmak zorundadır. Yani
hepsinin aynı anda ortaya çıkması gerekmektedir.
Evrim teorisine göre, akciğerdeki bu detayların hiçbiri ilk başta mevcut
değildi ve tüm bu kusursuz özellikler zaman içinde gelişen tesadüfler
neticesinde oluşmuştu. Ancak böyle bir iddiayı kabul etmek mümkün
değildir; böyle bir kabulün ne akla ne de bilime uygun bir kabul
olmayacağı çok açıktır. Çünkü öncelikle bir insanın nefes alabilmesi
için akciğerdeki -yukarıda detaylarıyla anlatılan- özelliklerin tümünün
aynı anda ve ilk insandan itibaren var olması zorunludur. Örneğin
kaburga kemiklerinin diğer vücut kemiklerinden farklı olarak esneklik
özelliğinin olmadığı, alveollerin oluşmadığı, alveollerin etrafında
sürfaktan maddesinin bulunmadığı ya da çevresinde koruyucu zarın
bulunmadığı bir akciğer hiçbir işe yaramayacaktır. Evrimin tesadüf
mekanizmasının vücuttaki herhangi bir organı meydana getirmesi, ona
özellikler kazandırması kesinlikle mümkün değildir. On milyonlarca yıl,
yüz milyonlarca yıl hatta trilyonlarca yıl beklense de bu kesin gerçek
değişmeyecektir.
İnsan vücudundaki detayların tümü Allah’ın varlığının delillerindendir.
Bu birbirine bağlı düzeni kuran, yaratmada hiçbir ortağı olmayan
Allah’tır. Allah her türlü yaratmayı bilen, üstün güç sahibi olandır.
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan,
sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini
kovalayan geceyle örten, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla
baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca)
O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. (Araf Suresi, 54)
YAPTIĞINIZ HER KONUŞMANIN, MUCİZEVİ BİR SİSTEM SAYESİNDE GERÇEKLEŞTİĞİNİ HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?
İlk önce, akciğerleriniz “sıcak hava” sağlar. Sıcak hava, konuşmanın hammaddesidir. Hava burnunuzdan girer, burun boşluğu, boğaz, nefes borusundan sonra bronş tüplerine, oradan da akciğerlerinize geçer. Havadaki oksijen akciğerlerinizde kana karışır. Bu sırada karbondioksit de dışarı verilir.
Ciğerlerinizden geri dönen hava, boğazınızdan geçerken, ses telleri denen iki doku kıvrımı arasından geçer. Bu teller, bir tür perdeye benzer ve bağlı oldukları küçük kıkırdakların etkisine göre hareket ederler. Siz konuşmadan önce ses telleriniz açık vaziyettedir. Konuşmanız sırasında teller biraraya getirilir ve soluk verdiğinizde çıkan hava ile titreştirilir.
Ağız ve burun yapınız, sesinizin kendine özgü niteliklerini verir. Siz kelimeleri arka arkaya sıralayıp konuşurken diliniz damağınıza belirli miktarda yaklaşıp uzaklaşmakta, dudaklarınız da büzülüp yayılmaktadır. Bu işlemlerde birçok kasınız, büyük bir hızla hareket etmektedir.
Konuşabilmeniz için bu işlemlerin her birinin eksiksiz gerçekleşmesi gerekir. Bu olağanüstü işlemler, akıl almaz bir hız içinde ve kusursuzca gerçekleşirken sizin bunlardan haberiniz bile olmaz.
Bu kompleks sistem, evrim teorisinin açıklayamadığı eşsiz tasarım örneklerinden biridir. Bu sistemin ortaya çıkışı evrimin “tesadüf” iddiasıyla asla açıklanamaz. Aksine bu sistem vücudumuzun üstün kudret sahibi bir Yaratıcı, yani Allah tarafından yaratıldığını ve bize bir nimet olarak verildiğini bir kez daha ortaya koyar.
Aklınıza gelen düşünceleri Allah’ın sizin için yarattığı bu kusursuz sistem sayesinde dile getirebildiğinizi sakın unutmayın. Allah’ın yüceliğini, büyüklüğünü anlatarak bu nimeti hayır getirecek şekilde kullanın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder