Bu sorunun cevabı incelendiğinde bir kez daha Allah’ın
yaratmasındaki benzersizlik görülür. Vücuttaki dengelerin korunması için
insan vücudunda birbiri içine girmiş ve kusursuz planlanmış bir sistem
çalışmaktadır.
Eğer terleme ya da bir süre su içmeme nedeniyle bir miktar su kaybına uğrarsak, kandaki su yoğunluğu düşer.
Eğer terleme ya da bir süre su içmeme nedeniyle bir miktar su kaybına uğrarsak, kandaki su yoğunluğu düşer.
Kan beyinde dolaşırken hipotalamus denen bölgedeki özel
algılayıcılar harekete geçer ve hormonal sistemin büyük şefi olan
‘hipofiz bezi’ne bir sinyal gönderir. Sinyali alan ve vücutta suyun
azaldığını anlayan ‘şef’, böbreklere özel bir mesaj (antidiüretik
hormon-ADH) gönderir. Bu mesaj borucuklardaki hücrelere, “vücutta su
sıkıntısı var, fazla suyu geri çekin” emrini vermektedir. Borucuklar
idrardan daha fazla su emerek kana karıştırırlar ve bu şekilde vücuttaki
kriz atlatılmış olur. Arthur C. Guyton, M.D., Text Book of Medical
Physiology, W.B. Saunders Company, 7th Edition,1986, s.613-614
Eğer gereğinden daha fazla su içmişsek bu sefer yine aynı emir komuta
zinciri içerisinde bir haberleşme yaşanır. Ancak bu sefer borucuklardaki
hücrelere “vücutta fazla su var, gereksiz yere su çekmeyin” emri
ulaşır.
Beynin hemen altında bulunan hipofiz bezini oluşturan hücrelerin
yaptıkları işi tekrar düşünelim. Burada bulunan hücreler kendilerinden
çok uzakta bulunan böbrek hücrelerine özel bir mesaj gönderirler. Böbrek
hücreleri de kendilerine ulaşan emre kayıtsız şartsız itaat ederler.
Ardından böbrek hücreleri idrar sıvısının içinden su moleküllerini tek
tek seçer ve bu karışık sıvının içinden tertemiz su elde ederek vücuda
kazandırırlar.
Beyin hücreleri ve böbrek hücreleri arasında bir
iletişimin bulunması, böbrek hücrelerinin idrar sıvısını arıtarak
içinden tertemiz su elde etmeleri şüphesiz bir akıl gösterisidir.
Yeryüzündeki bütün canlıların varlığını basit tesadüflerle açıklamaya
çalışan evrim teorisini, yalnızca bu sistemin varlığı bile temelinden
çökertmek için yeterlidir. Çünkü boşaltım sisteminin çalışması için
birbirinden bağımsız birçok parçanın aynı anda var olması ve bunların
her birinin birbiriyle eksiksiz bir uyum içinde görev yapması
gerekmektedir.
Örneğin söz konusu sistemde hipofiz bezinden böbreklere emir götüren
“antidiüretik hormon”un eksikliğinde çok ciddi bir hastalık ortaya
çıkar. Bu hastalıkta günlük idrar üretimi 1.5 litre olması gerekirken
25-30 litreye çıkar ve ölümcül sonuçlar doğar.
|
VÜCUDUMUZDAKİ SU DENGESİNİN KORUNMASI
Bir insanın spor yaparken kaybettiği su miktarıyla dinlenirken
kaybettiği su miktarı arasında büyük fark vardır. Böbreklerin bu
durumlarda süzdükleri su miktarı farklı olmaktadır. Ancak bu miktarı
belirleyen böbrekler de değildir. Hipofiz bezi vücudun ihtiyacına göre
antidiüretik (ADH) hormon adında kimyasal bir salgı göndererek
böbrekleri uyarır. Böbrek hücreleri bu emri aldıkları anda kanı süzme
işlemini yavaşlatır, hatta süzülen atık sıvı içinden su moleküllerini
geri almaya başlarlar.Hipofiz bezinin kandaki su miktarını düzenlemek için başvurduğu bir başka yol daha vardır. Hipofiz bezinden salgılanan antidiüretik (ADH) hormon tükürük bezlerinin tükürük salgılama işlemlerini yavaşlatır. Ve bunun ardından insan susuzluk hisseder, bir bardak su içer. Hipofiz bezinin su içmemizi sağlamak için sahip olması gereken bilgileri düşünelim; Öncelikle bu küçük et parçasının suyun önemini bilmesi gereklidir. Ayrıca hipofiz bezi insanın ağzı kuruduğu zaman psikolojik olarak su içmeye ihtiyaç duyacağını bilmelidir. Hipofiz bezinin bilmesi gereken üçüncü nokta, insanın ağzının kuruması için tükürük bezlerinin çalışmamasının gerektiğidir. Hipofiz bezi tükürük bezlerinin çalışmasının nasıl durdurulacağını da bilmelidir.Yeryüzünde bulunan milyarlarca insanın beyinlerinin altında bulunan milyarlarca hipofiz bezi her gün, her saniye bu insanların ne kadar su içmeye ihtiyaçları olduğunu belirler ve bu insanları su içmeye zorlar. Yalnızca bu sistem dahi insanın acizliğinin ve yaratılmış olduğunun önemli bir delilidir. İnsan acizdir çünkü kendi aklıyla vücudunda suyun azaldığını anlayamamaktadır. Susama hissine ihtiyacı vardır. Susama hissini insan için özel olarak oluşturan varlık ise küçücük bir et parçasıdır. Eğer bu et parçası olmasa insan susamayacak, vücudunun suya ihtiyacı olduğunu anlayamayacak ve çoğu insan susuzluktan bayılana kadar akıllarına su içmek gelmeyecektir. İnsan yaratılmıştır çünkü hiçbir tesadüf insanın beyninin altına, o insana gerekli durumlarda psikolojik baskı uygulayacak ve insanı su içmeye mecbur edecek küçük ama son derece şuurlu bir et parçası yerleştiremez. İnsanı suya muhtaç yaratan ve düzenli olarak su içmesini sağlamak için gerekli her türlü önlemi alan Allah’tır. |
|
EĞER HİÇ SUSAMASAYDINIZ?….
Vücudumuzdaki suyun miktarında gün içinde gerçekleşen en ufak
değişimleri dahi algılayan sistemler vardır. Bunların başında,
beynimizin bir bezelye tanesi büyüklüğünde olan hipotalamus denen bölümü
gelir. Hipotalamus, kanda su oranı azaldığında bunu hemen algılar. Ve
buna yönelik bir önlem olarak hipotalamusun hemen altında yer alan 1 cm
büyüklüğündeki hipofiz adlı bez, “ADH” isimli bir hormon salgılar.
Bu hormon kan dolaşımı yolu ile uzun bir yolculuğa çıkar ve böbreklere
ulaşır. Böbreklerde aynen bir kilidin bir anahtara uygunluğu gibi tam bu
hormona uygun olan özel alıcılar vardır. Hormonlar bu alıcılara
ulaştıkları anda böbreklerde hemen su tasarrufu düzenine geçilir ve su
atılımı çok az bir düzeye indirilir.
Eğer hipofiz hormonu ve bu hormonun getirdiği “su tüketimini azaltın”
emrini anlayıp uygulayan böbrek hücreleri olmasaydı, susuzluktan ölmemek
için günde 15-20 litre su içmek zorunda kalırdık. Bu suyu sürekli
olarak da dışarı atmamız gerekeceğinden, uyumamız veya bir yerde uzun
süre oturmamız mümkün olmazdı.
Ancak böyle bir sistemin eksiksiz olması bile hayatta kalmamız için
yeterli değildir. Bizim su içmemiz -dahası ne kadar su içmemiz-
gerektiğini bilmemiz gerekir. Allah bunun için insanı susama hissi ile
birlikte yaratmıştır. Vücudumuzda herşeyin eksiksiz olduğunu ama sadece
susamadığımızı varsayalım. Doğduktan çok kısa bir süre sonra susuz kalıp
ölürdük. Susama hissimiz olmadığı için neden krize girip ölüme doğru
gittiğimizi de anlamazdık. Oysa bir insan, doğduğu andan itibaren su
içmesi gerektiğini üstelik ne kadar içmesi gerektiğini bilir, çünkü tam
gerektiği oranda susarız. Bu sistem o kadar mükemmel işler ki ne
ihtiyacımızdan fazla ne de eksik sıvı alırız, tam ihtiyacımız kadar su
içeriz.
İşte bizi “bir damla sudan” yaratan Allah, tüm bedensel ihtiyaçlarımız
için de mükemmel sistemler var etmiştir. Çünkü O, kusursuzca yaratandır:
“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var
edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde
ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.”
(Haşr Suresi, 24)
|
İnsanın varlığından bile haberdar olmadığı birçok maddenin vücut
içindeki miktarını böbrekler ayarlar. Örneğin çoğu insan vücut
dokularında veya kanında sodyum molekülleri bulunduğunu bilmez. Ancak
böbrekler bu maddenin kandaki yoğunluğunu gece gündüz sürekli kontrol
altında tutarlar.
Böbreklerde kandaki sodyum miktarından sorumlu algılayıcı hücreler
bulunmaktadır. Eğer sodyum miktarında bir düşüş olursa sodyum algılayıcı
hücreler durumu derhal böbreklerde bulunan sodyum emici hücrelere haber
verirler.
Bir hücrenin kendisini belirli bir maddenin miktarını ölçmeye adaması
oldukça şaşırtıcıdır. Şaşırtıcı olan bir başka nokta hücrenin fark
ettiği bir değişikliği başka hücrelere haber verme bilincine sahip
olmasıdır.
Sodyum emici hücreler kandaki sodyum miktarının azaldığını öğrendikleri anda çok önemli bir faaliyete başlarlar;
Sodyum emici hücreler kandaki sodyum miktarının azaldığını öğrendikleri anda çok önemli bir faaliyete başlarlar;
|
İdrar olarak vücuttan atılacak olan sıvının içine,
böbreklerdeki süzülme sırasında bir miktar sodyum karışmıştır. Söz
konusu hücreler idrar sıvısının içindeki sodyum moleküllerini yakalar ve
bu molekülleri vücuda geri kazandırırlar. Böylece kandaki sodyum
miktarı normale döner.
Bu hücrelerin üzerine sodyum moleküllerini yakalamaları için özel
pompalar yerleştirilmiştir. Acil durumlarda bu pompalar devreye girer ve
idrar sıvısında bulunan sodyum molekülleri vücuda geri kazandırılır.
Eğer böbreklerdeki bu geri emilim mekanizması olmasaydı aşırı besin ve sıvı kaybından dolayı ölüm kaçınılmaz olurdu.
Görüldüğü gibi insan vücudundaki bağlantılar kusursuzdur, denetim
mekanizmaları, acil durumlar için alınmış önlemler benzersizdir. Kandaki
hayati moleküllerde meydana gelen herhangi bir eksiklik hemen ilgili
bölümlerce tespit edilir ve eksikliğin giderilmesi için gerekli
çalışmalara başlanır. İlgili hücrelere hemen bir mesaj gönderilir,
hücreler tıpkı şuurlu insanlar gibi bu emri anlar, itaat eder ve gerekli
tedbirleri alırlar. Çok kısa zaman dilimleri içinde gerçekleşen bu
kusursuz haberleşme sayesinde insan sağlığı güvence altına alınmış olur.
Böbreklerde bulunan hücrelerin her birinin teker teker ne yapacaklarını bilmeleri, diğer hücreler ile organize olmuş bir şekilde hareket etmeleri, kendilerine ulaşan mesajı okuyup anlayabilmeleri ve gerekeni yerine getirmeleri gibi detaylar düşünüldüğünde tüm bu olaylar zincirinin başlı başına bir mucize olduğu görülür.
Böbreklerde bulunan hücrelerin her birinin teker teker ne yapacaklarını bilmeleri, diğer hücreler ile organize olmuş bir şekilde hareket etmeleri, kendilerine ulaşan mesajı okuyup anlayabilmeleri ve gerekeni yerine getirmeleri gibi detaylar düşünüldüğünde tüm bu olaylar zincirinin başlı başına bir mucize olduğu görülür.
Böyle bir sistemin, bu sistemi oluşturan parçaların insan vücudunda
tesadüfen oluşması ise kesinlikle imkansızdır. Verilen örneklerde de
görüldüğü gibi böbreklerdeki bu sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia
etmek, Darwinistler’in mantık çöküntüsünü açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak mikroskopla görülen ve proteinlerden oluşan hücrelerin yaptıkları
her hareket ayrı bir plan ve akıl gerektirmektedir. Hücrelerde böyle bir
aklın bulunuyor olması elbette ki çok açık bir şekilde yaratılışı
göstermektedir. Bu sistem, Allah’ın sonsuz ilminin, aklının ve gücünün
göstergelerinden yalnızca biridir.
Bu gerçekleri gören kişinin durup düşünmesi ve hiç vakit kaybetmeden
davranışlarını herşeyin Yaratıcısı olan Allah’ın hoşnut olacağı şekilde
değiştirmesi gerekir. Bu, hesap vermek için toplanacakları kıyamet
gününde her insanın kendisine fayda verecektir. Allah hesap günü ile
insanları şöyle uyarmaktadır:
Gerçek şu ki, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin. Dosdoğru yol budur.
İçlerinden (birtakım) gruplar ayrılığa düştüler.
Artık büyük bir günü görmekten dolayı, vay inkar edenlere. Bize
gelecekleri gün, neler işitecekler, neler görecekler. Ama bugün o
zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler. İş(in) hükme bağlanıp
biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler
ve onlar inanmıyorlar. (Meryem Suresi, 36-39)
DAMARLARINIZDAKİ BASINÇ VE BÖBREKLER
Böbreklerin çok önemli bir görevi de kan basıncını yani tansiyonu
ayarlamaktır. Kan basıncını belirleyen en önemli faktörlerden biri
damarların içinde bulunan sıvı miktarıdır. Damarların içindeki sıvı ne
kadar fazla olursa tansiyon da o derece yükselir ve vücuttaki tüm
organlara zarar verir.
Vücudun damarlardaki fazla sıvıyı algılaması kalbin ön odacıklarına
yerleştirilmiş algılayıcılar sayesinde olur. Kalbin içine giren fazla
miktarda sıvıyla gerilmesi sonucunda kalpteki algılayıcılar beyne
durumla ilgili sinyaller gönderirler. Beyin buna karşı böbreğe giden
damarların genişliğini ayarlayarak kanın süzülmesini artırır.
Kalbin ön odacığında gerçekleşen basınç ölçümü ve bu ölçümlere göre vücutta yapılan düzenlemeleri hayali bir örnek üzerinde inceleyelim.
Kalbin ön odacığında gerçekleşen basınç ölçümü ve bu ölçümlere göre vücutta yapılan düzenlemeleri hayali bir örnek üzerinde inceleyelim.
Hayalimizde bir oda canlandıralım. Bu oda dış dünyadan tamamen tecrit
edilmiş bir odadır. Odanın içinde bütün ömrünü bu odada geçirmek zorunda
olan bir insan yaşar. Bu insanın aynı zamanda çok önemli bir görevi
vardır.
Odanın duvarlarındaki hava basıncı her an değişmektedir. Odanın içinde yaşayan insanın görevi ise her saniye bu basıncı özel aletler yardımıyla ölçmektir. Ayrıca yaptığı ölçümleri telefonla bir bilgi işlem merkezine haber vermek zorundadır. Her gün binlerce kez rapor vermeli, raporlarda hiçbir hata olmamalıdır. Eğer ölçüm yapmayı unutursa, uyuya kalırsa veya hatalı bir ölçüm yapacak olursa içinde bulunduğu oda, odanın içinde bulunduğu bina ve bütün şehir yok olacaktır.
Odanın duvarlarındaki hava basıncı her an değişmektedir. Odanın içinde yaşayan insanın görevi ise her saniye bu basıncı özel aletler yardımıyla ölçmektir. Ayrıca yaptığı ölçümleri telefonla bir bilgi işlem merkezine haber vermek zorundadır. Her gün binlerce kez rapor vermeli, raporlarda hiçbir hata olmamalıdır. Eğer ölçüm yapmayı unutursa, uyuya kalırsa veya hatalı bir ölçüm yapacak olursa içinde bulunduğu oda, odanın içinde bulunduğu bina ve bütün şehir yok olacaktır.
Elbette bütün yaşamını bir odanın duvarlarındaki basıncı ölçmeye adamış,
tek bir saniye uyumadan görevini yapan, üstelik hiçbir hata yapmayan
bir insan var olamaz. Böyle bir olayı insan hayal dahi edemez. Ancak
insan bedeninde yaşanan gerçekler, insanın hayal gücünün sınırlarını
aşar. Çünkü kalbin ön odacığının duvarlarında bulunan hücreler bütün
yaşamlarını odacığın duvarlarındaki basıncı ölçmeye ve bu ölçüm
sonuçlarını beyne bildirmeye adamışlardır. Hücrelerin böylesine önemli
bir göreve sahip olmaları, görevlerini büyük bir fedakarlıkla ömür boyu
sürdürmeleri, bu hücrelerin kalbin iç odacığına yerleştirilmiş olmaları,
ölçüm yapma kabiliyetine sahip olmaları ve yaptıkları ölçümleri beyne
bildirebilmeleri, hücrelerin özel olarak yaratılmış olduklarını
gösterir.
KALP LİFLERİNİN İÇİNDE SAKLI MESAJ
Kalp kası liflerinin derin bölgelerine, çok önemli bir mesaj taşıyan
özel moleküller yerleştirilmiştir. Bu mesaj kalbi değil, çok uzaklarda
bulunan başka bir organı ilgilendiren bir bilgi içermektedir. Ancak
mesajı taşıyan moleküller, güçlü kalp kası lifleriyle çevrelendikleri
için normal şartlarda bu bölgeden ayrılamazlar.
Peki bu moleküllerin taşıdığı mesaj nedir ve bu moleküller niçin kalp
dokusunun derinliklerine yerleştirilmişlerdir? Bu soruların cevabı
incelendiğinde yine bir yaratılış mucizesi ile karşılaşırız.
Bu molekül “atrial natriüretik faktör” isimli
bir hormondur. İçindeki mesajı okuyabilecek tek yetkili de
böbreklerdir. Mesaj böbreklere sodyumun vücuttan atılmasını emreder. Prof. Dr. Ahmet Noyan, Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, s.623-627
Burada insanın aklına; “Niçin böbreklere gönderilecek bir mesaj kalbin
derinliklerinde saklanıyor?”, “Böbreklerin sodyumu vücuttan atmalarıyla
kalbin ne ilgisi var?” gibi sorular gelebilir. Ancak Allah insan
vücudunu birbiri içine girmiş binlerce sistemle var etmiştir. Kalbin
derinliklerine böbreği ilgilendiren bir mesajın saklanması, bu kompleks
ve kusursuz sistemlerden yalnızca biriyle ilgilidir.
Yüksek tansiyon, yani damarlardaki sıvı miktarının artması, insan için
oldukça tehlikeli bir durum oluşturur. Eğer bir önlem alınmazsa sonuç
ölümdür. Artan kan basıncı kalbin daha fazla gerilmesine neden olur. Bu
gerilmeyle kas liflerinin de araları açılır ve liflerin içine
hapsedilmiş olan mesaj molekülleri serbest kalarak kana karışır.
Ardından bu mesaj kan yoluyla böbreklere ulaşır. Böbrek kendisine ulaşan
emre itaat eder ve vücuttaki sodyumu atmak için harekete geçer.
Sodyumla beraber vücuttan atılan sıvı miktarı da artar. Böylece kan
basıncı normal düzeye iner ve kalp sağlıklı olarak atmaya devam eder.
TANSİYONUNUZ DÜŞÜNCE NE OLUR?
Kandaki basınç düzeyinin düzenlenmesinde böbreğin sahip olduğu rol bu
kadarla da bitmez. Tansiyonun düşük olduğu durumlarda da böbrekteki çok
özel yapıda bir hücre olan JGA’dan “renin” adlı bir madde salgılanır.
Ancak bu maddenin doğrudan kendisinin tansiyon yükseltici etkisi yoktur.
Bu madde üretildiği yerden çok daha farklı
bir yerden, karaciğerden salgılanan “anjiotensinojen” adlı bir molekülle
birleşerek “anjiotensin-1″ molekülüne dönüşür. Ancak bu oluşan
hormonların da tansiyon üzerinde çok ciddi bir etkisi yoktur. Kan
dolaşımında bulunan bu hormon daha sonra yine farklı bir organda,
akciğerde bulunan “ACE” adı verilen ve sadece “anjiotensin-1″ molekülünü
parçalamaya yarayan bir enzim sayesinde daha farklı bir molekül olan
“anjiotensin-2″ molekülüne dönüşür. Montgomery, Conway-Spector-Chappel,
Biochemistry, Mosby-Year Book, Inc., 1996, s. 604
|
İşte damarlar üzerinde etki gösterip tansiyonu normal
seviyeye çıkaracak olan asıl hormon da son noktada üretilen bu
moleküldür. Bu molekül oluşmazsa kendinden önce üretilmiş hiçbir
hormonun tansiyon üzerinde bir etkisi olmayacaktır. Anjiotensin-2
molekülü yine sadece kendisiyle birleşmek üzere damar yüzeyinde bulunan
algılayıcılarla birleştikten sonra damarların büzülmesini ve tansiyonun
yükselmesini sağlar.
Anjiotensin-2 molekülünün tansiyonu artırmak
için yaptıkları bu kadarla da kalmaz. Anjiotensin-2 molekülü kan
dolaşımı sayesinde böbreküstü bezlerinin çok özel bir bölgesine
iletilir. Bu bölgede bulunan bazı hücreler sadece anjiotensin-2 molekülü
ile birleştikten sonra ürettikleri aldosteron adlı molekülün kana
karışmasını sağlar. Bu molekülün kana karışmasıyla birlikte kan basıncı
bu defa daha farklı bir mekanizma ile yükselmeye başlar. Aldosteron
molekülü, böbreğin toplama kanalları üzerinde bulunan kendine özel
algılayıcılarla birleşerek idrarla atılmakta olan sodyum moleküllerinin,
vücuda geri emilmesini sağlar. (Arthur Guyton-John Hall, Text Book of
Medical Physiology, Guyton & Hall, 9th edition, s. 345) Sodyum
molekülleri de kanın yoğunluğunu artırarak kan basıncının yükselmesini
sağlar.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta kuşkusuz ki bu maddelerin
etkilerinin birbirlerine bağlı oluşudur. Böyle bir durumda sadece tek
bir tanesinin bile rastlantılarla oluşması mümkün olmayan böyle bir
sistemin bütün elemanlarının aynı anda, aynı bünyede rastlantılarla
oluşması defalarca imkansızdır. Rastlantıların böbreklere anlama
kabiliyetini, önlem almak için gerekli olan insiyatifi kazandıramayacağı
ise tartışılmazdır.
Sadece kan basıncının düzenlenmesinde kullanılan onlarca madde ve
bunların etki mekanizmaları düşünüldüğünde bile karşılaşılan tasarım ve
düzenin kendiliğinden oluştuğunu iddia etmek şüphesiz evrim teorisine
körü körüne bağlı ve bunu bir inanç sistemi olarak benimsemiş kişilere
has bir davranıştır. Nitekim evrimciler de teorilerine bütün doğrulara
rağmen bir inanç olarak inandıklarını çeşitli şekillerde itiraf
etmişlerdir. Bunlardan biri şöyledir:
Bir bilim adamı olarak aldığım eğitim
boyunca, bilimin herhangi bir bilinçli yaratılış kavramı ile
uyuşamayacağına dair çok güçlü bir beyin yıkamaya tabi tutuldum. Bu
kavrama karşı şiddetle tavır alınması gerekiyordu… Ama şu anda,
yaratılışa inanmayı gerektiren açıklamaya karşı olarak öne sürülebilecek
hiçbir argüman bulamıyorum… Biz hep açık bir zihinle düşünmeye alıştık
ve şimdi yaşama getirilebilecek tek mantıklı cevabın yaratılış olduğu
sonucuna varıyoruz, tesadüfi karmaşalar değil. Chandra Wickramasinghe,
London Daily Express ile bir röportajından, 14 Ağustos 1981
Evrimcilerin de açıkça itiraf etmek zorunda kaldıkları gibi tüm bilimsel
veriler herşeyin hakimi olan bir yaratıcının yani Allah’ın varlığını
açık ve kesin olarak göstermektedir.
|
BÖBREKLERİNİZ TIBBİ BİLGİLERE SAHİP OLABİLİR Mİ?
Böbrekten süzülen kan miktarında bir azalmanın tespit edilmesi durumunda
böbreklerdeki özel hücrelerden “eritropoietin” adlı bir hormon
salgılanır. Bu hormon kan üretimini artırmaya yarar. Hormon, etkisini
böbrek dışında bir yerde kemik iliği üzerinde gösterecektir. Kemik
iliğinde bulunan ana kan yapıcı hücreler bu hormonun alyuvar sayısının
azaldığını bildirmesi üzerine alyuvar yapımını hızlandırarak kan
dolaşımına daha fazla alyuvar bırakılmasını sağlar. Bu sayede alyuvar
dengesi ayarlanmış olur. Görüldüğü gibi böbrek hücreleri tespit
yapmakta, verileri değerlendirmekte ve gerekeni uygulamaya sokacak
şekilde insiyatif kullanmaktadır. Kemik iliğindeki hücreler de
böbreklerden gelen bir hormon ile gönderilmiş olan mesajı nasıl
çözeceklerini bilmekte ve bu mesaja göre harekete geçmektedirler.
Üstelik bu işlemlerin tümü, milyarlarca insanın her birinde aynı şekilde
gerçekleşmekte, bu uyum bütün insanlarda aynı şekilde sürmektedir.
Bütün bu işlemlerde hücreler çok açık bir akıl gösterisinde
bulunmaktadırlar. Bu durumda bu aklın kaynağının ne olduğu sorusunun
cevaplanması gerekmektedir. Hücrelerin böyle bir akla kendi kendilerine
ya da tesadüfen sahip olduklarının iddia edilmesi mümkün değildir.
Hücrelere bu aklı yerleştiren, nasıl davranmaları gerektiğini onlara
ilham eden herşeyi kontrolü altında tutan Allah’tır. Allah’tan başka bir
güç yoktur.
|
TAKLİT BÖBREK
Günümüz teknolojisinin sağladığı imkanlarla gerektiği gibi işlememeleri
durumunda, organlarımızın yerini tutabilecek suni organlar ve cihazlar
tıbbi kullanıma sunulmuştur. Böbreklerin fonksiyonlarını kaybetmeleri ya
da yetersiz kalmaları durumunda da yerine vücudun arıtma sistemi olarak
çalışmak üzere diyaliz makineleri geliştirilmiştir. Boyutları
böbreklerle kıyaslanamayacak kadar büyük olan bu makinelerde kan, belli
düzeneklerden geçirilir ve içerdiği üre, ürik asit gibi zararlı
maddelerden ve fazla sıvılardan arındırılır.
Bu alet basit difüzyon (bir maddenin çok yoğun bir ortamdan, az yoğun
bir ortama geçmesi) yöntemiyle çalışmaktadır. Atardamardan alınan bir
hortum ilk önce bir pompaya gelir. Bu pompa kanı diyaliz aletine
pompalar. Diyaliz sıvısı oksijence zengin ve tuz konsantrasyonu yönünden
de kan plazmasına eşittir. Kan, diyaliz sıvısı içinde bulunan diyaliz
tüplerinden geçirilir. Kandaki üre gibi artık maddeler difüzyonla
diyaliz sıvısına geçerken, alyuvar ve protein gibi gerekli maddeler
diyaliz tüplerinde kalır. Bu işlem esnasında diyaliz sıvısı alet içinde
hafifçe çalkalanır. Bu sayede kandaki artık maddeler arındırılır ve kan
geri dönecek hale getirilir. Eğer besleme yapılmak istenirse diyaliz
sıvısına glikoz ilave edilir ve yine difüzyon yöntemiyle kana geçirilir.
Temizlenmiş kan bir hortumla toplardamara verilir. Bütün
bu işlemler sırasında diyaliz sıvısı sürekli yenilenir ve her defasında
vücut sıcaklığına eşdeğer bir sıcaklıkta tutulur. Aksi halde, hasta çok
fazla ısı kaybeder.
|
Tam bir diyaliz işlemi 4-6
saat alır ve diyaliz sıvısı pek çok defa değiştirilir. Bu işlem çoğu
hastaya haftada iki veya üç defa uygulanır. Ancak diyaliz hiçbir şekilde
böbreğin yerini tutmamaktadır. Guyton and Hall, 9. Basım, s.420 En
etkili şekilde çalışan diyaliz makinelerinde bile hastanın yaşamı ancak
birkaç sene kadar uzatılabilmekte ve hastaların çoğu belli bir zaman
sonra hayatlarını kaybetmektedirler.
İnsan vücudundaki herşey olabilecek en mükemmel şekilde tasarlanmıştır.
Teknoloji kullanılarak yapılan tüm araştırmalarda ulaşılmaya çalışılan
sonuç, insan vücudundaki tasarımın bir benzerini üretebilmektedir. Ancak
vücudumuzda olduğu kadar küçük alanlara, aynı özelliklere sahip
teknolojinin yerleştirilmesi mümkün olmamaktadır.
Allah’ın insan vücudunda kurduğu sistem her yönden benzersizdir. İnsana
düşen bunu Allah’tan bir nimet olarak görüp, yaşadığı her an için
Allah’a şükretmektir.
Allah, kendisinde sükun bulmanız için geceyi, aydınlık olarak da
gündüzü sizin için var etti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı (sınırsız)
bir fazl sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmiyorlar. İşte bu,
sizin Rabbiniz Allah’tır; herşeyin Yaratıcısıdır; O’ndan başka İlah
yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz? İşte, Allah’ın ayetlerini
inkar edenler böyle çevriliyorlar. (Mü’min Suresi, 61-63)
5-10 CM’LİK BİR BÖBREK Mİ, YÜKSEK TEKNOLOJİ ÜRÜNÜ BİR DİYALİZ MAKİNESİ Mİ DAHA ÜSTÜN BİR TASARIMA SAHİPTİR?
|
BÖBREK
|
DİYALİZ MAKİNASI
|
| Yalnızca 5-7 cm. yer tutar, | Orta boy bir buzdolabı büyüklüğündedir, |
| Sessizce, hissettirmeden çalışır, | Elektrikle çalışır, gürültülüdür, |
| Tüm yaşam boyunca hiç durmadan, bakıma ihtiyaç duymadan çalışır, | 3-4 yılda yıpranır ve hurdaya döner, |
| Kanın kalitesini yoklar, kan hücreleri üretilmesini emreder, | Böbrek çalışmadığı için vücutta kan üretilemez. Hasta kansız kaldığı için sık sık kan nakli gerektirir. |
| Kendiliğinden, hiç sorun çıkarmadan çalışır, | Steril hastane koşullarında uzman doktor ve teknisyenler tarafından çalıştırılır, |
| Kandaki su miktarını ayarlar, tansiyonu kontrol eder, | Tüm hastalar yüksek tansiyon hastasıdır, makineye bağlanınca tansiyon aşırı düşer. |
| Kanı temizler, insanı sağlıklı ve zinde tutar, | Hastanın nefesi daralır, titreme krizleri gelir, kanamalar kolay ve sık olur, sık sık kas krampları oluşur, |
| Vücudun ihtiyaçlarına tam uygun bir filtre sistemidir, toplam 2.400.000 filtre ünitesi 7 gün 24 saat boyunca çalışır, | Basit bir filtredir. Kanı kabaca süzdüğü için hastanın tahlilleri yapılır, eksilen maddeler serumla tekrar verilir, |
| Çalışması için özel bir vakit ayırmaya gerek yoktur, yaşam içinde kendiliğinden çalışmasını sürdürür. | İnsanı 3 günde bir 5 saat boyunca yatağa bağlı tutar, hareket etme imkanı vermez. |
Peki şunu düşünün; bir diyaliz makinesi tesadüflerin eseri olabilir mi? Yüksek teknoloji ile üretilen bu makine, kendiliğinden meydana gelmiştir diyen birini görseniz hakkında ne düşünürsünüz?
Şimdi şunu düşünün; bir diyaliz makine tesadüfen oluşamazken, onunla
kıyas edilemeyecek kadar üstün yapıya sahip bir böbrek tesadüfen
oluşabilir mi?
Elbette oluşamaz. Tüm özellikleriyle birlikte böbrek, üstün bir aklın ve gücün ürünüdür. Herşeyi kusursuzca, bir düzen içinde yaratan Allah’ın eserlerinden biridir.
Elbette oluşamaz. Tüm özellikleriyle birlikte böbrek, üstün bir aklın ve gücün ürünüdür. Herşeyi kusursuzca, bir düzen içinde yaratan Allah’ın eserlerinden biridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder