Bilgisayar mühendisleri, son yıllarda enerjiyi
değerlendirme açısından en başarılı organ olarak karaciğeri model almaya
başladılar. Bunun en önemli nedeni ise karaciğerin aynı anda birçok
işlemi kusursuz bir şekilde yerine getirebiliyor olmasıdır. Karaciğer
insan vücudunun genel düzeni ile ilgili yaklaşık 500 tane fonksiyona
sahiptir.
Karaciğer, yediğimiz yiyeceklerin vücut tarafından kullanılabilir hale
gelmesini sağlar. Bunu yaparken, sindirim sisteminden gelen kan içindeki
kompleks molekülleri parçalayarak kullanılabilir veya depolanabilir
moleküller haline getirir. Daha sonra faydalı olanları tekrar kan
yoluyla diğer hücrelere gönderir. Zararlı olanları ise, birkaç işlemden
geçirerek böbreklere yollar ve oradan da süzülerek üre halinde vücuttan
atılmalarını sağlar. 1.5-2 kg ağırlığındaki bir “et kütlesi”nin, kan
yoluyla tüm besin maddelerini işlenmemiş olarak alıp; çeşitli kimyasal
tepkimelerden geçirerek, vücudun diğer hücrelerine faydalı olacağını
bildiği yapıtaşlarına dönüştürmesi başlıbaşına bir mucizedir.
Karaciğerin asıl görevi kan yoluyla aldığı besin maddelerini işlemek
olduğu için, yapısının kanı muhafaza etmeye uygun olması gereklidir.
Nitekim karaciğer de süngerimsi bir yapıya sahiptir. Hatta insan
vücudundaki toplam kanın 800-900 gramı, her zaman karaciğer tarafından
emilmiş durumdadır. Bu nedenle ağırlaşan organın vücut içindeki özel
konumu da, diğer organlara zarar vermeyeceği ve görevlerini yapabileceği
şekilde ayarlanmıştır.
|
KARACİĞERİN DEV BİR LABORATUVAR OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?
Karaciğerinizin tek bir hücresinde 500 farklı kimyasal işlem
gerçekleştirilir. Milisaniyeler (saniyenin binde biri) içinde kusursuz
aşamalarla gerçekleşen bu işlemlerin çoğu laboratuvar koşullarında hala
taklit edilememektedir. Karaciğer hücresi, yediğimiz besinlerin hepsini
hücrelerimizin kullanabileceği enerji olan şekere, yani glikoza çevirir.
Kullanılmayan şekeri yağa çevirip depolar. Şekerin yokluğunda ise
proteinleri ve yağları şekere çevirip hücrelere sunar.
Kısacası biz, canımızın istediği her türde yiyeceği yerken, karaciğer
bütün bu yiyecekleri vücudumuzun gereksinimine göre harcar, dönüştürür
veya depolar. Üstelik ilk insandan bu yana trilyonlarca karaciğer
hücresi aynı şuur ve ilimle hiç şaşırmadan hareket etmektedir.
|
KARACİĞERDEKİ KONTROLLÜ SİSTEM
Karaciğerdeki sistemi bir limanın işleyişine benzetmek mümkündür. Nasıl
ki değişik bölgelerden gelen bütün kargolar bir limanda toplanıp buradan
diğer bölgelere dağıtım yapılırsa, aynı şekilde karaciğerde de vücut
için gerekli bütün maddeler toplanır ve buradan vücudun ihtiyacına göre
dağıtılır.
|
Karaciğere girecek hammaddelerle yüklü kanın bu organa
ulaşması, sindirim yollarından ve kalpten gelen damarlara bağlıdır.
Damarlar, organları birbirlerine belirli amaçlar için bağlar. Yani
vücudun içinde ne işe yaradığı belli olmayan veya kullanılmayan bir
damar bulmak mümkün değildir. Karaciğere ulaşan damarlar da, en kısa
zamanda bu organa, doğru miktarda kan ulaştırmakla görevlidirler. Kalbin
sol karıncığından pompalanan oksijenli kan, karaciğer atardamarıyla
karaciğere ulaşır. Vücuttaki her damar kanın karaciğere ulaşması
gerektiğinden haberdarmış gibi bu organa yönelmiştir.
Vücudumuzda dolaşarak tüm hücrelerin ihtiyaçlarını giderecek kanın,
yolculuğuna başlamadan önce iyi bir denetimden geçmesi ve
eksikliklerinin tespit edilip tamamlanması gerekir. Bu noktada karaciğer
hücreleri devreye girer. Mide, bağırsak ve dalaktan gelen kan, başka
hiçbir yere yönelmeden doğrudan rafine edilmesi gereken yere yani
karaciğere ulaştırılır. Sanki bu organlar ortak bir karar almışçasına
kendi paylarına düşen görevleri yerine getirmekte, karaciğerin önemini
bilmekte ve görevi ona teslim etmektedirler.
Mide, bağırsak veya dalaktan çıkan kanın karaciğere değil de, direkt
olarak kalbe giderek vücut hücrelerine yayılması demek; uygun hale
gelmemiş maddelerin ve hatta zararlı ve zehirli olanların da tüm
hücrelere gönderilmesi demektir. Bu da insan için hayati açıdan
tehlikeli bir durumdur.
Karaciğer hücreleri kan üretmezler. Kan, karaciğer hücrelerine dışarıdan
gelir. Kendilerine yabancı bir sıvı olmasına rağmen karaciğer
hücreleri, kanın yapısını son derece iyi tanırlar. İçeriğinin ne olması
gerektiğini çok iyi bilirler. Eğer kanın içinde eksik maddeler varsa bu
maddeleri temin ederler. Eğer kanda olması gerekenden fazla bir madde
varsa bu maddeyi de depolarlar. Kısacası karaciğer hücreleri görevlerini
eksiksizce yerine getirebilecek uzmanlığa sahiptirler.
|
Diğer organlardan farklı olarak karaciğer, iki ayrı
kaynaktan kan almaktadır. Birincisi kalbin ana atardamarından oksijen
yüklü kan getiren damar bağlantısıdır. İkincisi mide ve bağırsaklardan
besin maddeleri taşıyarak gelen toplardamardır. Bu iki ana kaynak
karaciğerin taneli dokularına ulaşır ve karaciğerin içinde sinüslere
ayrılır. Karaciğer hücreleri tarafından işlenen kan, tek bir
toplardamarda birleşir ve dışarı boşaltılır.
Karaciğerden çıkan kan tekrar kalbin sağ tarafına ulaşır ve tüm işlemler
tamamlanmış olarak vücuda yayılmak üzere akciğerlere pompalanır.
Görüldüğü gibi organlar arasındaki damar bağlantıları ve kanın hangi
sıra ile hangi organa gitmesi gerektiği dahi özel bir planlama ile
belirlenmiş ve sistem bu plana göre kurulmuştur.
|
KÜÇÜK KARACİĞERLER: LOPÇUKLAR
Karaciğerin tüm bu hayati fonksiyonları, lopçuk adı verilen hücreler
bütününde gerçekleşir. Karaciğer dört büyük lopçuktan meydana gelir. Her
bir lopçuk bir karaciğer gibi işler. Bir yanı kan, diğer yanı safra
yollarıyla temas halinde olan lopçuklar ince mikroskobik liflerden
yapılmıştır. Bir taraftan kirli kanı taşıyan toplardamar, diğer taraftan
oksijen yüklü kanı getiren atardamarla temas halindedir. Karaciğerin
yapısında her damarın akış yönü, ne tür kan taşıyacağı ve bu kanı
nerelere ileteceği detaylı olarak hesaplanmış, planlanmış ve en kusursuz
şekliyle uygulamaya konulmuştur.
|
KARACİĞERİN ÖZEL YAPISI
Yaşamımız için son derece büyük önem taşıyan kanı, vücudun en uç
noktalarına yorulmadan taşıyan, kılcal damarlardır. Dokuların
derinliklerine girdikçe incelen kılcaldamarların çeperleri toplardamar
ve atardamar çeperlerinden çok daha incedir. Geçirgen yapıları sayesinde
dokular ile kan arasında solunum gazları, su, çeşitli mineraller,
tuzlar, besinler, atıklar, hormonlar ve savunma elemanları sürekli
hareket halindedirler.
Karaciğerdeki kılcal damar çeperleri, diğer kılcal damarlardan farklı
olarak, koruyucu bir tabaka olan “bazal tabaka”dan yoksundurlar. Aslında
“yoksun” kelimesini kullanmak doğru değildir. Çünkü burada bilinçli bir
“yoksunluk” söz konusudur. Diğer organlarda “bazal tabaka” bulunurken,
karaciğerdeki kılcal damarlarda bu oluşumun bulunmaması sayesinde,
damarlardan gelen kan, hemen bir sünger gibi emilip karaciğer
hücrelerinde işlenerek vücuda oldukça hızlı ve eksiksiz olarak iletilir.
Karaciğer, görevine uygun bu yapı sayesinde kanı rahatlıkla dokularına
alıp işleyebilir. Bu şekilde ürettiği birçok proteini de kan plazmasına
boşaltabilir ve ömrünü tamamlamış kanda dolaşan yaşlı alyuvarları
bünyesine alıp yok edebilir.
Bu “bazal tabaka” yapısının karaciğerdeki kılcal damarlarda
bulunmamasının ne kadar önemli olduğunu başka bir örnekle açıklayalım:
Suyun yumuşak bir toprak zeminden iç kısımlara süzülmesi, üstünde kil
benzeri sert bir tabaka bulunan topraktan geçmesinden daha kolaydır.
Çiftçiler bitkilerin dibindeki toprağın su geçirgenliğini artırmak için
toprağı sık sık çapalarlar. Çapalanmayan bitkilerin yağan yağmurlardan
faydalanması sınırlı olur. Bitki köklerine minerallerin ve suyun
rahatlıkla ulaşabilmesi için toprağın geçirgen bir yapıya sahip olması
gereklidir. Aynı durumu karaciğer için düşünürsek; bazal tabakası
bulunmayan ve bu sayede daha geçirgen olan karaciğer kılcal damarları,
kanı karaciğer hücrelerine çarçabuk ulaştırırlar.
KARACİĞERDEKİ HAVUZLAR: SİNÜSLER
Karaciğerin karmaşık damar yapısı içerisinde ince yarıklar şeklindeki
sinüsler yer alır. Sinüslerin görevi, dışarıdan gelen kan kaynağını
barındırmak ve kanın işlenmesinde havuz rolü oynamaktır. Karaciğerde iki
milyondan fazla sinüs olduğu sanılmaktadır.
Bir sinüsün çapı öyle küçüktür ki bir alyuvar buradan geçmek isterse
ancak sıkışarak bunu başarabilir. Bu kadar hassas ve ince bir yapı,
insan hayatı boyunca delinmeden, zedelenmeden işlev görmektedir.
Sinüslerin bu derece ince bir yapıya sahip olmalarının nedeni ise
öğrenildiğinde insanı hayrete sürükleyen bilgilerdendir.
|
Karaciğerin kanla gelen maddeleri sentezleme veya arıtma
işlerini başarabilmesi için bu maddelerin mutlaka karaciğer hücreleri
olan hepatositlere ulaşması gerekir. Bu ulaştırma sorumluluğunu üstlenen
sinüsler, tüneller gibi yayıldıkları karaciğer dokusunda ustaca
çalışırlar. Sinüslerin çok keskin bir ölçüyle tespit edilmiş çapları,
duvar yapıları ve diğer damarlarla bağlantıları, yapacakları işe en
uygun biçimdedir. Karaciğer sinüslerinin duvarlarında bulunan ve
“fenestrae” denilen delikli yapı, kandaki 1 mm.’nin 10.000′de birinden
küçük parçacıkların karaciğer hücrelerine ulaşmasını, bundan daha büyük
olanların ise karaciğer hücreleriyle temasının engellenmesini sağlar.
Sinüsler bu kadar dar değil de geniş olsalardı, büyük moleküllü maddeler
kan yoluyla kolaylıkla karaciğer hücrelerine ulaşacak ve bu büyük
moleküller karaciğer hücrelerine zarar verecekti.
|
KARACİĞERDEKİ FARKLI HÜCRE YAPILARI
Karaciğerde “epitel hücreler” ve “bağ dokusu hücreleri” olmak üzere iki
farklı hücre çeşidi bulunmaktadır. Bu hücreler büyük bir disiplin
içinde, görevlerini karıştırmadan veya aksatmadan, üzerlerine düşen
sorumluluğu yerine getirirler. Bu disiplinli çalışma sisteminde meydana
gelebilecek bir bozulma insan için ölüm anlamına gelir.
Örneğin karaciğer hücreleri glikozu depolamaktan birdenbire
vazgeçerlerse, vücuda besin girmediği anlarda hücreler enerji
yetersizliğinden görevlerini yapamaz ve beyin hücreleri çalışmaz. Bu da
ölüme veya kalıcı sakatlıklara sebep olur.
Ancak böyle bir şey gerçekleşmez ve hücreler tam gerektiği şekilde
hareket ederek, gereken üretimleri yaparlar. Karaciğerdeki her hücre
belirli bir amaç doğrultusunda yaratılmıştır. Örneğin karaciğer,
“Glisson kapsülü” diye adlandırılan şeffaf bir bağ dokusu (ince zar) ile
kaplıdır. Bu zarın çok önemli bir görevi vardır. Karaciğerin yapısı içi
sıvı dolu bir süngere benzetilirse, söz konusu zar da ıslak süngerin
içine konulduğu ince bir poşete benzer. Bu zar sıvı dolu karaciğerin
içerdiği karışımların dışarı sızmamasını sağlar. Bu bağ dokusu
sayesinde, karaciğer yapısını ve içeriğini korur ve dışarıdaki
organlardan da ayrılır.
Bağ dokusu hücrelerinin görevi organı kaplamak ve korumak iken, 1
milimetre altındaki karaciğer hücrelerinin ise çok daha farklı görevleri
vardır. Hücrelerin birbirlerine bu derece yakın olup, bu kadar farklı
işler üstlenmeleri oldukça şaşırtıcıdır. Anne karnındaki gelişim
sırasında bazı hücreler karaciğeri oluşturan hücrelere dünüşürken, bu
hücrelerin hemen yanında bulunan bazı hücreler de şeffaf hücreler haline
gelmişlerdir. Ardından bu şeffaf hücreler birleşerek karaciğeri tamamen
sarıp paketleyen ve içindeki sıvıyı sızdırmasını engelleyen bir zar
oluşturmuşlardır. Sonuçta birbirlerine yapışık ancak görev ve fiziksel
yapı olarak birbirlerinden tamamen farklı iki hücre grubu ortaya
çıkmıştır. Bu iki hücre grubu arasında kesin ve pürüzsüz bir sınır
oluşmuştur. Her hücre -insan daha anne karnında gelişirken- kendi
görevini, sorumluluğunu, nerede bulunması gerektiğini bilerek doğmuş ve
vücut bu sayede düzgün bir şekilde inşa edilmiştir.
Karaciğer hücrelerinin fiziksel yapıları da bulundukları bölge ve
üstlendikleri göreve göre ayrı ayrı en ideal şekilde tasarlanmıştır.
Örneğin karaciğeri saran zar ile temas halinde bulunan hücrelerin
duvarları düzdür. Çünkü karaciğer hücreleri ve bu zar arasında yoğun bir
madde alışverişi söz konusu değildir.
Ancak hücreler arasında yoğun alışverişin bulunduğu bölgelerde durum
farklıdır. Bu hücrelerin duvarlarında komşu hücrelere doğru uzanan
parmaksı uzantılar (mikrovilli) bulunur. Bu uzantılar hücreler ve kan
sıvısı arasında daha fazla temasın sağlanmasını ve böylece madde
alışverişinin daha kolay yapılmasını sağlar. Bu uzantıların bulunduğu
bölgelere kimyasal tepkileri hızlandıran ve sonuçlandıran enzimler de
özel olarak yerleştirilmiş ve madde alışverişi için her türlü imkan
sağlanmıştır.
Karaciğeri oluşturan hücrelerin görevlerine ve bulundukları bölgelere
göre en ideal fiziksel ve kimyasal özelliklere sahip olmaları, karaciğer
içindeki her detayın belirli bir plan doğrultusunda düzenlendiğini
göstermektedir.
Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur; hepsi O’na ‘gönülden boyun eğmiş’ bulunuyorlar. (Rum Suresi, 26)
KARACİĞERDEKİ KANALLAR SİSTEMİ
Karaciğer, içinde milyonlarca kanal bulunan özel bir ulaşım sistemine
sahiptir. Karaciğere kan getiren başlıca iki damar karaciğerin içinde
milyonlarca küçük kılcal damara ayrılmıştır. Ayrıca karaciğerin içinde
safra salgısını taşıyan ve kan damarlarına paralel döşenmiş safra
kanalları da bulunmaktadır. 1.5-2 kilogram ağırlığında bir et parçasının
içinde milyonlarca mikro kanalcığın bulunmasının nasıl bir anlamı
olabilir?
Söz konusu kanalcık sistemi özenle inşa edilmiş bir yapı tasarımı
harikasıdır. Bu tasarımın önemi, karaciğer hücrelerinin görevleri,
karaciğere ulaşan kan miktarı ve karaciğerin genel fonksiyonu
hatırlandığı zaman daha iyi anlaşılır.
Karaciğerin görevi kanda bulunan molekülleri rafine etmek, başka
maddelere dönüştürmek ve gerektiği zaman da depolamaktır. Bütün bu
işlemleri karaciğerde bulunan milyonlarca küçük kimya laboratuvarı, yani
karaciğer hücreleri yapar. Öyleyse karaciğer hücrelerinin her birine
özel bir bağlantı sağlanmalı ve her hücrenin ayağına rafine edeceği kan
molekülleri ulaştırılmalıdır. Söz konusu kanalcık sistemi bu ihtiyacı
karşılayacak en mükemmel tasarıma sahiptir. Milyonlarca mikro kanal,
birbirleri ile çakışmayacak, birbirlerinin görevlerini aksatmayacak
şekilde karaciğerin içinde inşa edilmiştir. Karaciğerde işlenecek olan
hammaddeler veya üretilen ürünlerin taşınması bu kanallar boyunca
gerçekleştirilir.
|
Şöyle bir örnek üzerinde düşünmek bu tasarımdaki kusursuzluğu anlamak açısından yerinde olacaktır:
Dünyanın en gelişmiş ve en iyi planlanmış şehirlerinden birine kısa bir
ziyaret yaptığımızı ve şehri incelediğimizi düşünelim. Elbette böyle bir
şehrin altyapısı da mükemmel olacaktır. Özellikle ulaşım konusunda her
türlü önlem alınmış; şehirde yaşayanlara çeşitli kolaylıklar
sağlanmıştır. Şehirde toprak altında kurulu büyük bir metro sistemi
vardır. Bu metro sistemi şehrin her bölgesini birbirine bağlar. Metro
ağının toplam uzunluğu yüzlerce kilometreyi bulmakta ve şehrin her
noktasında metro istasyonları bulunmaktadır.
Toprağın üstünde de mükemmel bir şehir planlaması yapılmıştır. Otoyollar
ve büyük anayollar şehrin karayolu ağını oluşturmaktadır. Akılcı
planlama ve çok sayıda inşa edilmiş yollar sayesinde -şehir her ne kadar
kalabalık da olsa- trafik hiç sıkışmamakta ve ulaşımda hiçbir aksaklık
olmamaktadır. Aynı zamanda yolların üst yapısı da kusursuz
planlanmıştır. Trafik kavşakları ve trafik ışıkları trafiği
düzenlemekte, yollardaki işaretler ve levhalar yabancı sürücülere bile
büyük kolaylık sağlamaktadır.
Bu gelişmiş şehrin önemli bir ticaret ve endüstri merkezi olduğunu da
unutmayalım. Söz konusu yollar günün her saati endüstri ve ticari
malların taşınmasında da kullanılmaktadır.
Şimdi şunu düşünelim; eğer böyle bir şehirde bulunsaydık ve karşımıza
bir kişi çıkıp bize bu şehrin planlanmadığını, bu şehrin imar
edilmediğini, yolların, metro sisteminin, endüstri ve ticaret
merkezlerinin tesadüfen, kendi kendine var olduklarını söyleseydi
tepkimiz ne olurdu?
Elbette bu sözlerin doğru olup olmadığını değil, söz konusu kişinin akli dengesinin yerinde olup olmadığını düşünürdük.
Bu noktada yukarıda örnek olarak verdiğimiz şehrin planlamasının,
karaciğerin içinde bulunan kanal sisteminin planlaması ile
karşılaştırıldığında, şehir planının karaciğer kanal sistemi planına
göre çok daha basit kaldığını belirtmemiz gerekir. Her kanal belirli bir
amaç uğruna açılmış ve belirli bir görevi görmektedir. Karaciğerde
üretilen veya işlem görecek olan moleküller başdöndürücü bir trafik
içinde, ancak hiçbir aksaklık meydana gelmeden söz konusu kanalların
içinde yol alırlar. Kanalların etrafı üretim, depolama ve dönüştürme
işlemlerini yapan sanayi merkezleriyle (hücreler) çevrilmiştir. Bu
hücreler hiçbir kimyasal fabrika ya da endüstri merkezi ile
karşılaştırılamayacak kadar kompleks işlemler gerçekleştirmekte ve her
an üretim yapmaktadırlar. Olağanüstü verimli bir sanayi ve endüstri
bölgesine, olağanüstü verimli bir ulaşım ağı kurulmuştur. Böylesine
planlı bir sistemin yaratılmış olduğu çok açıktır.
Yalnızca karaciğerde değil, insan vücudunun her noktasında büyük bir
planlama görülmektedir. Gözle görülemeyen moleküller, özenle inşa
edilmiş kanalların içinde yolculuk yapar ve ulaşmaları gereken noktalara
ulaşırlar. Bu ulaşımın devamlılığı insan yaşamı açısından büyük önem
taşımaktadır.
Bu moleküllerin hangi organda depolanacakları, kanda ne miktarda
bulunacakları, vücuttan atılıp atılmayacakları gibi konuların hepsi
bilim adamlarının ve tıp doktorlarının senelerdir araştırdıkları ve
inceledikleri konular olmuştur. Hatta moleküler biyoloji denilen bilim
dalı, vücutta tespit edilmiş moleküllerin davranışlarını ve görevlerini
özel olarak araştırır. Fakat elde ettikleri bilgiler, var olan işleyişin
yalnız çok az kısmını açıklayabilmektedir. Şu an tüm teknoloji
kullanılarak insan aklının soruşturduğu fakat tam olarak aydınlığa
kavuşturamadığı vücut sistemlerinin, kendi kendilerine meydana gelmesi
ise kuşkusuz imkansızdır. Bunu tesadüflere dayandıran iddialar
şaşırtıcıdır.
Hiç kimse asfalttan yapılmış bir otoyolun tesadüfen, kendi kendine
oluştuğunu iddia etmez. Durum böyle iken, et ve kan gibi hassas
maddelerden inşa edilmiş, binlerce kilometre uzunluğunda, kusursuz bir
yapı planına sahip olan sistemlerin tesadüfen var olduklarına inanmak
olabilecek en şiddetli mantıksızlık örneğidir.
Bütün bu kusursuz sistemi yaratan Allah’tır. Herşey Allah’ın dilediği şekilde gerçekleşir.
Bütün bu kusursuz sistemi yaratan Allah’tır. Herşey Allah’ın dilediği şekilde gerçekleşir.
KARACİĞER HÜCRELERİNİN ÖZEL YETENEKLERİ
Karaciğer bulunduğu yerden vücudumuzdaki dolaşım, sindirim, boşaltım
sistemleri gibi farklı bölümlerde gerçekleşen faaliyetlerin tümünden
haberdardır. Örneğin sindirim sistemine giren yağların çözülemeyeceğini
önceden bilir ve bu yağların parçalanması ve sindirilmesi için gerekecek
kimyasal maddeyi laboratuvarında üretir.
Bu madde daha önce de incelediğimiz gibi safra salgısıdır. Karaciğer
ürettiği bu maddeyi hemen salıvermez ve depolar. Daha sonra aldığı
emirle, safra salgısını tam gerekli olduğu anda yağlı besinlerin üzerine
gönderir.
Burada bahsedilen işleri yapan, sadece etten ve kandan oluşan bir
organdır. Ancak karaciğerin, sindirim sisteminde olup biten herşeyden
haberdar olması ve ona göre tedbirini alarak safra maddesini üretmesi,
onun, çok üstün bir ileri görüşlülüğe sahip olduğu anlamına gelmektedir.
Karaciğer hücrelerinin yetenekleri bunlarla
sınırlı değildir. Bu organdaki sürekli faaliyetler sonucunda ortaya bazı
atıklar çıkar. Bunların ortadan kaldırılması karaciğerin görevlerini
yürütmesi için gereklidir. Sinüslerin yüzeyinde bulunan “Kupffer
hücreleri” işte bu görevi yapmaktadır. “Kupffer hücreleri”, asıl olarak
kanda bulunan zararlı maddeleri “fagositoz” denilen içine alma ve
sindirme yöntemiyle yutar. Bu hücrelerde zararlı veya yararlı maddelerin
ayrımı isabetli bir şekide yapılarak, tehlike ortadan kaldırılmış olur.
Eğer kan yoluyla karaciğere gelen zararlı maddeler Kupffer hücrelerince fark edilip ortadan kaldırılmasaydı ne olurdu?
Vücutta sürekli olarak birçok hastalık ortaya çıkar ve bağışıklık
sisteminin tamamı sürekli olarak seferberlik ilan ederdi. Bu da bizim
kendimizi sürekli hasta ve yorgun hissetmemize neden olurdu. Ama
karaciğerdeki bu özel sistem sayesinde vücuttaki koskoca bir ordu alarma
geçmemekte, sınırda bulunan bu polis güçleri olarak
nitelendirilebilecek Kuppfer hücreleri zararlı maddeleri ortadan
kaldırmaktadır.
İnsan sağlığı için alınmış olan bu tedbir de Allah’ın, yarattığı
canlılar üzerinde tecelli eden şefkatinin bir parçasıdır. Bu bilgileri
okuyan, vicdanını ve aklını kullanarak bunlar üzerinde düşünen her insan
tek bir sonuca ulaşacaktır: Allah üstün güç sahibi olan, övülmeye layık
olandır.
KARACİĞERDEKİ ÇOK FONKSİYONLU İŞÇİLER
Karaciğerin temel hücreleri olan hepatositler; safra salgılanması,
kandaki toksinlerin arıtılması, proteinlerin ve karbonhidratlar ile
yağların ayrıştırılması, kanın depolanması ve pıhtılaşmayı sağlayan
parçacıkların üretilmesi gibi görevleri yerine getirirler. Ardı ardına
kolaylıkla sıraladığımız bu fonksiyonların her biri, sağlıklı bir yaşam
sürmemiz için gereken çok önemli faaliyetlerdir. Bu kadar farklı
işlevin, karaciğerdeki birbirinin aynı olan hücreler tarafından
gerçekleştirilmesi ise oldukça düşündürücüdür. Aslında her biri
başlıbaşına bir uzmanlık gerektiren bu kimyasal reaksiyonların ve
üretimlerin aynı hücreler tarafından ustaca yapılması, çok sistemli,
düzenli ve planlı bir çalışmayı gerektirir. Bu planlı çalışmayı karbon,
hidrojen, oksijen ve azot gibi maddelerden oluşmuş ve detayları ancak
elektron mikroskobu altında görülebilen hücrelerin yapıyor olması ise
üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Bu noktada şöyle bir örnek verilebilir. Karaciğerin yaptığı işlemleri
bizim için yapacak bir insan topluluğu oluşturmaya çalıştığımızı
düşünelim. Bulmamız gereken;
-kimyasal tepkimeler konusunda uzman,
-üretimde çalışacak,
-depoda gerekli maddeleri stoklayacak,
-üretimde oluşan atıkları dışarıya atacak fakat bunu fabrikada çalışanlara zarar vermeden ve çevreyi kirletmeden yapacak,
-yan fabrikalara ek hizmet verecek ve onların ihtiyacı olabilecek
malzemeyi önceden belirleyip tedbirini alacak ve üretimini yapacak,
-çevredeki fabrikalar arası anlaşmazlıkları giderecek,
-Ve bunun gibi daha pek çok görevi de üstlenecek kişiler olacaktır.
Aynı zamanda bu kişilerin her birinin -karaciğer hücrelerinin yaptıkları
gibi- tüm bu işlerde tecrübeli olmaları, ara vermeksizin çalışmaları,
yorgunluk duymamaları ve tüm işlerin sorumluluğunu tek başlarına da
üstlenebilmeleri gerekmektedir.
Tahmin edilebileceği gibi, böyle bir işin altından kalkabilecek, bu
özelliklerin tümüne sahip insanlar bulmak imkansızdır. Oysa, ancak
mikroskop altında görebildiğimiz milyonlarca görevli hücre, şu anda
diyaframımızın altında bulundukları yerde, saydığımız görev listesini ve
daha saymadıklarımızı eksiksiz yerine getirmektedir. Üstelik bu
kusursuz görevler bugün yeryüzünde yaşamakta olan milyarlarca insanın
her birinin karaciğerinde aynı şekilde gerçekleşmektedir. Tarih boyunca
yaşamış trilyonlarca insanın her birinin karaciğer hücreleri de aynı
görevleri eksiksiz olarak yerine getirmiştir.
Trilyonlarca hücrenin gösterdiği bu müthiş aklın, moleküllerden oluşan bu varlıklara mal edilemeyeceği açıktır.
BİR ÜS GİBİ FAALİYET GÖSTEREN KARACİĞERİN BAZI GÖREVLERİ
Vücudun toplam enerjisinin % 12-20 kadarını kullanarak faaliyetlerini
gerçekleştiren karaciğer, bilinen 500 kadar fonksiyonu yerine
getirmektedir. Karaciğerin başlı başına bir üs gibi faaliyet gösterdiği
alanlardan bazıları şunlardır:
HÜCRELER İÇİN GEREKEN BESİNLERİN DÜZENLEMESİNİ YAPAR
Vücudumuzdaki yaklaşık 100 trilyon hücreden her birinin, ihtiyaç duyduğu
besin maddelerini alabilmeleri için gerekli düzenlemeyi yapan
karaciğerdir. Bu düzenlemeyi yaparken hücrelerin nelere ihtiyaç
duyduğunu çok iyi bilmesi gerekir. Fakat kendisi de benzer hücrelerden
oluşan bu organın, gerekli bilgileri nerede topladığı, bunları nasıl
yorumladığı ve doğru kararlara nasıl vardığı, üzerinde düşünülmesi
gereken konulardır.
Bir rafineride (solda) ya da bir fabrikada (sağda) işler
hiçbir karışıklık olmadan yürütülür, çünkü bütün sistem özel olarak
tasarlanmıştır. Karaciğer de (ortada) bir fabrika ile aynı kompleks
yapıya sahiptir ve Allah’ın yarattığı kusursuz tasarım sayesinde hiçbir
aksaklık olmadan sağlığımız için gerekli işlemler gerçekleştirir.
|
BESİNLERİ ÜRETMEK İÇİN GEREKEN HAMMADDELERİ ALIR
Karaciğerin faaliyetlerini gerçekleştirirken kullandığı hammaddeler
kanla taşınır. Nasıl bir üretim tesisinde, hammadde çeşitli kanallardan
alınarak daha sonra farklı malzemelere dönüştürülürse; karaciğer de
kendisine ulaştırılan hammaddeleri durmaksızın sentezler, depolar veya
kullanılmak ya da atılmak üzere kanla vücuda geri gönderir.
VÜCUT İÇİN GEREKLİ MADDELERİ DEPOLAR
Yüzlerce kimyasal tepkimenin yer aldığı dev bir laboratuvarı andıran
karaciğer; aynı zamanda hayatın sürmesi için gerekli olan çeşitli
maddelerin depolanmasını da sağlar ve bazı maddeleri de kendisi üretir.
Demir, bakır, A vitamini ve D vitamini bunlardan birkaçıdır. Ayrıca,
kanın pıhtılaşmasını sağlayan “protrombin”, “fibrinojen” ve “heparin”
gibi proteinlerin de üretim yeridir.
YAŞAM İÇİN GEREKLİ PROTEİNLERİ ÜRETİR
Karaciğerin başlıca görevlerinden biri de ihtiyaç duyulan proteinleri
sentezlemesidir. Hiçbir özel eğitim görmeden ne yapması gerektiğini
bilen karaciğer, sindirim sonucu ortaya çıkan aminoasitlere ait azot
moleküllerini doğru yöntemi kullanarak ayrıştırır ve bunları,
karbonhidrat ve yağlarla tepkimeye tabi tutarak, yeni proteinler üretir.
Ayrıca, yağ ve proteinleri kullanarak bu defa karbonhidrat gibi
maddeleri de üretir. Karbonhidrat ve proteinden yağ da üretebilen
karaciğer, bunu depolayarak daha sonra kolayca enerjiye
dönüştürülebilir.
SAVUNMA SİSTEMİNE DESTEK VERİR
Daha önce de belirttiğimiz gibi karaciğer, vücudumuzun savunma
sisteminin önemli bir parçasıdır. Hata yapmaksızın zehirli maddeleri
bulup etkisiz hale getirir ve sonra da dışarı atar.
Karaciğerdeki özel fagositler, kandaki yabancı maddeleri ve bakterileri
temizler. Karaciğer ayrıca ilaçların zararlı toksik etkilerini giderir,
bu şekilde iyileşmek amacıyla aldığımız ilaçların zehirleyici yan
etkiler oluşturması engelenmiş olur. Tam anlamıyla bir güvenlik sistemi
gibi çalışarak kan yoluyla kendisine ulaşan tüm zararlı maddeleri tespit
eder. Dışarıdan vücudumuza giren ve kan yoluyla mide veya
bağırsaklardan karaciğere gelen bu zararlı maddeleri diğerlerinden ayırt
ederek tanıyan ve sonra da gerekeni anında yapan karaciğer hücreleri
olmasaydı, çok basit bakteri türleri veya iyileşmek için aldığımız
ilaçlar bizi bir hastalıktan diğerine sevk edebilirdi.
Yaşamımız için zaruri olan tüm bu işlemler, vücudumuzdaki 1.5-2
kilogramlık bir organ tarafından hiç ara verilmeksizin yapılmaktadır.
Siz bu yazıyı okurken de bahsedilen tüm bu işlemler hiç durmadan
sürmektedir. Bu mucizevi sistemde meydana gelecek anlık bir duraklama
dahi, yaşamımızın son bulması veya geri dönüşü olmayan hastalıklara
maruz kalmamız için yeterlidir.
Peşpeşe sıraladığımız bu işlemleri gerçekleştiren karaciğer; kendisi de
protein, yağ ve su gibi yapıtaşlarından oluşan bir organdır. Senelerce
eğitilmesine rağmen ancak bazı kimyasal reaksiyonları öğrenebilen ve
uygulayabilen bir insandan defalarca daha fazla uzman olması ve hata
yapmaksızın her tepkimeyi başarıyla sonuçlandırması insanı hayrete
düşürmek için yeterlidir. Tüm karaciğer hücreleri vücudumuzda hangi
maddelerin kullanılacağını bilirler. Bunları bildikleri gibi, bu
maddelerin moleküler ve kimyasal yapılarından da haberdardırlar. Böylece
kimliklerini tespit ettikleri farklı besin maddelerini
laboratuvarlarında değişimden geçirerek faydalı maddelere dönüştürürler.
Tabii bunları yaparken, protein sentezi için vitaminlere ve enzimlere
ihtiyaç olduğunu, kanın temel yapıtaşı alyuvarların üretiminde demirin
esas teşkil ettiğini veya kandaki şeker oranının dengede tutulması
gerektiğini de çok iyi bilmektedirler!
Bu noktada karşımıza çıkan gerçek şudur; karaciğer hücreleri bu
işlemlerin tek bir tanesini bile kendi kendilerine yapamazlar.
Vücudumuzdaki maddelerle ilgili bilgilerden tek bir tanesinin tek bir
cümlesini bile kendi kendilerine öğrenemezler. Hangi besin maddesinin
nasıl işleneceğini, hangilerinin vücuda faydalı veya zararlı olduğunu,
ve hangisinin depolanması gerektiğini karaciğer hücrelerine ilham eden
alemlerin Rabbi olan Allah’tır.
BAKIMA İHTİYAÇ DUYMAYAN SİSTEM
Şu ana kadar anlatıldığı gibi; karaciğere kan getiren iki damar vardır;
karaciğer atardamarı ve kapı toplardamarı. Bu iki damar, karaciğerin
içinde kapı aralıklarına benzer yollarda ilerleyen ince dallara ayrılır.
Bu damarlar vasıtasıyla karaciğerden dakikada 1.5 litre kan geçer. Bu,
karaciğerden saatte 90 litre kan geçmesi yani karaciğerin bir gün
boyunca 2.160 litre kanı işlemesi demektir. Ayrıca ortalama 70 yıllık
insan ömründe karaciğere beslenme yoluyla 1.5 ton protein, 12.5 ton da
karbonhidrat girer.
Durmadan işleyen bu sistem akılda çok büyük bir tesis veya bilgisayar
kontrollü kumanda sistemleriyle donatılmış dev bir rafineri olarak
canlanabilir. Bu rafinerinin durmaksızın 24 saat çalıştığını düşünelim.
Üstelik bir gün bitince hiç ara vermeden ertesi gün de çalışmak zorunda
kalsın. Elbette ki bu rafinerideki makinelerin bakıma ihtiyacı olacaktır
diye düşünmüş olabilirsiniz. Eğer yukarıda bahsedilen sistem gerçekten
bir rafineri ya da çok modern, gelişmiş bir cihaz olsaydı haftada en az
yarım gün makinaları bakıma alıp bozulan parçaları olup olmadığına
bakmak zorunda kalırdık.
Ancak burada bahsedilen bir rafineri değildir. Şu anda vücudumuzda
herhangi bir rafineriden çok daha yoğun çalışan bir organ vardır.
Karaciğer, performansından hiçbir şey kaybetmeden, yorulmadan ve
dinlenmek için hiç ara vermeden tonlarca maddeyi alır, işler ve vücut
için kullanılabilir hale dönüştürür. Üstelik hiç ara vermeksizin
çalışmasına rağmen, sistemin işleyişini yavaşlatacak bir bakıma da
ihtiyaç duymaz.
İşte bu Allah’ın üstün ve benzeri olmayan yaratmasıdır.
O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka İlah yoktur; öyleyse dini
yalnızca Kendisi’ne halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin
Rabbine hamdolsun. (Mü’min Suresi, 65)
KARACİĞERİN KENDİ KENDİNİ YENİLEME YETENEĞİ
Karaciğer insan vücudundaki kendi kendini yenileme yeteneğine sahip tek
organdır. Karaciğerin % 70 kadarı alınsa bile bir iki hafta içinde
tekrar işlevlerini yerine getirecek büyüklüğüne ulaşır.
Karaciğerin rejenerasyon (kendini yenileme) faaliyetini hangi mekanizmaların gerçekleştirdiği hala araştırılmaktadır. Karaciğerin bu özelliği ilk olarak 1931 yılında Mayo Kliniği’nde iki cerrahın çalışmaları ile ortaya çıkartılmıştır. Birçok türde karaciğerin kendini yenilediği ve bunu herhangi bir tahribattan sonra hücrelerin otomatik olarak başlattığı anlaşılmıştır. Fakat sağlıklı bir karaciğerdeki hücrelerin kendiliğinden çoğalmasına rastlanmamaktadır. O halde bu organın gerektiğinde kendiliğinden bölünerek çoğalması ve karaciğeri eski boyutlarına ulaştırana dek bunu sürdürmesinin nedeni nedir? Hücreler çoğalma sırasında ne kadar daha devam etmeleri gerektiğini veya nerede duracaklarını nasıl bilmektedirler? Onlara hareket etme emri ya da dur emri nereden gelmektedir? Eğer bir yerden “dur” emri almıyorlarsa, diğer organları rahatsız edecek derecede büyümemeleri gerektiğine kendileri mi karar vermektedirler?
Karaciğerin rejenerasyon (kendini yenileme) faaliyetini hangi mekanizmaların gerçekleştirdiği hala araştırılmaktadır. Karaciğerin bu özelliği ilk olarak 1931 yılında Mayo Kliniği’nde iki cerrahın çalışmaları ile ortaya çıkartılmıştır. Birçok türde karaciğerin kendini yenilediği ve bunu herhangi bir tahribattan sonra hücrelerin otomatik olarak başlattığı anlaşılmıştır. Fakat sağlıklı bir karaciğerdeki hücrelerin kendiliğinden çoğalmasına rastlanmamaktadır. O halde bu organın gerektiğinde kendiliğinden bölünerek çoğalması ve karaciğeri eski boyutlarına ulaştırana dek bunu sürdürmesinin nedeni nedir? Hücreler çoğalma sırasında ne kadar daha devam etmeleri gerektiğini veya nerede duracaklarını nasıl bilmektedirler? Onlara hareket etme emri ya da dur emri nereden gelmektedir? Eğer bir yerden “dur” emri almıyorlarsa, diğer organları rahatsız edecek derecede büyümemeleri gerektiğine kendileri mi karar vermektedirler?
Karaciğer hücreleri herhangi bir zarar veya hasar gördükleri zaman hiç
beklenmedik bir faaliyete girerek birdenbire çoğalmaya başlarlar. Bu
olayda hayranlık uyandıran nokta, hücrelerin inanılmaz bir hızda
bölünmesi ve bu sırada normal görevlerini de aksatmadan yerine
getirmeleridir. Gereken yapıldıktan sonra hücre bölünmesinin ne zaman
duracağına ortak bir kararla aniden son verilmesi ise daha da
şaşırtıcıdır.
Karaciğerdeki tahribatın hücrelerde bölünüp çoğalma etkisi yaratan bazı
faktörleri harekete geçirdiği sanılmaktadır. Bu büyüme faktörleri
karaciğer hücrelerinin üzerindeki alıcılarla algılanmakta ve hücre
içinde kompleks faaliyetlerin başlamasına neden olmaktadır. Böylece
karaciğer hücrelerinin genetik düzeninde yeniden bir “programlanma”
gerçekleşmekte ve çoğalma için gerekli faaliyet başlamaktadır.
Aynı konu genetik uzmanları tarafından incelenmiş ve karaciğerde kendini
yenileyen hücrelerin kullandıkları metod ile hareket düzenleri de
dikkate alınmıştır. Bu çalışmalar, “fışkıran hepatositler” olarak
isimlendirilmekte ve karaciğerin merkezinden dışa doğru takip ettikleri
yol incelenmektedir. Bir tek hepatositin, karaciğerin oldukça büyük bir
bölümünü yenileyebileceği görülmüştür. Bu bölünerek çoğalma sırasında
karaciğerdeki yeni hücrelerin hareket etmediği fakat eski hepatositlerin
ilerlediği fark edilmiştir.
Yenilenme sırasında karaciğer merkezindeki karaciğer hücreleri ve diğer
hücreler buradaki portal bölgeden çıkarak karaciğer toplardamarına doğru
ilerler. Toplu yapılan bu hareketi bir yürüyüşe benzetmek mümkündür.
Hücreler doku üzerinde yalnız bir yönde hareket ettikleri için bir hücre
ne kadar merkeze uzaksa, o kadar yaşlı demektir. Bu şekilde hücrelerin
yaşları, merkezden uzaklıklarına göre hesaplanabilmektedir.
Karaciğerde yaşanan hücre hareketlerinin incelenmesiyle ortaya atılan
“fışkıran doku teorisi”, yeni doğan her hücrenin çok iyi bildiği ve
hemen uyguladığı bir harekettir. Hücrenin mitoz olarak ikiye
bölünmesinin ardından yeni oluşan hücrelerden birisi, bölünen ana
hücrenin eski yerini alırken, ana hücre ise bitişikteki yere “fışkırır”.
Ne zaman hücrelerden biri bölünse, yenilerden birisi hareket etmek
zorundadır.
Bir hücre bölününce yeni oluşan, eskisinin yerinde kalır ve ana hücre
ise biraz ilerler. Fakat bu hücrenin yeni yerine geçebilmesi için diğer
hücrelerin tamamının biraz yukarı kayması gerekir. Bu hücreler görüldüğü
gibi ne itilir ne çekilirler; yani mekanik bir faaliyet
gerçekleştirmezler. Bu nedenle gerçekleşen olaya “fışkırma” denir. Hücre
fışkırması ana hücrelerce beslenir ve çok hızlı gerçekleşir.
Bu mucizevi işleyişi başlangıcından sonuna kadar yaratan ve düzene
koyan, gerekli emirleri veren Allah’tır. Kuran-ı Kerim’in ayetlerinde
yeryüzünde karşılaştığımız her sistemin ve varlığın işleyişini
düzenleyenin Allah olduğu ve insanın bu ilmi araştırıp düşünmesi
gerektiği anlatılmıştır.
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir,
bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç
yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi sarıp-kuşattığını
bilip-öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
|
HÜCRELERDEKİ ŞUUR YARATILIŞ GERÇEĞİNİ TASDİK EDİYOR!
Örneğin bir insanın karaciğerinin bir kısmı kesilip alındığında karaciğerin diğer kısmı kendi kendini yenileyerek eski halini alır. Bu sırada hücreler zaman kaybetmemek için çok hızla çoğalır. Ama asıl önemli olan hücrenin çoğalmaya ne zaman başlaması ve ne zaman durması gerektiğini bilmesidir. Burada çoğalan ve bölünen hücreler aynı anda durmaya karar vermektedirler. Daha fazla ya da daha az değil, daha önce ya da daha geç değil, aynı anda durma kararı almaktadırlar. Bu hücrelere ilk çoğalma emrini veren, acil bir durum olduğu için hızlı davranmaları gerektiği konusunda onları uyaran, organ eski halini aldığında bunu fark edip, onları durduran kimdir? Peki diğer hücreler kimin sözüne itaat edip, çoğalmaya başlamakta, kimin sözüne itaat edip durmaktadırlar? Karaciğer isimli bir et parçasının mı? Tabi ki bir et parçasının bu üstün şuuru göstermesi, akıl göstererek karar vermesi mümkün değildir. Bu üstün akıl ve şuur alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir. Bu olaylar bize tüm kainata hakim olan Allah’ın üstün kudretini göstermektedir. |
VÜCUDUN GİZLİ DESTEKÇİSİ: PANKREAS
Güzel bir akşam yemeği yediğinizi düşünelim. Çeşitli besinlerden oluşan
bu yemeği nasıl sindireceğinizi şimdiye kadar hiç aklınıza bile
getirmemiş olabilirsiniz. Hatta bütün bu besinlerin her birinin farklı
enzimlerle işleme tabi tutulması gerektiğini de bilmiyor olabilirsiniz.
Bu konuda eğitim almamış bir insanın bu gibi bilgilere sahip olmaması
elbette ki doğaldır. Ancak vücudunuzdaki bir organ bu bilgilerin tümüne
sahiptir. Bu organ hangi besinin ne gibi bir enzimle sindirileceğini
bilir. Hiçbir karışıklık ve aksaklık çıkmadan, en doğru zamanda, en
doğru kimyasal salgıyı besinlere gönderir. Bu organ pankreastır.
|
Pankreas vücuttaki en önemli organlardan bir tanesidir.
Pankreas damarlarda akan kanın içinde ne kadar şeker molekülü bulunması
gerektiğine karar verir. Eğer kandaki şeker molekülü sayısında bir
azalma olursa pankreas hemen sayıyı artıracak önlemler alır ve bu
önlemler kişinin hayatını kurtarır. Eğer şeker molekülü yoğunluğu
artarsa bu sefer kandaki şeker miktarını azaltacak önlemler alır.
Pankreas sindirim sistemine gönderdiği enzimlerle de insan yaşamında çok
önemli bir rol oynar. Aynı zamanda bağırsakların mide asitleri
tarafından parçalanmasını engelleyen enzim de yine pankreas tarafından
üretilir.
|
Bu görevleri teker teker incelersek, belki de hiç
dikkatimizi çekmeyen bu organın, bizim için ne kadar bilinçli ve planlı
hareket ettiğini ve bizi mutlak bir ölümden koruyacak kusursuz bir
sisteme sahip olarak yaratıldığını görürüz.
Sindirim işleminde pankreasın devreye girmesi
özel bir mesaj ile gerçekleşir. Midede sindirim işlemleri devam ederken
özel bir enzim olan “kolesistokinin” kana karışmaya başlar. Bu enzimin
kanda belirli bir düzeye ulaşması pankreası uyarır. Bu uyarı pankreasa
görev zamanının geldiğini bildirir ve pankreas, parçalayıcı enzimlerini
onikiparmak bağırsağına salgılamaya başlar.
GİZLİ KİMYAGER
Pankreas sindirim işleminin başladığını anlamakla kalmaz, bir de
yediğiniz yiyeceklerin çeşitlerini de anlayabilir. Ve yediğiniz farklı
yiyeceklere göre farklı sindirim enzimleri üretir. Örneğin makarna,
ekmek gibi karbonhidratlı besinler yediğiniz zaman pankreasın
salgıladığı enzim, karbonhidrat parçalayıcı özelliğe sahiptir. Bu
besinler onikiparmak bağırsağına ulaştığında, pankreas karbonhidrat
parçalayıcı özellikteki “amilaz” isimli enzimi üretir.
Eğer kırmızı et, balık ve tavuk gibi besinler yerseniz, pankreas,
proteinli yiyecek yediğinizi hemen anlar. Yine bu besinler onikiparmak
bağırsağına ulaştığında bu sefer proteinleri parçalayacak farklı
enzimler olarak “tripsin, kimotripsin, karboksipeptidaz, ribonükleaz ve
deoksiribonükleaz” üretir ve bu enzimler protein moleküllerine saldırır.
Eğer yemeğinizin yağ oranı fazlaysa bu enzimlerle beraber “lipaz”
isimli, yağları sindiren bir enzim daha devreye girer.
Görüldüğü gibi bir organ, yediğiniz yemeğin nelerden oluştuğunu anlayıp,
daha sonra bu besinlerin sindirilmesi için gerekli olan kimyasal
sıvıları ayrı ayrı üretmekte ve bunları sadece gerektiği anlarda
salgılamaktadır. Pankreas, karbonhidrat molekülü için protein
parçalayıcı, veya yağ molekülü için karbonhidrat parçalayıcı sıvı
salgılamaz. Ürettiği kompleks sıvıların kimyasal formüllerini unutmaz.
Karışımı oluşturan herhangi bir maddeyi kazara eksik tutmaz. Sağlıklı
insanlarda, pankreas ömür boyu doğru şekilde hizmet eder durur.
Şimdi gerçekleşen bu olayı mikro düzeyde tekrar inceleyerek karşımızdaki mucizenin boyutlarını daha iyi görelim. Midede sindirim devam ederken mide hücreleri boş durmazlar. Bu hücrelerden bazıları midede sindirilen besinin bir süre sonra onikiparmak bağırsağına ulaşacağını anlamışlardır. Bu hücrelerin bütün düşünceleri ve istekleri besinlerin insan için en iyi şekilde sindirilmesidir. İçlerindeki sorumluluk duygusu ile harekete geçen mide hücreleri pankreas hücrelerine mektup yazmaya (hormon salgılamaya) ve bu hücreleri yardıma çağırmaya karar verirler. Ardından yazdıkları mektupları kan yolu ile pankreasa gönderirler.
Şimdi gerçekleşen bu olayı mikro düzeyde tekrar inceleyerek karşımızdaki mucizenin boyutlarını daha iyi görelim. Midede sindirim devam ederken mide hücreleri boş durmazlar. Bu hücrelerden bazıları midede sindirilen besinin bir süre sonra onikiparmak bağırsağına ulaşacağını anlamışlardır. Bu hücrelerin bütün düşünceleri ve istekleri besinlerin insan için en iyi şekilde sindirilmesidir. İçlerindeki sorumluluk duygusu ile harekete geçen mide hücreleri pankreas hücrelerine mektup yazmaya (hormon salgılamaya) ve bu hücreleri yardıma çağırmaya karar verirler. Ardından yazdıkları mektupları kan yolu ile pankreasa gönderirler.
Üstteki tahtalardan soldakinde glikoz molekülü, sağda
ise amilaz molekülü görülmektedir. Amilaz molekülü glikoz moleküllerinin
birbirlerine bir tür bağ ile bağlanması sonucunda meydana gelir. Bir
insan için bu formülleri eğitim almadan çözmesi imkansızdır. Ancak
pankreas hücreleri bunlara benzer moleküllerin kimyasal yapılarını çok
iyi bilirler ve gerektiği şekilde kullanırlar. Pankreas hücrelerini bu
özelliklerle birlikte yaratan yüce Allah’tır.
|
Kana bırakılan mektup vücut içinde yolculuk eder. Bu
yolculuk sırasında pankreasa gelindiği zaman, pankreas hücreleri mektubu
tanır ve hemen açarlar. Burada ilginç bir nokta -kan yoluyla hemen
hemen bütün vücudu dolaştığı halde- mektubun diğer organların hücreleri
tarafından açılmaması ve özellikle okunmamasıdır. Bütün hücreler bu
mektubun pankreas için yazıldığını, kendilerini muhatap almadığını
bilirler. Çünkü mektubun üzerinde pankreasın adresi vardır. Mektubun
moleküler yapısı yalnızca pankreas hücrelerinin zarında bulunan
algılayıcı moleküllerle etkileşecek şekilde özel olarak dizayn
edilmiştir. Yani mide hücresi adeta şuurlu ve bilinçli bir şekilde
ürettiği hormonun üzerine gerçekten bir adres yazmıştır. Üstelik
vücuttaki milyarlarca farklı adres içinden pankreas hücresinin adresini
doğru bir şekilde yazmıştır. Bu adresin doğru şekilde yazılabilmesi için
mide hücresinin pankreas hücresinin bütün özelliklerini bilmesi
gerekir.
Mucize yalnızca adresin doğru yazılması ile sınırlı değildir. Mide
hücresinin gönderdiği mektubun içinde bir de mesaj vardır. İnsan
vücudunun derinliklerinde, birbirlerinden çok uzakta bulunan iki küçük
canlı (hücre) mektuplaşmakta ve haberleşmektedir. Birbirlerini hiç
görmedikleri halde birbirlerinin hangi dilden anladıklarını
bilmektedirler. Dahası bu haberleşme bir amaç uğrunadır. İki hücre
birlik olmuş ve yediğiniz besinlerin sindirilmesi için plan
yapmaktadırlar. Şüphesiz bu gerçek bir mucizedir.
Kendisine ulaşan mektubu (kolesistokinin hormonunu) okuyan pankreas hiç
beklemeden bu mektuptaki emre itaat eder. Hemen besinlerin sindirilmesi
için gerekli enzimleri salgılamaya başlar. Eğer onikiparmak bağırsağına
ulaşan besin protein ise protein parçalayan bir enzim üretir. Eğer besin
karbonhidrat ağırlıklı ise bu sefer karbonhidrat parçalayan bir enzim
üretir ve bu enzimi onikiparmak bağırsağına gönderir.
Şimdi önünüze bir kara tahta koyulduğunu ve bu kara tahtanın üzerine
sırayla bir protein molekülünün, bir yağ molekülünün ve bir karbonhidrat
molekülünün formüllerinin yazıldığını ve bu moleküllerin atomik
dizilimlerini gösteren şekillerin çizildiğini düşünelim. Ardından sizden
bu üç farklı moleküler yapının her birini parçalayacak en uygun
moleküler yapıya sahip enzimlerin formüllerini üretmeniz ve bu
formülleri tahtaya yazmanız istensin.
Pankreasın sindirim enzimleri salgılayan açık kısmı
tükürük bezleri gibidir. Pankreasın bu kısmı “asinüs” denilen
parçalardan meydana gelmiştir. Bu pankreas lopları (asinüsler) arasında
Langerhans adacıkları bulunur. Bu yapı kılcal damarca zengindir. Kan
şekerini düzenleyen insülin ve glukagon hormonlarını salgılar.
|
Eğer kimya konusunda bir eğitim almadıysanız, size 1
milyon yıl süre verilse dahi uygun formülü tahmin ederek bulamazsınız.
Bu molekülleri parçalayacak enzimlerin formüllerini ancak kimya
konusunda uzman bir kişi yazabilir. Bu kişi de uygun formülü kendi hayal
gücüne dayanarak yazmaz. Ancak almış olduğu eğitim ve daha önce
kendisine öğretilen bilgiler doğrultusunda bu formülü yazabilir.
Durum böyle iken, pankreas hücrelerinin ürettikleri enzimlerin kimyasal
yapılarını nasıl bilebildikleri sorusu son derece önem kazanmaktadır.
Her pankreas hücresi doğuştan söz konusu formüllerin bilgilerine
sahiptir. Bu bilgiye sahip olmakla kalmaz, bildiklerini en doğru şekilde
kullanır ve insana yorulmaksızın hizmet ederler.
Pankreas hücreleri kimya konusunda insanlardan çok daha
zeki ve başarılıdırlar. Çünkü insanın bu formülleri üretebilmesi için
eğitime ihtiyacı varken, küçücük bir hücre söz konusu formülleri
doğuştan ezbere bilmektedir.
Hiçbir tesadüf, hücrelere böylesine üstün bir akıl, böylesine özel bir bilgi ve böylesine üstün bir sorumluluk anlayışı kazandıramaz. Hiçbir tesadüf, hücrelerin birbirleri ile haberleşecekleri, birbirlerinden yardım isteyecekleri bir sistem kuramaz. Hiçbir tesadüf, tek bir pankreas hücresine tek bir kimyasal formülü öğretemez. Hiçbir tesadüf, hücreye elindeki bilgiyi doğru zamanda kullanma yeteneği veremez.
Hiçbir tesadüf, hücrelere böylesine üstün bir akıl, böylesine özel bir bilgi ve böylesine üstün bir sorumluluk anlayışı kazandıramaz. Hiçbir tesadüf, hücrelerin birbirleri ile haberleşecekleri, birbirlerinden yardım isteyecekleri bir sistem kuramaz. Hiçbir tesadüf, tek bir pankreas hücresine tek bir kimyasal formülü öğretemez. Hiçbir tesadüf, hücreye elindeki bilgiyi doğru zamanda kullanma yeteneği veremez.
Bu sistemleri yoktan var eden ve her an çalışmasını sağlayarak insana hizmet ettiren güç, Alemlerin Rabbi olan Allah’tır.
Pankreasın vücuttaki önemli görevlerinden
başka bir tanesi de kan şekerinin ayarlanmasıdır. Bu ayarlamayı yapan
salgılar, pankreas içinde bulunan ve “Langerhans adacıkları” denilen
küçük kapalı bezler tarafından üretilir. İnsülin ve glukagon adını alan
bu hormonlar kan şekerinin ayarlanmasında görevlidirler. Prof. Dr. Ahmet
Noyan, Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, s.881-882
Bir yandan şekerli çayınızı yudumlar bir yandan da pastanızı yerken
hiçbir zaman aklınıza kanınızdaki şeker miktarını ayarlanmanız gerektiği
gelmez. Sürekli yapılan bu ayarın ne kadar hayati bir önemi olduğunu da
düşünmemiş olabilirsiniz. Ancak sizin sağlığınızla ilgili bu konuda
görevlendirilmiş olan pankreasınız, gerekli olan bütün bilgilere
sahiptir ve kanınızdaki şeker ile ilgili ölçümleri çok hassas bir
şekilde yapar. Ve gerektiği anda yeteri kadar hormon salgılayarak
vücudunuzdaki şeker dengesini korur.
Kandaki şeker miktarının belirli sınırlar içinde olması insan yaşamı
için zorunludur. Ama insan günlük hayatta şekerli gıdalar yerken bu
hassas dengenin hesabını yapamaz. Çünkü herkes adına bu hesap sürekli
olarak yapılır.
Kandaki şeker miktarı yükseldiğinde pankreas
bu durumu hemen haber alır ve insülin denilen özel bir madde salgılar.
Bu madde karaciğere ve vücuttaki diğer hücrelere kandaki fazla şekeri
tutmalarını emreder. Eğer kandaki şeker miktarı düşerse pankreas bunu da
hemen öğrenir ve “glukagon” isimli bir başka hormon salgılar. Bunun
üzerine karaciğer önceden depoladığı şeker stoklarını, özel işlemlerden
geçirip kana geri verir. (Arthur Guyton-John Hall, Text Book of Medical
Physiology Guyton & Hall, s.978 ) Kandaki şeker oranı -hastalık
durumu hariç- bu işlemler sayesinde hiçbir zaman tehlikeli bir noktaya
çıkmaz.
Günlük hayatta sizin ne pankreastan ne insülinden ne de karaciğerden
haberiniz olmaz. Kanınızdaki şekerin yükseldiğini fark etmezsiniz, hatta
önünüze farklı şeker oranları olan iki şişe kan konulsa aradaki farkı
anlayamazsınız. Ama hiçbir zaman görmediğiniz ve bilmediğiniz bazı
hücreleriniz, kanınızdaki şekeri laboratuvarlardaki aletlerden daha
hassas bir şekilde ölçer ve ne yapılması gerektiğine anında karar
vererek hemen uygulamaya geçerler.
|
Glikozun hücre tarafından emilimi kandaki insülin seviyesine bağlıdır. İnsülin hücre zarındaki alıcıya bağlandığında (1) hücrenin içindeki özel proteinler (2) harekete geçerler. Bu glikoz taşıyıcılar için bir uyarıdır. Ayrıca hücrenin iç kısmında zarla çevrili glikoz kesecikleri vardır. (3) Bunlardan bir kısmı hücre zarına yakın durur. (4) Bu kesecikler uyarıyla birlikte ana hücre zarına doğru hareket ederler ve onunla birleşirler. (5) Bu birleşme sırasında glikoz taşıyıcıları açığa çıkar. Bunlar glikoz toplamaya hazırdır. (6) Hücre zarında glikozu hücre içine alan taşıyıcı protein sayısı arttıkça kandaki glikoz seviyesi azalır ve daha az insülin üretilir. Bir süre sonra hücre zarının bir kısmı protein taşıyıcılarla birlikte içe doğru kıvrılmaya başlar (7) ve kesecikler oluşturur. (8) Bunlar hücrenin iç kısmına doğru ilerler ve endozomla birleşir (9) Burada tekrar kesecikler oluştuğunda bir sonraki uyarının gelmesini bekler (10) ve bu işlem sürekli devam eder. (Dr. Philip Whitfield, Human Body Explained, A Marshall Edition, s.43) |
Peki hücreleriniz bu benzersiz akla ve yeteneğe nasıl sahip olmuştur?
Hücrelerinize, ölçüm yaptıran, karar verdiren, bunları uygulayacak akıl
ve yetenek kazandıran elbette ki hücrelerinizin kendisi değildir.
Vücudunuzdaki hücrelere gerekli komutları veren, nasıl davranmaları
gerektiğinden onları haberdar eden, kusursuz bir sistemle onları yaratan
üstün güç sahibi Allah’tır.
Buraya kadar pankreastan bahsederken; “bilir, yapar, unutmaz, eksik tutmaz, karıştırmaz” gibi sıfatlar kullandık. Pankreasın da hücrelerden oluştuğu düşünülecek olunursa, akıl gerektiren bu sıfatların pankreasın kendisine ait olamayacağı da hemen anlaşılacaktır. Peki öyleyse pankreası oluşturan hücrelere bir ömür boyu üretim yapma, hizmet etme sorumluluğunu kim vermiştir? Birbirlerinden farklı ve kompleks molekülleri parçalayacak enzimlerin kimyasal formüllerini pankreas hücrelerine kim öğretmiştir? Üretilen sıvıların doğru yere boşaltılmalarını sağlayan boru sistemini kim döşemiştir? Doğru sıvının, doğru anda boşaltılmasını sağlayan uyarı ve iletişim sistemini kim kurmuştur?
Buraya kadar pankreastan bahsederken; “bilir, yapar, unutmaz, eksik tutmaz, karıştırmaz” gibi sıfatlar kullandık. Pankreasın da hücrelerden oluştuğu düşünülecek olunursa, akıl gerektiren bu sıfatların pankreasın kendisine ait olamayacağı da hemen anlaşılacaktır. Peki öyleyse pankreası oluşturan hücrelere bir ömür boyu üretim yapma, hizmet etme sorumluluğunu kim vermiştir? Birbirlerinden farklı ve kompleks molekülleri parçalayacak enzimlerin kimyasal formüllerini pankreas hücrelerine kim öğretmiştir? Üretilen sıvıların doğru yere boşaltılmalarını sağlayan boru sistemini kim döşemiştir? Doğru sıvının, doğru anda boşaltılmasını sağlayan uyarı ve iletişim sistemini kim kurmuştur?
Bu sorular veya bu sorular gibi üretilebilecek yüzlerce soru, bizi
apaçık bir gerçeğe götürür. Bütün bunları yaratan Allah’tır. Allah
küçücük alanlara yerleştirdiği bu gibi ihtişamlı özelliklerle bize
Kendisini tanıtır. Allah büyük bir güç sahibidir. Allah’ın yaratmada
hiçbir ortağı yoktur. Bu, insanın hayatındaki en önemli gerçektir.
De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Öyleyse, O’nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?” De ki: “Hiç görmeyen (a’ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?” Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: “Allah, herşeyin Yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır.” (Rad Suresi, 16)
De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Öyleyse, O’nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?” De ki: “Hiç görmeyen (a’ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?” Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: “Allah, herşeyin Yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır.” (Rad Suresi, 16)
|
ŞEKER YEDİĞİNİZ ZAMAN VÜCUDUNUZDA ÇALIŞAN DEV FABRİKANIN
Eğer ihtiyacınızdan biraz daha fazla şekerli bir gıda yerseniz,
vücudunuzdaki bir sistem kandaki şeker oranının yükselmesini engellemek
için devreye girer:FARKINDA MISINIZ? 1- Öncelikle pankreas hücreleri, kan sıvısının içinde bulunan yüzlerce molekül arasından şeker moleküllerini bulur ve diğerlerinden ayırdederler. Dahası bu moleküllerin sayılarının fazla mı yoksa az mı olduklarına karar verir, adeta şeker moleküllerini sayarlar. Gözü, beyni, elleri olmayan, gözle göremeyeceğimiz küçüklükteki hücrelerin bir sıvının içindeki şeker moleküllerinin durumu hakkında fikir sahibi olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. 2- Eğer pankreas hücreleri kanda gereğinden fazla şeker olduğunu belirlerlerse, bu fazla şekerin depolanmasına karar verirler. Ancak bu depolama işini kendileri yapmaz, kendilerinden çok uzakta bulunan başka hücrelere yaptırırlar. 3- Uzaktaki bu hücreler kendilerine aksi bir emir gelmediği sürece şeker depolamak istemezler. Ancak pankreas hücreleri, bu hücrelere “şeker depolamaya başlayın” emrini taşıyacak bir hormon yaparlar. “İnsülin” adı verilen bu hormonun formülü, pankreas hücreleri ilk oluştukları andan itibaren DNA’larında kayıtlı bulunmaktadır. 4- Pankreas hücrelerindeki özel “enzimler” (işçi proteinler) bu formülü okurlar. Okunan formüle göre de insülin üretirler. Bu üretimde her biri farklı görevlerde yüzlerce enzim çalışır. 6- Üretilen insülin hormonu, en güvenli ve en hızlı ulaşım ağı olan kan yoluyla hedef hücrelere ulaştırılır. 7- İnsülin hormonunda yazılı olan “şeker depolayın” emrini okuyan diğer hücreler ise bu emre kayıtsız şartsız itaat ederler. Şeker moleküllerinin hücrelerin içine geçmesini sağlayacak kapılar açılır. 8- Ancak bu kapılar rastgele açılmaz. Depo hücreleri kandaki yüzlerce farklı molekül arasından sadece şeker moleküllerini ayırdeder, yakalar ve kendi içlerine hapseder. 9- Hücreler, kendilerine ulaşan emre hiçbir zaman itaatsizlik etmezler. Bu emri yanlış anlamaz, hatalı maddeleri yakalamaya, gereğinden fazla şeker depolamaya kalkmazlar. Büyük bir disiplin ve özveri ile çalışırlar. Böylece siz fazla şekerli bir çay içtiğinizde, bu olağanüstü sistem devreye girer ve fazla şekeri vücudunuzda depolar. Eğer bu sistem çalışmasaydı, o zaman kanınızdaki şeker hızla yükselir ve komaya girerek ölürdünüz. Bu o kadar mükemmel bir sistemdir ki gerektiği zaman tersine de çalışabilir. Eğer kandaki şeker normalin altına düşerse bu sefer pankreas hücreleri bambaşka bir hormon olan “glukagon”u üretirler. Glukagon daha önce şeker depolayan hücrelere bu sefer “kana şeker karıştırın” emri taşır. Bu emre de itaat eden hücreler depoladıkları şekeri geri bırakırlar. Nasıl olur da, bir beyne, sinir sistemine, göze, kulağa sahip olmayan hücreler, bu denli büyük hesapları ve işleri kusursuzca başarırlar? Proteinlerin ve yağ moleküllerinin yan yana gelmesiyle oluşan bu şuursuz varlıklar, nasıl olur da insanların bile yapamayacakları kadar büyük işler yapabilirler. Şuursuz moleküllerin sergiledikleri bu büyük şuurun kaynağı nedir?… Elbette bu olaylar, bizlere tüm evrene ve tüm canlılara hakim olan Allah’ın varlığını ve kudretini göstermektedir. Kuran’da Allah’ın hakimiyeti şöyle açıklanır: Göklerde ve yerde büyüklük O’nundur. O, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Casiye Suresi, 37) |
PANKREASIN SALGILARI KENDİSİNE NASIL ZARAR VERMEZ?
Birçok parçalayıcı enzimin salgılandığı pankreasın kendi kendini
sindirmemesi çok şaşırtıcıdır. Asıl olarak protein yapısında olan
pankreas, kendi ürettiği protein parçalayıcı enzimlerin hiçbirinden
etkilenmez. Bu korunma sistemi çok hayret verici ve mucizevi şekilde
gerçekleşir.
Pankreasın salgıladığı protein parçalayıcı enzimler ilk olarak aktif
olmayan halleriyle salgılanırlar. Bu enzimler bu şekilleriyle
proteinleri ve dolayısıyla pankreasın kendini parçalayamazlar.
Ancak onikiparmak bağırsağına boşalan
enzimler vücutta sadece bu bölgede bulunan çok özel bir maddeyle
birleşirler ve o anda değişmeye başlarlar. İnce bağırsakta salgılanan
“enterokinaz” adlı maddeyle birleşen enzimler, birden aktif hale gelir.
Yani proteinleri parçalayabilecek özellik kazanmış olurlar. (Prof. Dr.
Ahmet Noyan, Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, s.879 ) Ancak pankreasta
salgılanan bir maddenin bağırsakta salgılanan başka bir maddeyle
kusursuz bir uyumla birleşmesi üzerinde durulması gereken bir konudur.
Bu iki molekül daha önce hiç karşılaşmamışlardır. Ayrı bölgelerde
salgılanırlar. Bunlara rağmen bu iki bağımsız molekül birbirlerini
kusursuz bir şekilde tamamlarlar ve sonuçta özel bir amaca hizmet
ederler. Bu, elbette ki tesadüflerle açıklanamayacak kadar mucizevi bir
olaydır.
|
Üstelik pankreasın kendini
öğütmesini engelleyen mucizevi sistemler sadece bununla da sınırlı
değildir. Pankreastan protein öğütücü bir diğer enzim olan “tripsin”
salgılanır. Ancak aynı zamanda tripsinin pankreası eritmemesi için bu
maddeyi etkisiz hale getirecek “tripsin inhibitör” adlı özel bir madde
daha salgılanır. Beraber salgılandıklarında hiçbir etkileri olmayan bu
iki enzim, onikiparmak bağırsağına geldiklerinde birbirlerinden
ayrılırlar. Bu ayrılık tripsini bir anlamda serbest bırakır ve tripsin
bağırsaklara ulaşan besinlerdeki proteinleri parçalamaya başlar.
(Biological Science A Molecular Approach, Sixth Edition, D.C. Heath and
Company, Toronto, s.412) Eğer bu iki madde daha erken ayrılsalardı,
tripsin, pankreasın kendisini parçalardı. Eğer hiç ayrılmasalardı bu
sefer besinlerdeki proteinler parçalanamazdı. Ancak bu örnekte de
görüldüğü gibi vücudumuzdaki herşey doğru zamanda ve doğru yerde
gerçekleşmektedir. Pankreas tam gerektiği anda gereken maddeleri
salgılaması gerektiğini bilmekte, enzimler birbirlerinden ayrıldıkları
anda harekete geçmektedirler. Pankreası oluşturan hücrelerin, enzimleri
oluşturan moleküllerin böyle kusursuz bir sistemi kendi kendilerine
oluşturamayacakları, böyle kusursuz bir düzeni insan vücudunda
kuramayacakları açıktır.
Herhangi bir aksaklık olmadan, sıralamada karışıklık çıkarmadan çalışan,
üstelik bütün insanlarda eksiksiz bir şekilde var olan ve aynı
kusursuzlukla işleyen böyle bir sistemin çok yüksek bir akıl ve kusursuz
bir tasarım ürünü olduğu, her akıl sahibi insanın kolaylıkla
anlayabileceği bir gerçektir. Bu sistemin evrimcilerin iddia ettikleri
gibi kör rastlantılarla açıklanması mümkün değildir. Bu sistem Allah’ın
apaçık yaratmasının delillerinden biridir. Allah aklını kullanmasını
bilen ve görebilenler için bu gibi örnekler üzerinde ayetlerini
göstermektedir.
Güneşi bir aydınlık, ayı bir nur kılan ve yılların sayısını ve
hesabı bilmeniz için ona duraklar tesbit eden O’dur. Allah, bunları
ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle
birer birer açıklamaktadır. Gerçekten, gece ile gündüzün ardarda
gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde
korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır. (Yunus Suresi,
5-6)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder